İlkokulda öğretmenlerimiz ailemizin bireylerine yönelik anket yapar, meslekleri sorarlardı, benim verdiğim cevap ise: babam mobilyacı idi... Hoca da düşünür düşünür en sonunda esnaf kısmına çizik atardı. Başka seçeneği yoktu ama içime sinmezdi bu hiç...
Mobilyayı çizer, tasarımı yapar. (Tasarımcı, İç mimar v.s.)
Model çıkarır. (Usta, marangoz )
Mobilyanın satışını yapar.(Tezgahtar, satış danışmanı)
Bu üçünü birden yaptığı için ve sadece ilk seçenek nedeniyle bir sanaatkar olduğundan sadece esnaf teriminin kullanılması beni rahatsız ediyordu daha o yaşta. Ben küçükken babam her sene bir kaç model çizer, bunları hazırlar ve başta İstanbul olmak üzere Türkiye'nin birçok şehrindeki mobilya mağazalarına gönderirlerdi. Bir modelden her ay her seriden en az 100 takım çıkartıldığını ve 20'den fazla elemanı olduğu halde ürün yetiştiremedikleri için kimi zaman atölyede sabahlamak zorunda kaldıkları günleri hatırladım. O zamanlar fabrikasyon ucuz, dandik ürünler, yurt dışından gelen mobilya markaları yoktu.
Babamlar gel zaman git zaman
"Neden kendi markamızı yaratmıyoruz?" şeklinde kendi mağazalarını açmaya ve şubelik vermeye başladılar. Ürünlerin hepsi kendi modelleri olduğu için ilk yaptıkları iş tescil belgelerini almak olmuştu. Telif hakları nedeniyle birçok firma ile mahkemelik oldu o da ayrı mesele. Mobilyada çok fazla model çalma sıkıntısı yaşanıyor zira.
Benim hiçbir zaman mobilyaya ilgim olmadı. Babam da illa benim işimi yap diye beni zorlamadı. Öyle olunca ben kendi yoluma gittim. Ancak zaman zaman ilgilenmiş, modellere fikirler verdiğim olmuştur.
Babamların ürettiği ürünlerin hepsinin özel birer isimleri vardı. Döneme ve modelin uygunluğuna göre barkod ya da kod uygulamasından ziyade isim konarak ürünün bir ruhu olduğuna inanmak isteriz. Çünkü tüm yapım aşamasında büyük bir emek ve el işçiliği olduğundan çizen kişiden, yapan ustasına kadar hep bir el emeği, göz nuru söz konusu. Öyle olunca soğuk birer rakam yerine alıcısını da memnun edecek birer uygun isim bulma arayışımız oluyordu.
En son Amerika'ya gitmeden önce bir ürüne
"Lotus" ismini vermiştim ve zamanında en çok satışı yapılan ürünlerden biri olmuştu.
Resimdeki şahıs benim Amerika'da edindiğim en samimi ve yakın arkadaşım Jane... Şimdi ne alaka diyeceksiniz. Nereden nereye atladım zira...
Amerika'da bir çok ülkeden arkadaşlarım oldu. Çok samimi olduğum, en yakın dostlarımdan bazılarını bulduğum LA'de benim tabirimle Baby Doll'um, Jane'nin yeri benim için ayrıydı. Dili, dini, ırkı benden çok farklı olsa da "Aynı dili konuşan değil, aynı duyguları paylaşan insanlar anlaşır." sözünün canlı kanıtıydı Jane benim için... Çünkü çocukluğu, aile yapısı, yaşadıkları bana çok benziyordu.
Beraber yaptığımız road tripte bana gözü gibi bakması, evine misafir olduğumda sırf ben seviyorum diye sabahın köründe bana ekmekler yapması -malum Çinliler'in menülerinde ekmek yok- hastaneye kaldırıldığımda sırf üzülmesin diye sakladığımı öğrenince deliye dönmesi, nenesi öldüğünde vize sorunu nedeniyle Çin'e gidemediğinde evime yaptığı ziyaretler...
Uzun zamandır Jane'ime hediye bir şeyler göndermek istiyordum. Çok sevdiği Türk kahvesi gibi... Ancak her seferinde bir bahane buluyor -Çin postasına güvenmiyorum, bu ara iş nedeniyle taşınıyorum gibi - bana adresini göndermiyordu. Asıl sebep ise basitti. "Sen o parayı biriktir.. En kısa zamanda Çin'e gel Zeliha... " Ancak içime sinmiyordu. Ben de Zeliha isem bir yolunu bulup onun için bir şeyler yapmalıydım.
Jane'im bir süredir iş nedeniyle Çin'in sıcak şehirlerinden biri olan Sanya'da... Ilıman iklimi ve okyanusa kıyısı olmasından dolayı Los Angeles'taki gibi sıcak hava hakim o şehre... Beni davet etmesine rağmen hem işlerim nedeniyle, hem de finansal olarak zorlanacağım için gidemedim. Ne zaman konuşsak her seferinde bana
"Bu şehir bana Los Angeles'ı ve seninle geçirdiğimiz günleri hatırlatıyor." diyordu.
Yaklaşık iki ay önce babamlar yeni ürünlerini yavaş yavaş piyasaya sürmeye başladılar. Dört gözle ürünlerin gelme tarihini bekliyordum. Üstelik kendime de bir kitaplık istiyordum. Üstteki ürünlerin isim vermek için bana sordular. Benim de aklıma direk Jane geldi. Kaldığı şehrin ismi ürüne çok uygundu ve ürün tamamen ahşap olduğu için bana Uzak Doğu'yu hatırlatıyordu.
İsim annesine de en kısa zamanda haber verip ürünlerin resimlerini gönderdim. Bizimki sevinçten dört köşe... Her yerde gidip bunu anlatıyormuş. Onunla dalga geçtiğim zamanları hatırladım.
"Evlendiğin zaman mobilyaları sana Türkiye'den göndereceğim. Sizin ürünler çok dandik oluyor be... " ^O^
Gerçekten de öyleler ama...
Eh, Mobilyacı Kızı'nın Hediyesi de ancak bu olur.
Baby Doll'um inşallah o ürünleri kendi gözlerinle görme imkanın da olacak...
Allah herkese böyle içten, samimi, çıkarsız dostluklar nasip etsin...
Hepinize iyi haftalar...