24 Ocak 2011 Pazartesi

Bir HP Fanfiction | Severus Snape


Edebiyat alanıyla fazla ilgili olmayan bir şahsiyet olsam da üniversitede öğrenciyken tanışmıştım bu dünyayla. Çoğumuzun aslında ne olduğundan haberimiz bile yok. Ama öyle büyülü bir dünya ki içine girdiğiniz anda kendinizi kaptırıp gidiyorsunuz.

Harry Potter, o sihirli dünya hakkında hepimizin iyi kötü bir bilgisi vardır. Bütün kitapları yayınlanmış, son filmine altı ay kalmış bir edebiyat eserini herkes duymuştur. Peki o kitap ya da karakterler hakkında JKR'den başka kaç yazarın eseri vardır?

Biz onlara fanfiction yani Türkçe olarak Hayran Hikayesi diyoruz. Bir kitap, dizi, sinema herhangi bir eserin karakterlerini alarak onu kendi bakış açımızdan anlatıyoruz ya da sadece bir bölümünü değiştiriyoruz. Eğer fanfiction hakkında daha fazla bilgi almak isterseniz benim üstadım olan Darkangel'ın şu yazısını okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

Ben de bu büyülü dünyada birkaç hikaye karalamış olanlardanım. Hortkuluk Avcısı, Sihir Başlasın ve geçen sene kapatılan ve benim göz bebeğim olan Harry Potter Cafe bu sitelerden bir kaçıydı. Ancak artık fanfiction yazmayı bıraktım. Sadece çok sevdiğim tek bölümlük birkaç hikayemi burada paylaşmak istiyorum.




Not: V For Vendetta filmini izlediniz mi bilmiyorum ama ben o kadar beğenmiştim ki filmi en az üç kez izlemiş olmalıyım ve bu yüzden oturup bu hikâyeyi yazdım. Size yeni bir şey vaat etmiyorum ancak başka bir bakış açısından hikâyeyi anlattım.

Şarkı olarak da filmden Domiones Fall’u seçtim. Keyifli okumalar…

O ADAM SEVERUS SNAPE’Tİ…


Dumbledore’un öldürüldüğü günü hatırla…

Baskını… İhaneti… Ve komployu…

Bu ihaneti unutmak için hiçbir neden bulamıyorum.

O adam…  Severus Snape’ti. Ama gerçekte kimdi nasıl biriydi bunu hiç kimse çözememişti. Karanlık Lord’a savaşın ilk günlerinde bizim aleyhimize muhbirlik etmeye başlamıştı. Ancak bir şey oldu. Karanlık Lord bir daha eski haline gelmemek üzere ortadan kaybolmuştu. Harry’nin anne ve babasının ölümünün baş sorumlusu bir anda Severus Snape olmuştu. Tıpkı diğerlerinin bir şeylerin nedenleri ya da sonuçları olduğu gibi…

Dumbledore’un fikirleri…

Bize adamı değil fikirlerini hatırlayın dendi. İnsanlar yakalanabilir ihanete uğrayabilir öldürülebilir hatta unutulabilinirdi. Ancak bin yıl sonra bile düşüncesi dünyayı değiştirebilirdi.

Ben bu fikre bizzat şahit oldum. Bu uğurda insanların öldüğünü gördüm. Onu korurken öldüklerini… Ama bir fikri öpemezsin. Ona dokunamazsın. Sarılamazsın. Fikirler kalamaz. Asla acı çekmez. Asla ölmez. 

Ve asla sevmez…

O günü kimse unutmuyor. Bense o adamı unutamıyorum. İhaneti yaşadığımız günü o bana unutturmuyor.

O adamı unutamıyorum…

Hayatım boyunca her zaman ne istediğimi bildim. Tıpkı şu anda olduğu gibi… Eğer bana bir dilek hakkın var ne istersen onu yap deselerdi Ron’u alıp ailemle kısacık bir günlüğüne de olsa bir arada olmayı dilerdim. Ancak bunu bile yapamam. Savaş dilek haklarınızı bile elinizden alıyor. Ona bile sahip olamıyorsunuz.

 Savaş… Asla size ne istediğinizi sormuyor. Seçimleriniz neler demiyor. Savaşın olduğu yerde başka oyunculara yer yok. Başrol de her zaman o vardır ve ondan başka kimsenin o oyunda yeri yoktur. Hepsi figürandır. Katil ya da kurban olmaya ölmeye ya da unutulmaya mahkûmsunuzdur.

Savaş hep vardı. Yanı başımızdaydı. Öylece durmuş kendisini görmemizi bekliyordu. Varlığını inkâr edilemez şekilde belli ediyordu. Ancak birçoğumuz bunu şiddetle ret ediyordu. Onlara göre eğer açıkça bir tehdit yoksa endişe edilecek bir şey de yoktu.  

Kör olmuş gözlerle etrafımıza bakıyorduk. Olmuş olan olmakta olan ve daha olmamış olan birçok şeye…

Bir gün o adamın dediklerini hatırlıyorum.

 “Rastlantı diye bir şey yoktur Bayan Granger. Sadece rastlantı yanılgısı vardır. Hiçbir işinizi şansa bırakmamalısınız. “

Belki çok zeki olabilirim ancak ben bile o gün bu karanlık adamın ne demek istediğini anlayamamıştım. Ancak şimdi çok iyi anlıyorum. Olanlara baktığımızda karşımızda o kadar mükemmel bir tablo duruyor ki… Ve bu tabloda hepimiz onun bir parçasıyız. Ben bu işte yokum desek bile en küçük bir ayrıntıda göze çarpıyoruz.

Ve herkes sonunda o adama bağlanıyor. Tek yapması gereken vaat ettiğini yerine getirmek…

Harry’nin anne babasının saklanması… Kılkuyruk’un onların Sır Tutucusu olması… Snape’in ihaneti… Harry’nin anne ve babasının vahşice öldürülmesi…

Geçen zaman içinde hiçbir zaman bir konu üzerine bu kadar düşündüğümü hatırlamıyorum. Bir insan nasıl olur da savaşın kaderini bu şekilde değiştirebilirdi.

 Güçlü zeki cesur olması birilerini öldürmek için yeterli olabilir miydi? Ya da sadece acımasız olmak mı onu bu hale getirmişti.

Dumbledore’un her zaman söylediği gibi bizi biz yapan seçimlerimizdir. O da seçimini yapmıştı ve bu seçim ihanetti.

Bize göreyse alınacak tek karar intikamdı.

Savaşta inananlar ve uğruna savaşacak bir şeyleri olanlar ancak başarıya ulaşabilir derdi babam. Biz inanacak ve uğruna savaşacak o kadar çok şeye sahiptik ki…

İzlediğim bir filmde kötü karakter kendisini katil olmakla suçlayanlara “Eğer birkaç kişiyi öldürürseniz katil olursunuz ancak milyonları öldürürseniz kahraman olursunuz. ” demişti. Bu sözü asla unutmamıştım.

Bu söze göre de Karanlık Lord bir kahramandı. Sayısını bile bilmediğimiz kadar büyücü ve muggleın ölümünden sorumluydu. Eğer bu onu kahraman yapıyorsa evet o bir kahramandı. Hem de en kanlısından…

Fakat bizlere göre bir katilden hiçbir farkı yoktu. Vaat ettiği şeyler kanlı bir diktatörün söz ettiklerinden öteye gidemiyordu. Etrafa korku salıyor ve istediklerini yerine getirttiriyordu.

İşte bu sırada örümcek devreye giriyordu. Severus Snape… Lord’un istediği bütün özelliklere sahip en yetenekli büyücüydü. Daha başka kendi tarafına kimi çekmek isteyebilirdi ki…

Severus’un sayesinde istediğini de elde etmişti. Harry’e ulaşabilmek için en kanlı yolu seçmişti. Haklıydı. Eğer bir şeyi istiyorsanız ona ulaşmak için önünüzde ne kadar engel varsa kaldırmalıydınız.

Bir anda işler tersine döndü. Karanlık Lord bazılarının söylediği üzere ölmüştü. Kimisinin söylediği üzere tekrar gelecekti. Ancak bilinen tek bir şey vardı. Fark edilen tek gerçek… O bile yenilgiye uğratılabilinirdi.

Aradan on beş yıl geçti. Karanlık Lord’un geri dönüşünün ikinci yılı…

Onu hatırlıyorum. Birinci sınıfta ilk İksir dersinde ben parmağımı kaldırdığımda iğrenerek bana baktığını anımsıyorum. İkinci sınıfta ondan kanguru derisi çaldığımızı anladığında nasıl da bizi tehditkâr bakışlarla süzdüğünü… Üçüncü senemizde hem intikam hem koruma duygusuyla Sirius’un karşısına dikildiğini…

Her zaman bir bildiği olan ve ona göre hareket eden bir adam olduğunu…

O adamın söyledikleri kulaklarımda çınlıyor.

Karanlık gözleri sanki her an beni takip ediyor.

Beni bizi izlediğini biliyorum.

“Dikkatli olmalısınız Bayan Granger.”

” Sizin yerinizde olsam burnumu her işe sokmazdım.”

” Kendinize bu kadar güvenmemelisiniz Bayan. ”

Her sözünde her bakışında her hareketinde neden çözememiştim diyorum kendi kendime. Hala kendimi suçlamaktan bir türlü vazgeçemiyorum.

Merlin! Ben ne yaptım?

Dumbledore’un öldürüldüğü günü hatırlıyorum. O adamın aramızdan kaçıp öylece gitmesine nasıl izin verdiğimizi… Dengeleri nasıl da bir anda değiştiriverdiğini…

Dumbledore ona hayatı pahasına güvendiğini söylediğinde haksız çıkmamıştı. Ona güvenmiş ve sonucunda hayatından olmuştu. O kuzguni gözlere sahip adam ancak bir kuzgundan beklenecek şekilde davranmıştı.

 Ona en çok güvenene ihanet ederek…

O kadar karanlık günlerdi ki… Karanlık Lord tıpkı kendi ismi gibi karanlığı bir geceymişçesine üzerimize örtmüştü. Hiçbir ışığın olmadığı umudun bizim için asla güneşle birlikte doğmayacağı bir gece…

Voldemort’un öldürüldüğü gün…

Kimsenin… Hiç kimsenin o günü unuttuğunu zannetmiyorum. Peki ya o adam… Onu da sadece intikam duygusuyla mı hatırladıklarını…

Harry’nin koşarak Bağıran Baraka’ya gittiğini seçiyorum karanlık yol boyunca… Sessizce olup bitenleri dinlediğini… Her şeye rağmen Snape’in nasıl olur da Harry’nin onunla gelebilmesine ihtimal verdiğini… Anne babası Sirius Dumbledore ve daha birçoklarının katili olan bu adamın sözünü dinleyeceğini…

Sonra bir şey oldu. Kanlar içinde yerde yatan kişinin Severus olduğunu görebiliyorduk. Voldemort’un onun üzerinden geçerek sanki o hiç kimseymiş gibi davrandığını…

Neden gerisin geri dönmeyip o yıkık binaya girdiğimizi bilmiyorum. Bizi oraya çeken şeyin ne olduğunu… İhanete uğradığımız o adamın gözlerine bakmanın dünyadaki bütün her şeyden daha önemli olduğunu…

Ölümümüz pahasına olsa da…

Sanırım o kişi bize ne yaparsa yapsın bu kadar adice bir ölümü hak etmediğini düşünüyorduk. Kim ya da ne olursa olsun bağışlanmayacak biri bile olsa bu şekilde ölmesinin doğru olmadığını…

Üçümüz arasında neden en çok ben darbe almıştım? Çünkü üçümüz içinde ona en çok inanan güvenen ve son da olsa bir şansı hak ettiğini düşünen bendim. Doğal olarak en çok yaralanan da…

 “Bize ihanet ettin!” demek istiyordum.

“Bize ihanet ettin. NEDEN?”

Kanlar içinde ölüm anını yaşıyor olsa da bizi bir asa hareketiyle öldüreceğini biliyorduk. Belki de bunun için ona bir şans veriyorduk. Ama öyle olmadı. Bize neye mal olursa olsun böyle bir şeyi asla beklemiyorduk. Tek amacımız onun gözlerine bakabilmekti. Ve bunu gerçekleştirdik. 

Onun gözlerindeki ifadeyi… Böyle bir şey nasıl olur da unutulabilirdi? Biz de unutmamıştık…

 Unutamamıştık…

Ölümüne nefret ettiği zaman zaman babası yerine koyup ona zalimce davrandığı Harry’nin gözlerine Lily’nin gözlerine sanki dünya üzerindeki tek önemli şeymiş gibi bakıyordu.

Her şeyin amacı hedefi hatta en önemlisi bütün olanların sebebiymiş gibi…

Ben o bakışları unutamıyorum.

Artık kimsenin o adamı unuttuğunu düşünmüyorum. Hatırladıklarını ve her zaman hatırlayacaklarını da…

İyi ya da kötü olarak anılmasının da hayatını adadığı tek kişi sayesinde belirlendiğini…

Harry’nin sözleriyle… O adamın bütün hayatını nasıl da tek değil apayrı iki kişi olarak yaşadığını öğrenmelerini…

Bir anda domino taşlarının nasıl olup da ardı ardına yıkıldığını sanki görebiliyorum.

Harry’nin Snape’in koruması altına girmesi… Dumbledore’un bizzat kendi emriyle onu öldürmesi… Kuytu ormanda Gryffindore kılıcını ona iletmesi… Ve daha sayamadıklarımızın birçoğu… 

Bir yanda Voldemort için çalışan emirlerini yerine getiren öldüren kaçıran Lord’una sağdık bir Ölüm Yiyen… Diğer tarafta sırf sevdiği kadın uğruna onun ölümüne neden olduğu için vicdan azabından ve onun hatırasına saygısından nefret ettiği adamın oğlunu ölesiye korumuş Yoldaşlık üyesi…

Seven bu uğurda her şeyi yapan ancak yine nefret edilen bir adam…

Kimsenin aslında kim olduğunu bilmediği bir adam…

Kimisine göre adi bir yalancı… Kimisine göre ise muhteşem bir büyücü…

Bazılarına göre ise sadece bir adam…

Ancak bize göre hayatında hiç mutlu olmayan ancak belki de mutlu olmayı en çok hak eden bir adamdı o…

O adam Severus Snape’ti.


SON

2 yorum:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...