6 Ocak 2013 Pazar

Uluslararası İlişkiler VI {Ah Şu Japonlar!!!}




Previously on Uluslararası İlişkiler...

Yok lan yok, eğer hala aranızda bu seriyi okumamış varsa, okuyup gelsin bir zahmet...

Buraya geldiğimden beri Japonlar'la aramda hep hastalıklı bir ilişki oldu. Onları aşk derecesinde çok mu seviyorum, yoksa bazen nefret mi ediyorum bir türlü karar veremedim. Tamam, hepinizin çok daha önceden bildiği üzere, ben zaten Uzak Doğu kültürünü ve özellikle Japonlar'ı çok seviyorum. Amerika'da da en fazla arkadaş edindiğim ülke Japonya'ydı. Ancak kültür, ülke, dil farklılığı derken bazen -ne bazeni yav aslında çoğunlukla- olmadık sohbetlerin içinde buluverdim kendimi.

Hani diyoruz ya Japonlarla aramızda çok ortak özellik var, kültürlerimiz benziyor, zaten dillerimizde aynı aileden geliyor falan diye, bence ne kadar benzerlik varsa o kadar da farklılık var. Bazen onları anlamaya çabalarken resmen göbeğim çatladı, hala da öyle... Ben insanlara özellikle de farklı kültürden gelenlere karşı ön yargılı biri değilimdir. Hele ki karşımda sevdiğim ırktan insan varsa tamam, en ince ayrıntısına varana kadar, haklarında merak ettiklerimi öğrenmeden bırakamam. Mümkünü yok... Bu bazen hem benim, hem de karşımdaki insan için can sıkıcı bir durum olsa da sonuçta iki kültürün birbirini daha yakından tanımasını sağladığı için karşılıklı katlanıyoruz.




Ben Japon ya da Japonya uzmanı değilim. Hiç Japonya'ya gitmedim. Bu yazılarımda zaten Amerika'da tanıştığım Japonlar'a yönelik... Baştan uyarayım da sonra maraz çıkmasın...

İlk dönem çok şanslıydım. Çünkü sınıftaki tek Türk bendim ama Japon popülasyonu çok yüksekti. Üstüne üstlük o dönem en yakın arkadaşımda bir Japon olunca, kendimi çoğu zaman Japonlar'la aynı ortamda tek yabancı şeklinde bulabildiğim oluyordu. Bknz: Karaoke barlar... Üstelik Türk kızlarına ilgileri olduğu için - Bknz: Türk Kızları Güzel Mi? yazısı - hem arkadaşlık hem de ilişki babında haklarında birçok bilgi edinmem kaçınılmaz oldu.

Buradaki Japonlar'ın bana ısrarla, en fazla söyledikleri şey "Biz tipik Japonlar'dan farklıyız." cümlesiydi ki sanırım doğru... Çünkü Türkiye'deyken kafamda oluşan Japon imajından o kadar farklı insanlarla tanıştım ki burada sonunda ben de onlara hak verdim. Bir kere burada tanıştıklarımın çoğu "party girl" ya da "party boy" diyebileceğiniz, batı özentisi olan, Japonlar'dı. Giyim kuşamından, hareketlerine, konuşmalarına hatta ve hatta arkadaşlık ilişkilerine kadar Amerikalılar'ı örnek alan tiplerdi. Ayrıca nerede bir gece klübü, bir eğlence mekanı bizimkiler buradaydı. Tamam, gezip eğlenmenin bir sakıncası yok. Ben de gittim bir sürü partiye, bara, hala da gidiyorum, sonuçta Los Angeles'tasınız ve yaş ortalamanız yirmilerde, haliyle eğleneceksiniz ama bitap düşüp, her sabah bezgin bir halde okula gelmeleri ya da daha çok okulu asmaları benim gözümdeki çalışkan Japon imajını bayağı bir sarstı.




Neyse bütün Japonlar'ın aynı olmadığını vurguladıktan sonra gelelim benim tespitlerime...

Çok kibarlar... Aslında çok güzel bir özellik bu... Nazik davranışlardan zarar gelmez. Ancak bazen beni delirtiyor, kabul etmeliyim. Özellikle erkekleri bunu biraz abartınca "Gay olmasın sakın?" şeklinde kendimce salakça düşüncelere kapılıyordum. Şöyle ki ben kazara bir şey yapsam -bir eşyayı düşürsem ya da çarpsam falan, sakarım malumunuz- ve hata bende bile olsa özür dileyebiliyorlar. "Benim özür dilemem gerekirdi ya..." derken buluyordum kendimi... Ülkemde, caddenin ortasında üstüme üstüme yürüyen hayvanlardan, çarptıktan sonra özür bile dilemeden uzaklaşan tiplerden sonra bu duruma alışmam biraz zor oldu haliyle...

Düşünceliler... Bu sanırım onların en sevdiğim yanları... Duygularını ne kadar saklasalar da, hareketleriyle bir şekilde sizi sevdiklerini, önemsediklerini belli ediyorlar. Ah canım, yerim ben sizi...

Japon bir arkadaşım gecenin bir vakti mesaj atıp "Tapioka içmeye gidelim mi?" dedi. Yapacak bir işim olmadığından ben de kabul ettim. Gecenin bir saati ve üstümdeki kıyafetlerin ince olmasından mütevellit Akdeniz insanı olmanın getirdiği dezavantajla benim vücut ısısındaki düşme hız kazandı tabi. Neyse sıcak bir şeyler istediğimi söyleyince üşümüş olduğumu fark etmiş garibim. Önce "Hadi, arabaya gidelim." dedi, arabaya bindikten sonra hiçbir şey söylemeden koltukta duran battaniyeyi çocuk gibi üzerime örttü. Genelde etrafımdaki insanların bana karşı koruyucu davranmalarına değil, daha çok ben, etrafımdaki insanlara karşı çok koruyucu olduğumdan garibime gittiğini itiraf etmeliyim.

Komiktirler... Komik dedim ama belki de bu onların normal halidir ve bize komik geliyordur. Bilemiyorum. Benden şaşırtıcı bir şey duyduktan sonra verdikleri "Aaaaa! Ouuuu!" şeklindeki kaba tepkileri, güldükleri zamanlarda yüzlerinin aldığı garip şekil, bazen bir soruya verdikleri cevaplar hepsi çoğu zaman bana komik geliyordu. O nedenle ben Japonlar'la birlikte genelde hep eğlenceli vakit geçirmişimdir. Hatta buna bir ek olarak da hayatımda gördüğüm en düşük çeneli insanın da bir Japon olduğunu söylemem gerekir.

Çinli arkadaşınızın daveti üzerine Çin restoranına gidersiniz. Ortamda iki Çinli, iki Japon ve yine sadece Türk siz varsınızdır. Tanışmayanlar tanışır ve Türk olduğunuz için yine en fazla dikkati siz çekersiniz. Maksat muhabbet olsun diyerek bildiğiniz Japonca kelimeleri söylersiniz ve çocuk da kibarlık olsun diye size Türkçe birkaç kelime bildiğini söyler.

J: Biliyor musun? Benim de Türk arkadaşlarım var. Türkçe birkaç kelime biliyorum.
P: Öyle mi? Söyle bakalım telaffuzun önemli değil.
J: Hmm... Umm... Mesallah... Yok, maşallah...
P: !?!?!?!? Gülmekten cevap veremeyen bir ben
J: Yok, galiba o Türkçe değildi. Arapça'ydı sanırım. Özür dilerim.

Aynı akşam... Bu sefer durakta hep birlikte otobüs bekliyoruz. Bizimkiler elemanla dalga geçiyorlar. Daha doğrusu ona bir şeyler soruyorlar ve o da karşılık veriyor.

Çinli: Peri diyor ki Japon erkekleri genelde playboy oluyormuş.
Japon: Neöööö? Gerçekten öyle mi düşünüyorsun?
Peri: Yok aslında... Yani... Ne bileyim? Genelde partilerdeki tipler hep o şekilde. Kızlara falan asılıyorlar.
Japon: Hayır kesinlikle yalan. Biz genelde çok utangaçızdır.
Çinli: Bence sen de playboysun.
Japon: HAYIR! Playboy değilim. Ben BAKİREYİM!

Bunun üzerine caddenin ortasında bayağı gürültülü bir şekilde gülmüştük. Başta şaka yapıyor sandık ama meğer çocuk ciddiymiş. Hangisi daha komik valla ben de çözemedim.

Başka bir örnek...

Bir partide tanıştığım Japon çocuklardan birisi Türkiye ve Türk kültürüyle yakından ilgiliydi. Hal böyle olunca bir-iki kez buluşup ona merak ettiği şeyler hakkında bilgi verdim. O da bana Japonya'yla ilgili tabi ki... Neyse Ertuğrul Fırkateyni'ne kadar pek bir münasebetimiz olmadığı için ben de bunu ortaya sürdüm.  

P: Türkler'in tarihte iyi ya da kötü birçok ülke ile ilişkileri olmuş ama Japonya ile yok.
J: Eeee... Yani Japonya size çok uzak bir ülke... İlişki kurulamamıştır.

Bu konuşma komik gibi gelmese de o an garibimin yüz ifadesini görseniz gülmekten ölürdünüz. Herhalde ordularla Japon adalarına çıkarma  yapacağımızı falan mı düşündü nedir?





İyileri sıraladıktan sonra gelelim benim pek sevmediklerime...

Japonlar da "Ladies first" anlayışı yok... Ben bu tarz şeylere pek dikkat etmem aslında. Yok illa kapımı açsın, sandalyemi çeksin tavrında olan biri değilimdir. Davranışları kabalığa kaçmadığı ve düşünceli davrandığı sürece bir kapı açmak o kadar sorun değil benim için...

Bu durumu ben fark etmedim, Japon kız arkadaşlarım söyledi. O nedenle etrafımızda Japon bir çocukla çıkan batılı bir kız gördüğümüzde çok şaşırıyorlardı. Hatta bizim hocalardan birinin sevgilisi Japon'du ve bu kış nişanlanmayı düşünüyorlardı. Kadını görseniz, mavi göz, sarı saç, diyet ve sporla ince kalmayı becermiş bir Amerikalı... Klasik bir Japon olan arkadaşım bana "Bu kadar güzel birisi, neden bayanlara öncelik tanınmayan bir ülkenin vatandaşı ile birlikte ve bu nasıl olmuş olabilir?" diye söylenmişti. Ben garibim, o dönemlerde bu kültürü yeni yeni tanıdığım için anlamamış ve sormuştum. Bana "Çünkü bizde bayanlar, batıdaki kadar öncelikli değil. Erkeklerimiz bu konuları pek önemsemez." demişti. Kendim tecrübe etmeden bir yorumda bulunmamıştım o dönem. Tabi merakımı çektiği için ilk bu işe öncelik verdim.

Japon erkekleri batılılar kadar özen göstermiyorlar bu duruma. Kızlı-erkekli bir mekana gittiniz diyelim, erkekler kızları beklemeden pat diye otururlar masaya. Sen geç falan demezler... Yine bir ortama girecekseniz kapıdan ilk siz geçmek zorunda da değilsinizdir. Bir bakmışsınız adam arkasına bakmadan geçmiş gitmiş kapıdan. Türkiye'de bu tarz erkeklerle muhattaplığım olmuştu, o nedenle Japonlar'dan görmem, benim travma geçirmeme falan sebep olmadı, lakin bu kadar nazik bir toplum için bence eksik kalmış bir yön...

Bu nedenledir ki batılı bir erkeğin, Japon bir bayanın ilgisini çekmesi daha kolay. Özellikle Türk kızlarının nazına alışmış, bir Türk erkeğiyse sinek gibi yapışıp, iki kelimesi ile kızcağızı kendine hayran bırakması çok basit. Benim tanıdığım Türk çocuklardan ikisinin şu an Japon sevgilileri var. Anladığım kadarıyla da ilişki dönemine girmeleri pek zor olmamış. Türk kızları ve Japon erkekleri mevzusuna burada pek giremeyeceğim. Nazımızı çekecek bir Japon bulabilir miyiz Amerika'da? Belki...

Duygularını saklarlar... Bu özellikleri aslında "Düşünceli" olmaları ile örtüşüyor. Kız olsun, erkek olsun, duygularını söylemek yerine, hareketleri ile dile getiriyorlar. Ben de artık sözlere değil, davranışlarına odaklandığım için bu sorunu kendimce hallettim.

Hayır demeyi bilmezler. Bu benim işime geliyordu gerçi... Onlar için pek iyi bir durum sayılmaz ama bir şey istediğinizde pek olumsuz yanıt almazsınız. Ben de almadım.

Bana diyorlardı ki "Sen insanların senin hakkında ne düşündüğüyle pek ilgilenmiyorsun. " Ben de bunu söyleyen kişiye dedim ki "Öyle yapsam sürekli taviz veren ben olacağım. İnsanlar da bu duruma alıştıkları için sürekli bir şeyler bekleyecekler. Sonunda da üzülen ben olacağım." Benim cevabımı duyunca bana hak vermişti arkadaşım ve "Keşke ben de öyle olabilsem." demişti.



Randevulaşırken kırk soru sorarlar... Biz Türkler'de ne vardır mesela, bir arkadaşımızla ya da sevgilimizle buluşmak istiyoruzdur. Ararız ya da mesaj atarız. "Şu gün müsaitsen şuraya gidelim mi?" Eğer olumsuz yanıt alırsak da, karşıdaki insan da öküz değil ya "Şu gün müsaitim, o gün olabilir." falan der, bir anlaşma yolu bulunur. Japonlar da bir randevulaşma bile 25 mesaja kadar gidebilen bir telefon trafiğine sebep oluyor. Benden söylemesi...

Bir Japon arkadaşımla aramda geçen bir buluşma hikayesi...

J: Bu ara müsait misin? Bir şeyler yapalım.
P. Olabilir. Ne gibi?
J: Bilmem. Nereye gitmek istersin?
P: ?!?!?! Sen davet ettiğine göre aklında vardır bir şeyler, değil mi?
J: Senin varsa ona öncelik verelim.
P: Yok aslında...
J: Hmm... O zaman önce zamanı belirleyelim. Daha sonra ne yapacağımıza karar veririz.
P: Peki öyle olsun...
J: Peki, ne zaman müsaitsin?
P. Bu ara tatildeyim. O nedenle senin okul falan varsa bana uyar.
J: O zaman şu gün buluşalım? Nasıl uygun mu?
P: İyi, uygun... O zamana kadar nereye gideceğimize de karar ver.
J: Tamam ama senin istediğin bir yer varsa oraya da gidebiliriz.
P: !?!?!?! Oldu.

Aslında bu durumda şikayet edilecek bir şey yok. Hatta bunu feci şekillerde lehime kullandığımda görülmüştür. Japon arkadaşlarıma, şuraya gidelim, bunu yapalım, bunu yiyelim dediğimde itirazla hiç karşılaşmadım. Ancak bir süreden sonra bu durum biraz sıkıcı oluyor. "Lan kullanıyor gibi hissediyorum kendimi... Niye hep kararı veren ben oluyorum ki, biraz da ne yapacağımıza onlar kafa patlatsın." derken buluyordum kendimi. Sürekli sizin düşüncelerinize ve fikirlerinize öncelik tanımaları güzel bir şey... Kabul...

Konuşmazlar... Evet, konuşmazlar... Bir Japon'la aynı ortamda olun ve siz bir sohbet açmayın, bu onu rahatsız etmez. Siz soru sorduğunuzda da sorunun cevabını verir ama illa size bir soru yöneltmek zorunluluğunda hissetmez kendini... Özellikle dinlemeyi seven bir insansanız.bazen çok sıkılabilirsiniz.

Bu durum benim için pek problem olmuyordu gerçi. Yeter ki paşa gönlüm konuşmak istesin, mutlaka bir konu bulurum. Hem kendim konuşur, hem de sorularımla karşımdaki insanı konuştururum. Bir hocam bana "Sen asla sıkıcı biri olamazsın." demişti zamanında. Müzede bile gevezelik edecek bir konu bulup, eserler hakkında espriler yaparak, bütün Uzak Doğu ahalisini güldürdüğüm için söyledi galiba. Bu özelliğim nedeniyle Japon arkadaşlarımın da bazen garip bakışlarına maruz kalıyordum.

Alkolü severler ve çok içerler... İçki içmeyi sevmeyen Japon'la tanışmadım henüz. Maşallah, bar olsun, parti olsun bir mekana gidiyoruz, bira gidiyor, tekila gidiyor... O gidiyor, votka-mix geliyor. Kadehler, shotlar birbirini kovalıyor. Alkolle tanışma yaşları çok küçük olduğu içinde genelde dayanıklı oluyorlar. Benim ilk dönem en yakın arkadaşım olan Japon kız bir barmaiddi mesela... Yaşı daha 21 olmasına rağmen maşallahı vardı. Bir gün bir partide tanıştığım bir Japon çocuk da kafam bir an önce güzel olsun mantığıyla, bir elinde dev gibi bir bira şişesi, diğerinde su şişesi, bir ondan, bir diğerinden fırt çekiyordu. Hala hatırladıkça gülüyorum.

Bir akşam, sınıf arkadaşlarınızdan birisi ülkesine döneceği için bir barda veda partisi vermek ister. Siz de kırmamak adına bir ara uğrarsınız. Çocuk sizi mekanda bulunan birkaç kişiyle tanıştırır. Bunlardan birisi de Japon bir kızdır. Kızın görüntü yerindendir. Ayakta durabiliyordur en azından ve gözleri odağını kaybetmiyordur ama bu yaşadığım komik tecrübeye engel olamaz.

J: Oooaaaa! Demek Türksün! Hangi ilden peki?
P: Ankara...
J: Çok güzel... Peki, sen de mi ... okuluna gidiyorsun?
P. Evet, son kuru bitirdim. Bölüme başlayacağım.
J: Ne güzel! Ben daha üçüncü kurdayım... (Hayıflanma...)

5 dakika sonra...

J: Biz seninle tanışmamıştık değil mi? Sen nereliydin?
P: Türküm ben...
J: Ben Türkleri çok severim.
P: ... (Allah razı olsun iç sesi.)
J: Sen de mi ... okuluna gidiyorsun?
P: Evet...
J: Ben daha ingilizce 3. kurundayım...(Hayıflanma)
P. Hı... İyi...

Bir 5 dakika sonra...

J: Aaaaa! Arkadaşlar beni seninle tanıştırmadı. Nerelisin?
P: Türkiye... (Ya sabır iç sesi...)
J: Türkiye'nin başkenti İstanbul'du değil mi?
P: Hayır, Ankara onun doğrusu...
J: Aaa! Doğru ya sen de Ankara'lıydın.
P. ... (Hele şükür bir şeyler hatırlamaya başladı...)
J: Biliyor musun ben hala 3. kuru bitiremedim...
P: ...(Perî'nin yüzünde bir kas seğirmeye başlar ve yavaşça barın başka bir tarafına doğru uzar.)

Bu kızın, neden o gece durup durup beni bulduğu hakkında hiçbir fikrim yok. Ortamda bir sürü Japon da vardı üstelik. Arkadaşımın dediği gibi "Japon mıknatısı" mıyım, neyim anlamadım ki? Neyse kız benimle konuşmasını bitirdikten sonra(!) tuvalete gitti ve ben mekandan ayrılırken hala oradaydı. Hatta bir arkadaşını göz kulak olması için gönderdiğimde ,bana deli gibi kustuğunu söylemişti. Herhalde ondan sonra açılmıştır. Üstelik bu şahıs bu mekandan sonra, bir de gece klubüne gitmeyi düşünüyordu. Gitti mi gitmedi mi orasını bilemem.




Madem kızlarından mevzu açıldı, bari biraz da onların hoşuma gitmeyen birkaç özelliğinden bahsedeyim.

Japon kızları feci makyaj yaparlar... Partileri, barları kast etmiyorum. Oralara makyajsız gelen de vardır bir sorun bence... Neyse sabahın kör bir saati de olsa, bunların yüzlerinden makyaj eksik olmaz. Tamam, ben de yapıyorum ama benim sabahın köründe kalktığımdaki makyaj anlayışım göz altı kapatıcısı-rimel-allık üçgeninden oluşuyor. Bunlar da ise takma kirpikler, kuyruklu eyelinerlar, gölgeli göz makyajları tonla... Hayır, hangi ara kalkıp, makyöz edasında bu kadar şeyi yapmaya fırsat bulabiliyorlar, anlamıyorum ki...

Japon kızları batılı olduğunuz için sizi kıskanabilir... Ahan da bu, benim de beklemediğim bir şeydi. Ben genelde Uzak Doğulular'la takıldığım için onların ortamlarında tek Türk ya da Batılı ben sayılıyordum. Neyse işin özü, bir ortamda batılı sayılabilecek tek kişi sizseniz ve etraftaki erkeklerden haliyle ilgi gördüyseniz ve bu erkeklerin arasında Japon kızları tarafından kıskaca alınmış birileri varsa, enteresan bakışların hedefi olursunuz. İlla erkekler de olması gerekmez, konuşkanlığınız, sevecenliğiniz gibi vasıflar nedeniyle kız ya da erkek ortamda ilgi çektiyseniz dikkat edin derim. Bir dakika önce sizinle sohbet eden kız gitmiş, gözlerini sizden uzağa dikmiş tiplerle karşılaşabilirsiniz.

Benim dikkatimi çekenler şimdilik bu kadar canlar... Onlarla daha çok vakit geçirdikçe daha fazla şey öğrenirim diye düşünüyorum. Umarım bölümümde de Japon birkaç arkadaş bulurum.

Peki, siz Japonlar hakkında ne düşünüyorsunuz? Japon tanıdıklarınız var mı? Dikkat ettiğiniz ilk özellikleri neler?

Bu hafta okulum açılacağı için bayağı yoğun olacağım.
Üstelik bölüme de başlıyorum.
Yazılar o nedenle sekteye uğrayabilir.
Benden söylemesi...
Resimler alıntıdır... 

4 Ocak 2013 Cuma

Bitti... Bitti... {14}



Buraya geldiğimden beri kozmetik dayanmıyor yeminle...Amerika bana yaradı mı nedir? Bitiremiyorum diye sızlandığım ne kadar ürün varsa, bir bakmışım kutusu boşalmış. Neyse gelelim biten ürünlere ve yorumlarıma...

Britney Spears In Control EDT: Bu parfümden bitirdiğim sanırım 2. şişem... Ben koku anlatma özürlüyümdür. Tek söyleyebileceğim bu kokunun benim tenimde hoş durduğu... Özellikle kışın bıraktığı etkiyi seviyorum...

Burberry Touch EDT: Bu kokuyu bilmeyen yoktur herhalde. Burberry denince akan sular duruyor zaten millette. Ben ilk kez kullandım. Arkadaşlarım çok beğendiklerini söylediler. Belki tekrar alırım, bilmiyorum.

Laneige Water Bank Essence: Laneige'in, ben şu essenceini çok beğenerek kullanıyorum zaten. Bu da güzel bir üründü ve San Francisco gezim boyunca bu ürünü kullanmıştım. Tavsiye edebilirim.

Laneige Water Bank Gel Cream: Bu ürünü de cildi güzel nemlendiriyor. Gerçi çok kuru ciltler için pek önerebileceğim bir ürün değil bu... Daha çok normal ya da karma ciltlere yönelik...

Victoria's Secret Kalem Ruj: Üzerindeki yazılar silindiği için tam adını hatırlamıyorum ama ben bu üründen çok memnun kaldım. Dudakları çok güzel nemlendiriyor. Kurutmuyor. Bendeki rengi çok nötrdü ama dudaklarımdaki halini çok beğenmiştim. Büyük ihtimalle tekrar alacağım.

MUFE Lift Concealer: Şurada ayrıntılı bahsetmiştim. Bir daha almam sanırım. Daha denenecek çok ürün var çünkü...

L'occitane Shea Butter El Kremi: Bu kreme bayıldım resmen, bayıldım. Kokusu güzel, hemen emiliyor, elleri pamuk gibi yapıyor, yağlı bir his bırakmıyor, daha ne olsun. Zaten dünyanın en iyi el kremi seçilmiş. Kesinlikle tavsiye ederim.




Body Shop Chocomania Duj Jeli: Bu seriye bayıldım. En kısa zamanda ayrıntılı yazısını yazacağım. Beklemede kalın...

Exotic Blend Avustralian Bronzer: Eski oda arkadaşım bırakmıştı kullanmam için. Öğrenci evlerinde hep yaşanan durum malumunuz... Kokusu çok güzel, 8 koruma faktörü var. Güzel de bir bronzluk veriyor. Belki ben de alabilirim.

Skin Food Deep Sea Water Tonik: Şurada detaylı açıklaması var zaten. Bir daha almam sanırım. Alırssam da tam set almayı düşünüyorum.

Secret Koltuk Altı Deodorantı: İkinci kutum... Güzel bir ürün ama Nivea roll-onların yanından geçemez. Daha iyisini de bulamadım gerçi...

Body Shop Chocomania Body Scrub: Bu da yine ayrıntılı anlatılacaklar listesinde... Bekleyin anacım...

Ürünler hakkında sorularınız varsa yorum bölümünden atabilirsiniz...

1 Ocak 2013 Salı

CLIO: Small Face BB Cream + Shimmering Base




Clio deyince araba markası gibi oldu ama bu markanın bilinmemesinn sebebi, Kore'de öyle diğer markalar gibi her yerde satılmaması... Drugstore değil anlayacağınız... Ancak bu markanın kötü olduğu anlamına gelmez. Tam tersi beğendiklerim arasına girmeyi başardı...

Ne zamandır bu üründen bahsedeceğim ama bir türlü sıra gelmedi. Amerika'ya ilk geldiğim dönemlerde sürekli bu bbyi kullanıyordum. Gerçi denediğim her bb cream gibi bu da cildimle aynı renk tonunu tutmasa da üstüne geçtiğim bronzer tarzı pudralarla durumu eşitliyordum anlayacağınız.

Hadi size -bilmişliğimi belli edeceğim ya milletin yaptığı gibi- marka dillerinden konuşayım biraz da. MAC fondötenlerde NW35'e denk gelen bir cildim var. Klasik Türk cildinin NC20 ya da NC25lerde olduğunu okumuştum bir yerde. Haliyle cildimin gayet koyu bir tonu olduğunu fark etmişsinizdir. MUFE kullananlar varsa da, o markada da N127'e denk geliyor. En azından son kullandığım fondöten öyle...

Mayısın sonunda Los Angeles'a ayak basmış bir şahıs olarak, güneşi ve benim de bronz bir teni sevmem dolayısıyla bir ay gibi bir süre zarfında kullanabildim bu ürünü. Sonunda zaten koyu olan cildim melezleri andıran bir hal aldı. O nedenle rafa kaldırmıştım. Neyse gelelim benim yorumlarıma...




Small Face BB Cream: Sanırım denediğim bb creamlerden en koyu tona sahip olanlardan birisi buydu. Ürün 50 ml ve klasik bb krem ambalajında geliyor, bu nedenle de çok hijyenik... Küçük bir parça bile bütün yüzünüze uygulamaya yetiyor. Kuru cilde sahip olanlar düşünmeden alabilir. Cildinizi kurutmuyor, tahriş etmiyor. Neyse kremin SPF50+ özelliği olduğu için kullandığım günlerde ayrıyeten başka bir güneş koruyucusu sürmeme gerek kalmadı. Aynı zamanda kırışık karşıtı özelliği de mevcut olduğundan ileriki yaşlarda olan bayanlar için de gayet uygun bir ürün... Dahası cilt beyazlatma özelliği de varmış ama ben düzenli kullanmadığım ve güneşlenmeyi sevdiğim için bu özelliği hakkında yorum yapamıyorum.   

Ben bu ürünü Mehron süngerimle uyguladım. Sonuç çok daha güzel oldu. Size de tavsiye ederim bu süngerlerden edinin, fırçalara göre çok daha kullanışlı... Kremin aşağıdaki gibi bir tonu var. Ben aslında kullanacağım fondötenlerde cildime renk vermesi açısından pembe alt tonu olanları alıyorum. Ancak bu ürün benim cildimi renksiz gösterdi, o nedenle başka ürünlerle karıştırıp kullanmayı tercih ediyorum şu sıralar...

İşin fiyat kısmı var tabi ki... Bu krem diğer markaların bblerine göre biraz daha tuzlu... Şu an için ebay fiyatı 27 dolar civarında... Tavsiye eder miyim? Eğer bb cream seviyorsanız bence bir şans vermelisiniz. Ben diğerlerine göre daha çok beğendim zira...




Shimmering Base: Ne yalan söyleyeyim benim bazlarla aram hiç iyi olmadı. Seveni var, onsuz yapamayanı var ama ben zaten makyaj yüzümde 12 saat dursun mantığında olan bir insan değilim. Zaten cildimde çok büyük sorun da yok. O nedenle bu tarz ürünleri de hep gereksiz gördüm. Almadım, almak istemedim. Bu baz da benim ilk fondöten ya da bb bazım oluyor. Bu yüzden genel bir yorum yapacağım.

Bir kere ürünün çok güzel bir kokusu var, bayıldım resmen. Benim gibi kuru cildi olup da yüzünüze fondöten ya da bb sürdüğünüzde çok mat duruyor diyorsanız, hah işte bu baz tam size göre... Zaten ürünün üzerinde "Water Shiny Skin Effect" yazıyor ve bunu tam anlamıyla yerine getiriyor. Yüzünüze sürdüğünüzde hafif, inci beyazı bir ışıltı ediyorsunuz. Üstelik nemlendiriyor da... Üzerine fondöteni geçip ten makyajınızı tamamlıyorsunuz. Gerçi benim manyaklıklarım çoktur. Canım sıkıldığı günlerde üç-beş ürünü karıştırıp cildime uyguladığım çok oldu. Ne yapabilirim ki, tenimle uygun tonda ürün bulamıyorum.

Ürün 60 ml, gayet bereketli bence... Ayrıca ambalajı nedeniyle çok da hijyenik... Fiyatını tam hatırlamıyorum, şu anda ebay'de de satışı olmadığı için bir şey söyleyemem. Ancak denemeniz tavsiye edilir...

Peki, siz bu ürünlerden kullandınız mı? Clio markasını daha önce duymuş muydunuz?   


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...