30 Eylül 2011 Cuma

Perfume: The Story of a Murderer


Uzun zamandır, hatta birkaç sene de diyebilirim, listemde olan bir filmdi. Özellikle Alan Rickman'ın da kadroda olduğunu görünce özel olarak seçmiştim. Dün akşam oturup izleme fırsatı buldum.

Önce konusu: Grenouille, kokulara karşı inanılmaz bir duyarlılığı olan ama bunun haricinde hiçbir duyusunun gelişmemiş olduğu çok ilginç bir adamdır. İstediği kokuları elde edebilmek için her türlü çılgınlığı yapmaya hazırdır; cinayet işlemek de dahil...

Az da olsa koku salan herşeyin ve herkesin kokusunu alabilen bu sıradışı ve dahi karakter, bir gün kendi kokusunun olmadığını anladığında hayatının tüm anlamını yitirir. Bu 'hayati' önemdeki eksikliğini giderebilmenin tek yolunun, kendisine insanmış izlenimi verebilecek kokular üretip sürmesi olduğunu düşünür. İnsan kokuları yaratabilmek için de insanlara ihtiyacı vardır.
Divxplanet

Film, 18. yüzyılda geçiyor ve tarihi bir dokusu da olduğu için dikkatimi çekmişti açıkçası. Dönemin yaşamını, kıyafetlerini, koşullarını yansıtan filmleri zaten çok seviyorum. Kadınların vazgeçilmezi parfüm de işin içine girince hayır denilmeyecek bir yapım ortaya çıkmasını beklemiştim. Nitekim ilk dakikalarda beni şaşırtmadı.

O kadar film izledim ancak bunun kadar güzel başlayıp, sonunda batıran bir film daha görmemişimdir. Bu kadar orjinal bir başlangıç yapıp, sonunda nasıl batırmış yönetmen ben anlayamadım. Daha doğrusu anlamak istemedim. Sonu da sürpriz olsun sizin için...

En önemli özelliği ise katilimizin çok orjinal olmasıydı. Cinayetleri işlerkenki soğukkanlı davranışları, kurbanlarına bir sanat eseri gibi yaklaşması, belli bir amacının olması ve ona göre hareket etmesi, filmi kült filmlerden birisi haline getirebilirdi. Ancak sonlara doğru batırılan bir senaryo olunca filminde tadı kaçtı.

Tavsiye eder miyim? Eğer sonunda bana küfür etmeyecekseniz izleyin derim. Ancak çok bir beklentiniz olmasın. Peri'nin notu ise 10 üzerinden 6...

Son olarak bir not; Alan Rickman'ı kızıllarla bir araya getirme gibi bir dertleri var sanırım. HP'deki Lily'de kızıldı, burdaki kızı Laura da kızıl olduğuna göre eşi de kızıldır diye düşünüyorum.

29 Eylül 2011 Perşembe

True Blood: 4. Sezon da Final Yaptı


Bir dizide daha sezon finali yaptık. True Blood 4 sezondur yayında ve her sezon başı beni hayal kırıklığına uğratacak mı diye düşünürken -ki birçok dizide bunu yaşadığım çok oldu- hep tam tersi oluyor.

Sanırım True Blood izleyicisinin ya da izlemeyi düşünenlerin en fazla aklına takılan soru kitaplarla arasında ne gibi benzerlikler olacağı. Hal böyle olunca eğer aynı şey anlatılacaksa neden izleyeyim ki diye düşünüyor insan. True Blood konu ve karakterler bakımından kitapla aynı çizgide gitse de olaylar bakımından hep farklı bir bakış açısı sundu bize. 4 sezondur bunu çok iyi bir şekilde gördüm ben.

4. sezonda konu olarak kitapla paralellikler gösteriyordu ancak senaryo öyle bir şekilde işlenmiş ki seyirci olarak hepimiz şaşırmadık değil. Özellikle yan karakterlerle -Marnie, Antonia, Lafayette'in hemşire erkek arkadaşıyla- konu iyice genişletilmişti.

Cadılar bu sezon baş roldeydi. Kitapta basit ve pembe yönünü gördüğümüz büyü gücünün dizide çok daha karanlık yanlarını gördük. Cadı ve vampir savaşlarına değinilmesi ise ayrıca hoşuma gitmişti. Tarihin tekerrür etmesi, reenkarnasyon, medyumlar bolca vardı bu sezon ve görünen o ki yeni sezonda da karşımıza çıkacak gibi...

4. sezon Bill'in önceki bölümlerde yerle bir olan karizmasını tamir etmeye yönelik yazılmış sanki. Kral olması, düzelen saç, sakal traşı, hal ve hareketleri, bunun birer kanıtı. Eric'in tarih yazacağı bir dönem olacağı için senaristler sanırım onu çok yüceltmek istememişler seyircinin gözünde. Yazar onu öldürürse -ki böyle bir olasılık ben düşünemiyorum- Sookie'ye bir aday bırakmak istemişler sanırım.

Eric'in kafayı yediği ve Sookie'yle aralarının iyi olduğunu az çok biliyoruz zaten. Ancak dizideki bazı sahneler itiraf etmek gerekirse çok saçmaydı. O görülen rüyalar, sonra birbirleri hakkında söyledikleri falan nedense bana kitaptaki aşkı yansıtamadı. Tamam, sahneler artırılmış, konuşmalar daha fazlaydı ama ben o enerjiyi alamadım.


Daha önceki True Blood hakkındaki yazımda artık Sam'in ailesinden sıkıldığımı söylemiştim. Sanki duymuşlar gibi tüm aileye dizide katlettiler. Zaten bir sevdiğim, bir de sevmediklerimi öldürüyorlar. Arada kalanlara bir şey olmuyor.

En fazla üzüldüğüm ise sanırım Lafayette'in erkek arkadaşıydı... Gay ilişki de yaşasalar, adamın kendini feda etmesi beni bitirdi desem yeridir. Eric ve Bill'in Sookie için hayatlarından vazgeçmesinden daha anlamlıydı bence bu. Üzüldüm doğrusu...

Son olarak Jason ve Jessica ikilisine iki kelam etmek istiyorum. Dizi başladığından beri önüne gelen her dişiye kanca atmış bir kişiydi Jason. İlk defa gerçekten bir kadına dokunmamasını istemiştim. Hoyt onun arkadaşı olduğu için değil. Jessica'yla arkadaş tavrında konuşmaları daha tatlıydı. Bana, Jason'ın da kız arkadaşları olabileceğini göstermişti. Ancak ne yazık ki yanılmışım. Her ne kadar sevdiğim bir karakter de olsa bendeki puanını düşürdü.

Eğer bu diziyi seviyorsanız 4. sezonu da izlediğiniz için pişman olmayacaksınız. Peki, izleyenler neler düşünüyor? Görüşleri alalım...

Resimler: TrueBloodWiki



28 Eylül 2011 Çarşamba

Game Of Thrones: Her Bölümü Film Tadında Bir Dizi


"You win or you die..."

Game Of Thrones uzun zamandır listemde olan bir diziydi. Sağolsun Falsolu kul'un da önerisiyle CNBC-E diziyi yayınlamayı bitirmeden ben ilk sezonu 3 günde izleyip bitirdim. Dizi, George R. R. Martin'in Buz ve Ateşin Dansı adlı serisinden uyarlanan fantastik bir dizi... Kitabı henüz okumadım ama listeme eklediğimi söylemeliyim. O nedenle benzerlikler ve farklılıklar açısından bir yorum yapamayacağım.

Hem oyuncu kadrosu hem çekim teknikleri hem de konusuyla izleyiciyi etkileyen bir dizi olduğunu söyleyebilirim. Zaten dizi HBO adlı kablolu Amerikan kanalına ait. Sürekli takip ettiğim diğer dizisi de True Blood'du. Sanırım HBO'nun yapımlarını gözü kapalı seçip, izlemeliyim artık.
  
Konusu: Efsanevi Westeros topraklarını kontrol edebilmek için 7 soylu aile savaş vermekte, politik ve cinsel entrikalar çevrilmektedir. Bu aileler arasında, Stark, Lannister ve Baratheon aileleri öne çıkmaktadır...

Westeros kralı Robert Bratheon, eski bir arkadaşı olan Eddard Stark'a sağ kolu olması için teklif götürür. Eddard, kendinden önceki sağ kolun öldürüldüğünden şüphelendiği için, bu olayı araştırabilmek adına teklifi kabul eder. Sonra ortaya çıkar ki birden fazla aile tahta göz dikmiştir.

Büyük denizin diğer tarafında ise, asırlardır hüküm süren ve Baratheon ailesi tarafından tahttan indirilen eski Targaryen ailesinin sağ kalan üyeleri de tekrar yönetimi ele alma planları yapmaktadır. Bu ve Greyjoy, Tully, Arryn, Tyrell ailelerinin de bulunduğu bir savaş başlar. Bunlar olurken, kuzeyde ise, eskilerden kalma bir kötülük uyanmaktadır. Savaş ve politik kargaşaların ortasında, insan ırkı ve bu dehşet karşısında duran tek şey ise, kendini dünyadan dışlayıp, kuzeyde kaybolan Gecenin Bekçileri'dir... Alıntı: Divxplanet


Dizinin benim için en ilgi çekici yanı hayranı olduğum oyunculardan birisi olan Sean Bean'in de başrolde olmasıydı. Kendisini ağız tadıyla izlediğim pek olmaz. Nihayetinde hep öldürüyorlar adamı. Dizinin sonuna kadar tadını çıkara çıkara izledim. Sean Bean yerine başka bir oyuncu olsa da dizi ilgi çekici yanını kaybetmezdi benim için ama bu kadar da etkileyici olmazdı.

En önemli etkenlerden birisi cinsellik ve şiddet dozuydu. Bir-iki yerde hatta ünlü bir köşe yazarının dizi hakkındaki yazısında, Spartacus'ten daha fazla cinsellik içerdiğini okumuştum. Vallahi yalan olmuş. Tamam, kabul ediyorum. Cinsellik var. Üstü kapalı da değil ama Spartacus'teki kadar ağır da değil. Her sahnede yok. Belli başlı yerlerde var. CNBC-E'nin makasladığı yayınları izleme fırsatım olmadı ama Spartacus kadar zorlandıklarını söyleyemem.

Cinsellik olarak belki sizi ensest ilişkiler rahatsız edebilir ki beni etti. Bu uyarımı yapmak istiyorum. Sonra söylemedi demeyin sakın.


Gelelim başlıca karakterlere... Lord Stark ve eşi Lady Stark... Birbirlerini deli gibi seven iki çift onlar. Belki de dizideki en onurlu karakterler... İkisi de dostlarına bağlı ve gerektiğinde ceza çekmeye de razılar. Kuzeyde, güneyin karmaşasından uzakta çocuklarıyla birlikte olmaktan mutlu olan bir aile Starklar...

Lord Stark rolünde bana Boromir'i hatırlatsa da baba figürü olarak görmek beni ayrıca sevindirdi. Sean Bean'in altından kalkamayacağı rol olduğunu düşünmüyorum zaten.  Lady Stark rolünde Harry Potter fanlarının tanıyacağı bir isim var. Hermione'nin annesini canlandıran Michelle Fairley göze çarpıyor. Ancak kadının sesini hiç beğenmedim. Her an boğazına biri yapışmış, sıkıyor hissi verdi bana nedense...


Targaryenlerin sonuncuları Viserys ve Daenerys Targaryen... Fiziksel olarak ne kadar benzeseler de karakter olarak iki zıt kişiyi gördüm ben diziyi izlerken. Daenerys ne kadar iyi kalpli, saf ve güzelse, erkek kardeşi de o kadar kaypak, kendini bilmez. Üstelik hiçbir özelliği yokken sadece adıyla övünecek kadar da aşağılık birisi. Kız kardeşini Khal Drogo ile evlendirerek ordularını kullanmayı planlıyor. Ancak planının pek işe yaradığını söyleyemeyeceğim.

Aksine Daenerys Targaryen'i ise sevmeyecek izleyici tanımam. Fedakar yönü bir yana, zamanla oturan karakteri, gücünü fark etmesi, yönetici kişiliğinin yanında merhametiyle de dizideki favorilerim arasına girdi. İkinci sezonda bu özelliklerini daha fazla göreceğimi düşünüyorum şahsen.


Dizideki favorim Lord Stark'ın bastard lakaplı oğlu Jon Snow... Kendisine Türkçe'deki p.ç kelimesiyle hitap etmeyi hiç istemiyorum çünkü biz de o tabir genelde ters anlamda kullanılıyor. Lord Stark, savaşa gittiğinde orada tanıştığı bir fahişeyle aylar boyunca birlikte olmuş. Kadın hamile kalmış ve sonunda kuzeye kucağında Jon Snow'la birlikte dönmüş.

Diğer kardeşlerin aksine Jon Snow içlerinde en merhametli, en güçlü ve en erdemli olanı... Arkadaşıyla yaptığı bir konuşmada birlikte olacağı fahişenin kucağında kendisi gibi bir bebek görmek istemediği için ona dokunmadığını söylemişti. Dahası kardeşleri için her şeyi göze alabilen korumacı bir yanı da var. İlerleyen bölümlerde onu bir kıza aşık olarak görmeyi çok isterdim doğrusu.   


Kral Robert Baratheon... Lord Stark'ın en yakın arkadaşı, hatta kız kardeşi ölmese akraba olacaklarını da öğreniyoruz dizide. Robert daha çok acınacak bir karakter. Etrafında dönen dolaplardan haberi yok. Üstelik kral olmak onu kör etmiş gibi... Açıkçası bir daha görmeyeceğim için üzüldüğümü söyleyemem.


Robert Baratheon'un eşi Kraliçe Cersei Lannister... Her yapımda kaltak diye tabir ettiğimiz karakterler kesinlikle vardır. Bu seride de Cersei o görevi üstleniyor. Kralın arkasından çevirmediği dümen kalmamış. Tahta kendi ailesini oturtmak için yapamayacağı şey yok. Ensest ilişkiler de dahil... 

Kraliçeyi canlandıran Lena Headey'i daha önceleri 300 Spartalı ve Terminator: The Sarah Connar Chronicles'da izlemiş ve çok sevmiştim. Burada da kendi üzerine düşen rolün altından çok iyi kalkmış.

Jamie Lannister... Lannister ailesinin yakışıklı, savaşçı oğlu... Bizim tabirimizle ailenin göz bebeği... İki krala hizmet etmiş ve dizide öğreniyoruz ki ilk kralı sırtından bıçaklayarak öldüren de oymuş. Pek güvenilir birisi değil. Ancak dizi için kesinlikle gerekli...   


Favorimi en sona sakladım. Tyrion Lannister, Lannister'lerin cüce oğlu... Çoğu zaman ailede leke gibi görünse de aslında içlerinde en zeki olanı diyebiliriz. Zor anlarda aldığı doğru kararlarla dipsiz bir kuyudan çıkmayı bile başarabilir. Cüce olmayı başta çok kafasına taksa da bunu avantaj olarak kullanabilmeyi de biliyor. 

Kendisinin söylediği ve benim çok beğendiğim bir kaç sözü:

"Cüce olmaktansa, zengin bir cüce olmak daha iyidir. " 

"Ölüm sadece bir seçenek... Ancak yaşam birçok olasılık içerir."

Tyrion ve Jon Snow'un kelime oyunları içeren sahnelerini kesinlikle izlemenizi tavsiye ederim. Öyle ki Tyrion bir yandan bastard olduğu için Jon'la dalga geçiyormuş gibi görünse de daha sonraları anlıyoruz ki aslında Jon'a bunu bir avantaj olarak kullanabilmesi için öğüt veriyor. Bu da Tyrion'ı ne kadar Lannister olsa da onurlu birisi yapıyor. En azından benim gözümde...

Zaten bu rolüyle Emmy ödülü alan Peter Dinklage'yi de ayrıca kutlamak gerekir. Bir yerde diziye konuk oyuncu olan Sibel Kekilli ile seviştiği için ödül aldığı yazılmış. Ne desem bilemedim. O zaman Sibel Kekilli ile yatağa her girene ödül verilsin. Her yönetmen de onu oynatsın yapımlarında. Bir oyuncunun yeteneği ve çalışması ancak bu kadar ucuza alınabilirdi.

Game Of Thrones benim favorilerime giren bir dizi oldu ilk sezonuyla... İkinci sezonunda favori oyuncumun olmayacağını bilmek beni çok üzse de -ki madem öldüreceksiniz neden afişte onun resmini koyuyorsunuz- yeni sezonu dört gözle bekliyor olacağım. Özellikle savaş sahnelerini bolca göreceğimden eminim. İlk sezonda geçiştirilen, umarım ikinci sezonda layıkıyla yerine getirilir.

Peri'nin puanı mı? 10 üzerinden 9... Oyuncuları, çekim teknikleri ve elbette konusu için...

Yoksa siz hala Game Of Thrones'i izlemediniz mi? İzlediyseniz fikirleriniz neler?

26 Eylül 2011 Pazartesi

Shall We Dance: Dans Kıyafetleri Büyülesin Sizi!


Bugün bol resimli bir post sizi bekliyor. Önce bir uyarı yapalım. "Moda ile ilgili bir yazı değildir." Eğer bir aksilik çıkmazsa 50 sene sonra da bu yazıyı okuyup, kendinize bir şeyler seçebilirsiniz.

Dans hakkındaki her şeyi çok seviyorum. Tango favorim olsa da her türü ilgimi çekmeyi başarıyor. Kıyafetleri, ayakkabıları, kullanılan aksesuarlar da çok güzel, çok farklı...

Geçenlerde, çok uzun zaman önce izlediğim bir film olan "Shall We Dance" aklıma geldi ve oturup sevdiğim sahneleri bir kez daha tekrardan izlemiştim. O sırada filmde kullanılan elbiseler dikkatimi çekti. Hem gündelik gibi duruyor ama bir yandan da çekici bir tarafı var hepsinin.

İlk beğendiğim bu siyah elbise... Önden gayet sıradan görünse de sırt dekoltesi can yakacak cinsten. Eğer bu tarz bir elbise arıyorsanız ya da ola ki bir gün ihtiyacınız olursa Ebay'de "Ujena Mambo" olarak aratın. Mutlaka bir şeyler bulursunuz.




Aslında buna elbise denmemeli... Altı bizim gündelik kullandığımız, en azından ben kullanıyorum, ince kumaşlardan yapılan, capri, bol paçalara benziyor. Bluz beni daha çok çekti desem yeridir. Sırt kısmındaki bağlamalı kısmı çok sevdim.




Benim favorim ise bu lila rengi elbise... Filmde Richard Gere ile olan tango sahnesinde bu elbiseyi giymişti Jennifer Lopez... Aslında elbise demek yanlış olur. Dikkat edildiği zaman bluz ve etek olarak iki parça karşımıza çıkıyor. Etek parçalı, derin yırtmaçlı... Dans ederken çok rahat etmenizi sağlayacak cinsten. Göğüs dekoltesini ise ayrıca sevdim. Ancak bu parçanın tek olduğu söyleniyor. Ne kadar aradıysam da ne yazık ki bulamadım. Gidip bir terziye diktirmek daha doğru olur.

Kıyafetleri nasıl buldunuz? En çok hangisini beğendiniz?  




24 Eylül 2011 Cumartesi

Sean Bean: Kötü, Soğuk ve Çok Çekici...


Peri'nin kitap okumak, film izlemek ya da kozmetikleri karıştırmak dışında dayanamadığı başka bir şey var mı derseniz, hemen söyleyeyim. O da ekranlardaki kötü, soğuk ama yakışıklı adamlar...

Doğamızda mı var, yoksa benim kendi kuruntum mu bilmiyorum. Kötü, soğuk, kendini beğenmiş erkekler hep dikkatimi çeker. Hatta mıknatıs misali filmlerde onların çıktığı sahnelerde ekrana yapıştığım da çok olmuştur.

Sean Bean de onlardan birisi sadece... Mimikleri, ekrandaki duruşu, elli sene İngilizce çalışsam gene de beceremeyeceğim o garip, iç gıcıklayıcı aksanı beni benden alıyor. Evet, babamdan daha yaşlı... Evet, başrolde oynadığı milyon dolarlık çok fazla film yok. Evet, kimisine göre yüz yapısı falan pek ilgi çekici sayılmaz. Ancak kendisini izlediğim tüm filmlerini düşünürsek, bunlar benim aşık olmam için neden değil.


Türk izleyicisi Sean Bean'i, Yüzüklerin Efendisi filmindeki Boromir rolüyle tanımıştı. Hatta o kadar zaman geçmesine rağmen yeni yapımlarda adı anılacağı zaman Boromir adıyla anons ediliyor. Hatta ve hatta geçen aylarda bir film çekimi için İstanbul'a gelmesini bir gazete "Boromir İstanbul'da" başlığıyla duyurmuştu. Kebap falan yemiş burada. Resimlerini görmüştüm. Hem de çatal, bıçakla değil. Elle... Neden biz elle yemek yerken sorun olmuyor da, bir artist yapınca kocaman başlıklar atılıyor, anlamıyorum. O, sanki insan değil de uzaylı mübarek! Benimse bu konuda tek söyleyebileceğim şu: Oh! Afiyet, bal, şeker olsun... Bir dahaki sefere de benimle olsun. İnşallah!

Kendisi birçok yapımda yer alsa da benim de onunla tanışmam Yüzüklerin Efendisi ile oldu. O zamanlar film yeni vizyona girmiş. En yakın arkadaşımla, on beşlik iki kız düştük yollara... Eskiden sinema dünyasını bu kadar yakından takip etmezdim. Kim, hangi filmde oynamış umursamazdım da... Sadece git, izle, gör sonra da arkadaşlarınla tartışmalarını yap. Her neyse başta kötü bir karakter sergilese de Boromir'in öldüğü sahnede ağladığımı hatırlıyorum. Hatta arkadaşıma çaktırmamak için bayağı uğraşmıştım. Neyse ki gözlerim zaten rahatsız olduğu için çıkışta alt yazının mahvettiğini söylemiştim. Gençlik zamanı işte... Utanılacak ne varsa... Hey Allah'ım...


Boromir'in ölüm sahnesi zihnimde öyle bir yer etmiş olmalı ki, Sean Bean'in oynadığı tüm yapımlarda sanki başka bir adam rol yapıyordu. Mesela The Island'daki doktor karakterini Sean Bean değil de çok farklı, bambaşka bir oyuncu canlandırdı benim gözümde. Mesela ikiz kardeşi falan olabilir.

Daha sonraları kendisini Flight Plan, Equilibrium, The Island, Troy gibi yapımlarda izledim. Genelde yönetmenler bu oyuncunun kapısını; ya ona kötü, zalim, acımasız 21. yüzyıl antikahramanı ya da tam tersi mistik çağların öykülerinde yaşamış, iyi, kendini feda eden kahraman görevi düşeceği zaman çalıyorlar.

En sinir olduğum noktası ise, iyi ya da kötü olsun oynadığı karakterlerin filmin sonunu ne yazık ki pek görememeleri... Hangi filmine başlasam, ağız tadıyla sonunu getiremiyorum. Gitti, yine öldürdüler adamı şeklinde hüzünlü hüzünlü bitiriyorum yapımı. Özellikle Equilibrium'da canlandırdığı rahip  karakteri daha ilk sahnelerde ölerek beni acılara salmıştı. Üstelik aktörün en yakışıklı dönemi olarak 2002 yılını gösterebilirim.

Öyle ki net dünyasında küçük bir araştırma yaparsanız benim gibi bu durumdan rahatsız olan çok kişi bulursunuz. O kadar da emin konuşuyorum. Facebook'ta Sean Bean'i öldürmeyin adı altında bir grup bile kurulmuş. İstersenz üye olabilirsiniz.


Sean Bean'i en son Game Of Thrones adlı dizide Lord Stark olarak izleme şansı bulabildim. Onu her zaman, tek başına savaşırken gördüğüm için baba rolünü başta yadırgasam da hem oyunculuk yeteneği, hem yaşının getirdiği fiziksel özellikler, hem de saç ve makyajla rolün altından ustalıkla kalkmış. Diziyi bitirdiğim zaman bizim Boromir baba olmuş, kral olmasa da lordluğa yükselmiş demiştim.

Kendisine yapılan bir haksızlığa da değinmeden geçemeyeceğim. Oynadığı onca filme rağmen düzgün bir ödül alamamıştır. Oscar'ı bir an evvel evine götürmesini diliyorum.


Son olarak aşk hayatına da değinmeden edemeyeceğim. Kendisi 4 kez evlenip boşanmış. Evet, Seda Sayan'a rakip olabilir bu konuda. Şu an Playboy Tavşanı April Summers'la birlikte... Kızla aralarındaki yaş farkı ise oldukça fazla. Tam 30 yıl...

İkili hakkında son çıkan bir dedikodu da şu yönde: Bir bar çıkışı Summers'a saldıran birkaç kişiyi Sean Bean engellemek istemiş. Bu sırada kolundan ve yüzünden yaralanmış. Kargaşanın son bulmasından sonra bara geri dönen Sean Bean ilk yardım dolabı isteyip, yaralarıyla kendisi ilgilenmiş ve sonra da bir içki söyleyip akşamına devam etmiş. Merak edenler videoya tıklayarak detaylı bilgi alabilir. Ayrıca, ilginç bir şekilde videoya yapılan yorumlarda çok farklı yönde... Kimisi kızı yaşındaki biriyle olduğu için onu ayıplamış, kimisi ne olursa olsun yanındaki kadını koruduğu için ona sahip çıkmış.

 

Bu kadar dedikodu yeter diyerek, son olarak canlandırdığı karakterlerin öldüğü yapımlardan birkaç kareyi sizlerle paylaşıyorum.

Peki, siz Sean Bean hakkında ne düşünüyorsunuz? En çok hangi role onu yakıştırdınız?



21 Eylül 2011 Çarşamba

Ebay'den Mehron Face Smoothie Sponge Alışverişi


Yasak başladığından beri hiç alışveriş yazısı yazmamışım. Yurt dışından alışverişin yasaklanmasıyla ilgili edindiğim son bilgileri de şu yazımda size iletmiştim. Eh bu paketim sağ salim elime ulaştığına göre bir şeyler yazabilirim diye düşündüm.

Ne zamandır birçoğumuzun bildiği beauty blenderdan almak istiyordum. Ancak Ebay'de bulduğum rakamlar bana çok saçma gelmişti. Ya fiyatı olduğundan çok yüksek göstermişler ya da kargoyu aşırı şişirmişler. Hal böyle olunca ben de alternatiflerine yöneldim. Sonia Kashuk'a ait sünger satan bir satıcı buldum ancak onun feedbacklerinde de sahte olduğuna dair iddialar okuyunca soğumuştum. Sonra tesadüf eseri Mehron'un bu ürününü buldum.


Mehron, daha çok sahne ya da profesyonel makyaj için ürünler üreten bir marka... Pink, Hilary Duff, Black Eyed Peas gibi ünlüler tarafından tercih ediliyor. Hal böyle olunca kötü değildir herhalde diye düşünüp sipariş vermiştim.

Ben ürünü splurge_studios_miami_usa adlı satıcıdan aldım. Zaten kendisi dışında başka kimsede yok bu ürün. Fiyatı da makul diyebilirim. İki süngere kargosu dahil 24 dolar ödedim.


Bu ürün hakkında net ortamında ne yazık ki düzgün bir yazı bulamadım. Sadece şurada beauty blender ile bir karşılaştırma yapılmış. eğer bir gün beauty blender ya da Sonia Kashuk edinirsem kesinlikle bir karşılaştırma yazısı yazacağım.

Satılık: Kadınların Hikayeleri Farklı, Acıları Aynı


Çöl Çiçeği'den sonra dünyadaki kadın sorunlarıyla ilgili düzgün bir kitap okumamıştım. Bu kitabı Nice Kitabevi'ndeki bir arkadaşın önerisiyle almıştım ve iyi ki almışım diyorum.

Kitap incecik bir şey... 145 sayfa... Ancak içinde taşıdığı konu o kadar ağır ki Türkiye'de de -özellikle son zamanlarda sıkça dile getirilen- kadın cinayetleri, kadınlara uygulanan şiddet, cinsel istismar gibi ağır konuları ele almış.

Kitapta, Nepal'in küçük bir dağ köyünde, annesi, üvey babası, küçük kardeşiyle birlikte yaşayan 13 yaşındaki Lakshmi'nin başından geçen talihsiz olaylar anlatılıyor. Tek hayali, teneke bir çatı ve belki küçük kardeşine bir avuç şeker almak iken, büyük şehirden gelen bir kadının onu hizmetçi olarak satın alması ile kendini bir anda Hindistan'ın genelevleriyle ünlü bir bölgesinde, kadın ve çocuk istismarcılarının elinde buluveriyor.   

Küçük hayalleri olan küçük bir kızın, o çaresiz günlerde küçük şeylerle nasıl mutlu olduğunu görebiliyoruz. Örneğin, anlamadığı dilde yazılmış bir kitap, hediye edilen eskimiş bez bir bebek gibi... Çocuk olduğunu asla unutmayan bir kız Lakshmi...

Coğrafi koşullar olarak bize göre dünyanın bir ucu da olsa insan düşünmeden edemiyor. Her yerde aynı şiddet, aynı zulüm mü var acaba diye... Son günlerde fragmanları televizyon kanallarında dönüp duran yeni bir dizi de gündemde. İlk bölümlerini Mahsun Kırmızıgül'ün çektiği dizinin konusu da bu kitaba o kadar yakın ki...

Gelelim son olarak kitabın edebi yönüne... Kitabın konusu ne kadar ağırsa, anlatımı da o kadar basit, kuru... İnsana zevk vermiyor. Benzetmelerin bazıları çok iyi ve yerinde olsa da yavan bir anlatımın önüne geçememiş yazar. Aslında çok yüklenmemek gerekir. Sanırım 13 yaşındaki bir kızın dilinden anlatım yaptığı için günlük tarzında bir anlatım sergilemiş ama ben sevemedim. Konunun hakkını vermeliydi.

Anlatımı şimdiki zamanda yazılmış. Ben de bir zamanlar şimdiki zamanla bir-iki hikaye yazmış biri olarak yadırgamadım. Ancak alışık olmayanlar için bazı cümleler anlaşılmaz gelebilir.

İki günde bitirdiğim bir kitap bu... Peri'nin notu ise 10 üzerinden 5... Konusu için elbette... Tavsiye eder miyim? Kesinlikle göz atmanızı isterim.

Peki, sizin kadın ve çocuk istismarına yönelik okuduğunuz bir kitap var mı? Tavsiye edebilir misiniz?


20 Eylül 2011 Salı

Peri Kutusu: MAC Fall Colour Koleksiyonu MSFleri


Bu haberim MAC MSF koleksiyonu yapanlar için gelsin...

Ne zamandır Peri Kutusu'na bir şey atmıyorum. Bu demek değil ki istemediğm bir şey yok. Yığınla var... Ancak belli sebeplerle benim de her istediğim olmuyor ne yazık ki...

Her neyse, MAC'in yeni çıkaracağı koleksiyonlardan biri olan Fall Colour koleksiyonunu görünce beklemem gerektiğine karar verdim. MAC'in en sevdiğim ürünleri olan msflerden iki tanesi koleksiyonda yerini alacakmış. Bunlardan biri Porcelain Pink diğeri de Lightscapade...

Ebay'de yaptığım küçük bir araştırma sonucunda Porcelain Pink'in $45, Lightscapade'in ise $120 gibi uçuk bir rakama satışa sunulduğunu gördüm. Yuh yani! Oh olsun size aç gözlü satıcılar... MAC'in tekrar bu ürünleri piyasına sürmesine bu kadar sevinmezdim açıkçası.

Koleksiyon 29 Eylülde Amerika'da satışa çıkıyor. Diğer ülkelerde de ekim ayını bulması bekleniyor. MAC Bahariye(Kadıköy) şubesinden öğrendiğim kadarıyla Türkiye'de bir ay kadar gecikebileceği söylendi. Bu arada Semi Precious koleksiyonundan msf almayacağım demiştim ama MUA Özgür Bey'in beni ikna etmesi sonucunda bir adet de olsa edinmiş bulunuyorum. O da çok yakında burada olacak... 

Peki, siz bu ürünleri nasıl buldunuz? Daha önce kullandığınız msflerden mi?

18 Eylül 2011 Pazar

Peri'nin Makyaj Çantası


Küçüklüğümden beri makyaj çantalarını karıştırmayı çok severim. Hadi bugün benim çantamı birlikte karıştıralım. Öyle çok kalabalık sayılmaz ama rahatlıkla hafif bir makyajın altından kalkar. Fırça ya da sünger yok diye şaşırmayın. Seyahat boyu ufak bir fırça setim var. Ondan da bir ara bahsedeceğim.

MAC MSF Refined: Bu MSF'yi hem allık hem de aydınlatıcı olarak kullanabiliyorum. O nedenle ayrıyeten bir allığın yükünü de çantamdan atmış oluyorum. Şu an satışı yok ama başka koleksiyonlarda kesin çıkar.

MAC Dazzleglass Date Night: Kesinlikle favori parlatıcım... Bazen saçlarıma yapışsa da o parlaklığı rengi falan çok hoşuma gidiyor. Genel de bu parlatıcımı yanımda taşıyorum.

Max Factor Creme Puff #41: Likit bir fondöteni çantada taşımak da dışarıda bir yerde yüzünüze uygulamak da daha zor... Tabi ki pudraya göre... Bu ürün hem fazla büyük değil, hem de iki işlemi birden görüyor.

ELF Makeup Mist and Set: Elf'ten aldığım bu ürünü boyutu nedeniyle rahatlıkla yanımda taşıyorum. Bitse bile kutusunu atmayacağım. Diğer ürünlerimden takviye yapıp yanımda sürekli bulundururum diye düşünüyorum. Böylece MAC'in ürününü eve saklamaya karar verdim.

Loreal Volume Million Lashes Siyah: Bunun yerine başka rimellerde taşıdığım çok oluyor ama hem siyah olması hem de kirpiklerimi tek tek ayırması yanımda taşımam için büyük artı...

Garnier Roll-on Göz Altı Kapatıcısı: Bilyeli ucunu seviyorum. Soğuk kompres etkisi yapıyor. Gerçi kapatıcı fırçası veya beauty blender süngeri de yanımda taşıyorum.

Maybelline Color Sensational Ruj Crazy Pink: Maybelline'in sevdiğim serisi... Rujun rengi çok canlı olduğu için hafif bir göz makyajıyla dengeyi duruyorum. Çok fazla uğraşmama da gerek kalmıyor.

Flormar Ultra Black Eyeliner: Bu kaleme aşık oldum. İtiraf ediyorum Flormar bu kez işini iyi becermiş. Bütün gün gözümde kalsa da akmıyor.

peki sizin yanınızdan ayırmadığınız kozmetikleriniz neler?

Kayıp Zaman (Tom&Hermione): 6. Bölüm


6. Bölüm: İlk Gün


Genç kız yaklaşık on dakikadır yanındaki genç adama genç Lord’a rağmen yeni başladığı iksirini yapmaya çalışıyordu. Eğer bir gün Lord Voldemort’la bu şekilde yan yana gelip birbirlerine asalarını çekmeden durabileceklerini söyleseydi kim olursa olsun o kişiye aklını kaçırmış gözüyle bakardı.

Genç Slughorn gerekli bilgileri her ihtimale karşılık -ki bu ihtimallerden en büyüğü Hermione eğer iksirde iyi değilse ona yardımcı olması içindi- tahtaya yazmıştı. Genç kız fazla dikkat çekmemek için ancak bir yandan da kendini kanıtlama çabası içinde bir yandan kitaba bakarak bir yandan da tahtadaki notları göz ucuyla inceleyerek iksiri yapmaya başlamıştı.

Tom Riddle iksirini çoktan bitirmiş bir yandan malzemelerini yerine yerleştiriyor bir yandan da profesörden yeni yapacağı bir büyü hakkında bilgi alıyordu. Ancak bütün bunların yanında onun şu anda tek hedefi vardı. O da şu an sırasında oturduğu genç kızdı.

Tek görevi ise şu anda buraya neden geldiğini öğrenmekti.

Tek bir şeyden emindi. Eğer Dumbledore senenin ortasında okula hiç kimseden habersiz bir genç kız getiriyor ve o genç kızda daha ilk günden okulda üç kişiye karşı asasını çekme cüretini gösteriyorsa bu işin içinde bir iş var demekti. Ve eğer o Tom Riddle’sa bunu çözeceğinden adı gibi emindi.

En sonunda istediği iksir için malzemeleri ve gerekli bilgiyi topladıktan sonra çantasını ve kazanını hazırlamaya koyuldu. Bir taraftan da genç kızın her hareketini ona hissettirmeden inceliyordu. Bayan Granger yavaş dikkatli ancak bir o kadar da bilirkişi edasıyla iksirini hazırlamaya devam ediyordu. Başladığından beri ondan tek yardım almamıştı. Bütün bunlar her ne kadar genç kız saklamaya çalışsa da iksirde çok usta olduğunun bir göstergesiydi.

Genç kız bir yandan iksiri hazırlarken bir yandan da etrafı kolaçan ediyordu. Agtığı kaçamak bakışlardan birinde sınıfa ilk girdiğinde gördüğü Mcgillian’la çalışan kızın kendisini büyük bir kızgınlıkla izlediğini fark etmişti. Demek Pansy/Draco aşklarının benzeri bu dönemde de vardı. Sadece o da değil şaşkınlık içinde birkaç Gryffindore’lu genç kızın da arada sırada kendi masalarına baktığını fark etmişti.

Aslında biraz mantıklı düşünmek gerekirse bunu o kadar da yadırgamamak gerektiğini fark etmişti acı içinde. Sonuçta ne kadar sinir olsa da gerçeği kabul etmek gerekirse Tom Riddle bugünde yakışıklı başarılı ve popüler biriydi. Çoğu zaman hangi bina da bulunmak gençler için kuşkusuz o kadar önemli olmuyordu.

İksiri yavaş yavaş leylak renginden mora dönüşürken azar azar kişniş otlarını ekliyordu ki bir el ona engel oldu.

“Bu kadarı bence yeterli Bayan Granger! ” dedi Tom Riddle yüzünde gayet neşeli bir o kadar da yardım sever bir gülümsemeyle.

Hermione onun elinden kesme tahtasını alıp gülümseyen yakışıklı yüzüne vurmamak için kendini zor tutmuştu. O kim oluyordu da Hermione Granger’a yardım etmeye çalışıyordu. Karanlık Lord ne zaman yardım sever bir kimliğe bürünmüştü.

Tamam, insanların yüreği katılaşabilir zamanla duyguları körelebilirdi. Ancak karşısındaki kişi Lord Voldemort’sa onun için aynı şeylerin geçerli olduğunu söylemek imkânsızdı.

Yetişkin bir insanken yaptıkları şöyle dursun ergenlik döneminde bir çocukken bile okuldaki olayların çoğundan o sorumlu olmuştu. Tabi bu şeylere çok uygun kılıflar bularak… Hepsinde bir şekilde yakayı sıyırarak…

 Kesme tahtasını hem kendine yakışmayacak hem de çok da saygılı olmayacak şekilde onun önünden çekip masanın üzerine bıraktı. Başka zaman olsa Ron ya da Harry böyle bir şey yaptığında onları ayıplar bu tür davranışların onları küçülteceğine dair en az elli cümlelik onların tabiriyle bir nutuk atardı. Onlar aklına gelince bir garip olmuştu. Arkadaşlarını belki de bir daha asla göremeyecek olmak ona dünyadaki her şeyden daha büyük acı veriyordu. Ancak Dumbledore’un söylediklerini hatırlayınca değişiklikler belki de hepsinin hayatını kurtaracaktı.

Bu nedenle bu göreve daha da sıkı sarılmalı neye mal olacaksa olsun üstesinden başarıyla gelmeliydi.

Genç adam bir an şaşkınlığa düşse de hemen toparlanmayı bilmişti. Daha önce hiç kimsenin özellikle kendisini tanımayan bir genç kızın bu şekilde davrandığını görmemişti. O kızlara göre ilk bakışta gerçekten yakışıklı bir delikanlı çevresince çok popüler öğretmenlere göreyse çok başarılı bir öğrenciydi.

Genç kızı ilk bakışta bu kadar kızdıracak ne yaptığını şimdi daha çok merak etmişti.

Bayan Granger’ı süzerken bir yandan kızgınlığın bir yandan da üzüntünün genç kızın yüzünden aktığını görebiliyordu. Her ne kadar kendisiyle ilgili bir şeyin onu çok rahatsız ettiğini fark etse de başka bir şeyinde onu derinden yaraladığının farkına varmıştı.

Düşününce ona daha fazla acı çektirmek daha da hoşuna gidecekti.

Yapması gereken çok açıktı. Eğer bir hedefiniz varsa ona ulaşmamın tek yolu fark ettirmeden yaklaşmaktı. Onun güvenini kazanmak sonra da istediklerine sahip olup vereceği acıyı düşünmekti. Gerçi ortada şu an sadece hisleri vardı ama Tom Riddle olarak güvendiği tek şey zaten çoğu zaman onlardı. Daha sonra da elbette karşı konulamaz gücü…

Yanındaki yaban mersinini genç kıza uzatıp “Sanırım buna ihtiyacınız olacak Bayan Granger. ”dedi. Genç kızın bu sefer yavaşça onu elinden almasını ve iksirin üzerine boca etmesini izledi. Anlaşılan şimdilik iki tarafta uzlaşma yoluna gitmişti. Şimdilik…

İksir giderek gece mavisine yakın bir mora dönüşürken genç kız bir kez daha karıştırıp küçük bir şişeye bir miktar boşaltıp Profesör Slughorn’un daha önceden belirttiği şekilde masasına götürdü.

“Evet, Bayan Granger! Mükemmel! ” dedi Profesörü aldığı iksirden memnun bir şekilde gülümseyerek. “Sanırım Tom size yardımcı olmuş. Bu çok güzel. ”

“Hayır efendim. Bu doğru değil. ”

Genç kız tam yanında konuşan bu sesle neredeyse yerinden zıplamış neredeyse masaya çarpıyordu. Başını çevirip baktığında Tom Riddle’ı burnunun dibinde bulmuştu. Genç adam ise ona dikkat etmemiş direk profesöre bakıyordu.

“Bayan Granger bu iksiri benden hiç yardım almadan yaptı. Sanırım bu konuda çok iyi olduğunu söyleyebilirim. ”

Bu sözler üzerine genç kıza döndü ve bir yandan çok etkileyici bir ydandan da çok bilmiş bir gülüşü ona gönderdi. Genç kız ise ona cevap vermekte gecikmemişti.

“Efendim aslında yardım aldım. Kişniş otunun ne kadar konulacağını karıştırmışım. ”

Eskisinden elli yaş daha genç profesör bir an ne diyeceğini şaşırmış halde onlara baksa da o anda çalan zil sesi onu kurtarmıştı. En sonunda sınıf boşalırken “Eh öyle bile olsa Bayan Granger bu bile sizin iksir üzerinde çok yetenekli olduğunuzu gösterir. ” Bunu söyledikten sonra da genç Riddle’a dönüp “Sana bir rakip mi çıkıyor ha Tom. ” dedi.

Hermione genç adama baktığında her ne kadar belli etmemeye çalışsa da o yakışıklı gülüşünün altında bir şeylerin onu rahatsız ettiğini fark etmişti. Elbette döneminde ondan daha başarılı bir öğrenci olmadığına da emindi ancak kendisini bir tehdit olarak görmesi hoşuna gitmemişti. Tom Riddle’ın kendisi için tehlike olarak gördüğü herkes tehdit altında demekti.

Üstelik yaşadığı olay düşünülürse genç adamın değil kendisinin endişelenmesi gerekiyordu. Daha ilk günden onu okul kurallarını çiğnerken yakalamıştı. Üstelik Sınıf Başkanı olması nedeniyle öğretmenlerin ona inanması büyük bir ihtimaldi. Neden bu kadar iyi davranıyor diye geçirdi içinden. Çok dikkatli olmalıydı. Çok…

Profesör o sırada “O zaman size vereceğim yeni habere çok sevineceksiniz. ” dedi “Sizin bu kadar iyi anlaşabilmeniz beni çok memnun etti. ”

Ne anlaşma ne anlaşma diyerek iç geçirdi genç kız. Az önce kesme tahtasıyla yapmak istediklerini düşününce gülümsemesini zorlukla bastırıp profesörün kendisine vereceği haberi bekledi sessizce.

Bütün öğrencilerin sınıfı terk ettiğinden emin olduktan sonra “Biliyorsunuz ki Bayan Granger bu okulda yeni ve okulu tanıyabilmesi ayrıca bir an önce ortama alışabilmesi bir yol göstericiye ihtiyacı var. ”

İki genç az çok konunun nereye varacağını anlasa da Hermione bunun olmaması için dua ederken Riddle işlerin bu kadar kolaylaşmasının keyfini sürüyordu.

“Gryffindore Başkanı Albus’la görüşmemiz sonucunda hem iki okulun hem de iki binanın iyiliği açısından Bayan Granger öğrencim Tom size bu okulda bulunduğunuz süre içinde yardımcı olacak.”

Bunun üzerine genç kız hemen “Efendim çok teşekkür ederim beni düşündüğünüz için. Elimden geldiğince okula çabuk alışacağım ancak bu gerekli mi? ” diyebilmişti. İşin içinde sadece Slughorn olsa konuyu kapatmak basitti ancak diğer yandan Dumbledore’u düşününce ona hayır demek de istememişti.

“Bence gerekli. ” Cevabı profesör yerine Tom Riddle vermekte gecikmemişti. “Affedersiniz efendim ama hepimizin biliyoruz ki Hogwarts çok büyük ve bir o kadar da gizemli bir okul. Eminim ki Bayan Granger çabucak bu okulun ortamına alışabilir ama bence de yanında birinin olması bu durumu hızlandıracaktır. ”

Profesör yüzünde bir gülümseme ile genç öğrencisine dönüp onu süzdü ve “Görüyorsunuz Bayan Granger Tom sizin iyiliğinizi düşünüyor. Gerçekten mükemmel bir öğrenci. Binamda bulunduğu için onunla gurur duyuyorum. ”dedi üstüne de “Seneye Okul Başkanı olacağından hiç şüphem yok. Bu görevde senin için büyük bir şans. ” demeyi ihmal etmemişti. 

Genç kız yenilgiyi kabul etmiş şekilde “Peki efendim en iyi şekilde olacağından eminim. ” dedikten sonra bir iyi günler mırıldanıp bir sonraki dersine yetişmek için kitaplarını toplamaya başladı. Çok geçmeden yanında beliren silüete dikkat etmeden işini yapmaya devam edip bir an evvel diğer dersin sınıfına gitmek istiyordu.

“Acele etmeyin Bayan Granger. Daha çok zamanımız var. ”

“Sanırım öyle. ” diye mırıldandı genç kız ona dönüp bakmadan. Slughorn’da kendi özel odasına geçtiğine göre genç adamın neden hala asıl yüzünü göstermediğini merak ediyordu.

Çantasını yerleştirmeyi bitirdikten sonra dönüp baktığında genç adamı kapının yanında kendisini beklerken gördü. Bu işin içinden başka türlü sıyrılmasının imkânı yok gibi görünüyordu. Anlaşılan Riddle öğretmenlerine iyi görünmek için kendisine düşmanca davranan birisine bile gayet kibar olabiliyordu.

Bir anlığına acaba diye düşündü. Acaba benim muggle kökenli olduğumu biliyor mu diye geçirdi içinden. İşler o zaman Tom için daha da zor olacaktı. Bir o kadar da kendisi için… Belki de daha zor…

 Onun önünden geçip iki tarafını zindanların çevrelediği koridoru arşınlamaya başladılar. Bir an sonra genç adam “Bir sonraki dersin ne? ” diye sordu.

Genç kız çizelgesini eline alıp baktığında “Aritmansı” yanıtını verdi.

“ Güzel. Benim şimdiki dersim Eski Yazılar önce seni sınıfına götürüp daha sonra kendi dersime gideceğim. “

“Bence böyle yaparsan gecikirsin. İstersen bana sınıfın yerini söylersen ben kendim de gidebilirim. Böylelikle ikimizde derslerimize zamanında yetişmiş oluruz. ”

“Bayan Granger bir bakıcınızın olması sizi rahatsız ediyor olabilir ancak bu bana verilmiş bir görev ve şimdilik siz alışana kadar bu şekilde devam etmeliyiz. ”

Anlaşılan o ki Tom Riddle’ın bu işten vazgeçmeye niyeti yoktu. Zaten Hermione’nin gelecekte yaşadıklarına bakılırsa aklına koyduğu her şeyi de yaptığından şimdiye kadar emin olmuştu.

“Peki, Bay Riddle! Öyle olsun. ”

İkili koridorlar boyunca ilerlerken derslerine yetişmeye çalışan birçok öğrencinin bir yandan da kendilerini süzdüğünü fark etmişti. Haklılardı. Kendisi okula yeni gelmiş öğrenci yanındaki de okulun aslarından biriyse elbette herkes için büyük merak uyandırabilirdi.

İki genç bir hiç konuşmadan tam bir köşeyi dönmüş kulelere yöneleceklerdi ki “Demek buradasınız. ” diyen sesle ikisi de durakladı. Genç kız yanındaki Tom Riddle yetmezmiş gibi bir bu eksikti diye düşündü.

17 Eylül 2011 Cumartesi

Tekcan Asansörde...


Canı sıkılan Tekcan, bir akşam evden kaçıp soluğu dışarda alır ama 3 bacağıyla yorulacağını düşünüp asansöre yönelir.

Tekcan'ın asansörde ne işi var demeyin. İzleyin işte...

Institut Arnaud Paris: Creme Hydra Absolu


Favori ürünlerimden birisi... Gerçi Arnaud'un kullandığım hangi ürününden memnun kalmadım ki, markaya haksızlık etmeyeyim şimdi.

Blogumdan az çok anladığınız kadarıyla cilt bakım markaları açısından Arnaud'u tek geçiyorum. Kuru bir cilde sahip olduğum için öyle her markanın ürünleri bana hitap etmiyor ne yazık ki... Mevsim değişikliklerinden ilk cildim nasibini alıyor. Özellikle banyodan sonra yanaklarımdaki gerilme beni deli ediyor. Bu ürünü birkaç sene önce kullanmıştım ancak sonra farklı markalara da şans vermek istemiştim. Tabi, tilkinin dönüp dolaşacağı yer hesabı ben de sonunda bu ürüne döndüm.


Ben bu ürünü Arnaud toniğimle birlikte kullanıyorum. Günde bir kez sürmem yeterli oluyor ki daha önce kullandığım birçok markanın kremini günde iki kez uygulardım. Krem 50 ml ve akışkanlığı normal diyebilirim. Losyon gibi değil... Kokusu da çiçeksi...  SPF 5 özelliği de mevcut... Tek eksik noktası sanırım kutunun kapağı... Plastik ve bana her an kırılacakmış gibi geliyor.

Tavsiye eder miyim? Kesinlikle bir şans vermelisiniz. Üstelik Arnaud'un satıldığı kozmetik dükkanlarında cilt bakım uzmanları da bulunuyor. Cilt tipinize göre size uygun ürünü tavsiye edeceklerdir.

Yalnız, sorun şu ki bu marka her yerde bulunmuyor. Dağıtıcı firma Yonca Kozmetik'ten görüştüğüm Alp Bey bana sadece belli yerlere ürün verdiklerini ve her kozmetikçiye bu markayı vermek istemediklerini belirtmişti. Yine de belki bu yazıyı okurlar ümidiyle yazıyorum. Lütfen bu markanın tanıtımını yapın...

Peki, siz daha önce Arnaud'un ürünlerini kullandınız mı? Düşünceleriniz neler?

16 Eylül 2011 Cuma

Natur Vital Şampuan, Saç Kremi ve Hair Cure


Birkaç ay önce saçlarımın çok yağlanmasından dert yanıyordum. Dalan serisinin saç bakım ürünleri saçlarımın uçlarına iyi gelse de dipleri aşırı yağlanmıştı. Pino Parfümeri'deki Huriye Hanım'ın tavsiyesi üzerine aldığım seti bitirmiş bulunuyorum.

Natur Vital Yağlı Saçlar için Şampuan: Bu şampuanı artık hayatta bırakmam. Saç diplerimdeki yağlanmayı en aza indirdi. Benim genelde yıkadığımın ertesi günü saçlarım sönmeye başlar. Bu şampuan bu süreyi en az iki güne çıkardı. İçerisinde güvercin ağacı, meyan kökü ve limon varmış. Oldukça etkili olduğunu söyleyebilirim. Üstelik bitkisel olması da ayrı bir artı benim için...

Hair Cure Yağlı Saçlar için Şampuan: Bitkisel içerikli bir şampuan daha... Ancak saç diplerim için Natur Vital kadar etkili değildi. Ancak negatif bir yönünü de göremedim. Bana biraz Biyoxin'in şampuanını hatırlattı desem yalan olmaz. Eğer saç diplerinizde çok yağlanma yoksa -en azından benim ki kadar- tavsiye edebilirim.

Natur Vital Yağlı Saçlar için Saç Kremi: Sanırım, içlerinde memnun kalmadığın hangisi derseniz bu ürün derim. Benim saç kreminde aradığım ilk özellik saçlarımın kolay taranmasını sağlamasıdır. Bu kremde o özelliği göremedim. Tamam, yağlanmasını geciktiriyor falan ama kolay taranmadıktan sonra beni tatmin ettiğini söyleyemem. Çünkü benim saç diplerim ne kadar yağlıysa, uçları da o kadar kuru... Bu nedenle koparak dökülme problemi yaşıyorum. O yüzden şampuana devam, krem için arayışa başladım bile...

Ben bu ürünleri nasıl kullandım? Eğer iki sefer Hair Cure'ü kullandıysam, bir sefer Natur Vital'i kullandım. Sonra Natur Vital'in saçıma daha iyi geldiğini fark edince sürekli onu kullanmaya başladım.

Peki, tavsiye eder miyim? Eğer benim gibi saç dipleriniz yağlıysa şampuanı kesinlikle bir deneyin derim. Saçlarınız da en az dipleri kadar yağlıysa saç kremine de bir şans tanıyın. Ben saç kremi için zeytinyağlı olanlara bir göz atacağım... Malum uçları çok kuru...

Peki, sizin önereceğiniz şampuan ve saç kremleri var mı?




15 Eylül 2011 Perşembe

Kadıköy: Alışveriş, MAC, Akmar Pasajı v.s.


Bugün, tüm gün Kadıköy'deydim. Hali hazırda gitmişken alışveriş yapmamak olmazdı. Zira ne zamandır alışveriş yazılarımı görmüyorsunuz. Aslında resimdekiler dışında başka şeylerde aldım ama onlar blogumla pek alakalı değil. Her neyse sadece kısa bir özet geçeceğim.

Kadıköy MAC'e ilk defa gittim. Evet, ilk defa... Mağaza küçücük gözümden kaçmış yav. İstiklal ya da Bağdat Caddesi'deki gibi değil. Neyse Cem Bey sağolsun bana çok yardımcı oldu. Farklı tonlarda satinfinish fondötenleri yüzüme uyguladı, fluidlineları kurcaladım biraz ama sadece Mineralize Charged Water Skin Hydrating Mist'i aldım ki Elf'ten aldığım ürünü bile daha bitirememiştim. Her neyse bu arada ilgilileri varsa şimdiden duyurulur. Yeni koleksiyon yarın meraklılarını bekliyor. Hazır olun derim...

Ayrıca biten Arnaud toniğim ve Natur Vital şampuanım için de Ekşiler Parfümeri'ye gittim. Detaylı bilgi için şuraya tık! İsmail Bey'e saçma sapan sorular sordum falan... Sonunda aldıklarımın dışında bana bir lif hediye edip beni dükkandan def(!) etti Kendisi burayı okumaz ama çok teşekkür ederim.

Son olarak Akmar Pasajı'nı ne kadar karıştırsam da aradığım kitapları bulamadım. Biri Erdal Güven'in Yumi adlı kitabıydı. Neyse, ben de Celal ve Nice Kitapevleri'nden Satılık ve Açlık Oyunları'nı aldım. Evet, hala Açlık Oyunları'nı okumadım. Ne yapayım! Millet de görmemiş gibi bahsedip durmasın.

Diğerleri de İnnova Göz Kremi ve Golden Rose kapatıcı... Göz kreminden bahsetmiştim ama diğerine de sıra gelecek... Onları ne akla hizmet aldım bilmiyorum.

Eminim, sizin de kendinizi kaybedip böyle alışverişler yaptığınız oluyordur. Oluyordur değil mi? Lütfen yalnız olmadığımı söyleyin!

10 Eylül 2011 Cumartesi

Kayıp Zaman (Tom&Hermione): 5. Bölüm



5. Bölüm: SÜRPRİZ ORTAK


Herkesin her zaman hayranlıkla baktığı, bulunduğu her ortamda bütün bakışları bir şekilde üzerine çekmeyi ve onları tutmayı başaran genç adam basamakları birer birer inerek az önce izlediği manzaraya doğru yaklaşmaya başladı. Gözlerini tanıdık, diğer dört kişinin yüzünden ziyade, yeni gelene ve şu anda nasıl bir ifadeye sahip olduğunu tahmin etmeyen kıza yönlendirdi. Tıpkı olması gerektiği şekilde…  Genç kız, Bayan Granger nutku tutulmuş bir halde kendisine bakıyordu. Ona korku salan, yeni bir öğrenci olduğu halde, küçük bir suç işlerken koridorun ortasında yakalanmak mıydı yoksa öfkeyi hissettiği yüzünde neden biraz daha geç gelmesini mi beklediğiydi?

Hermione elinde olmadan kilitlenip kaldığı koyu yeşil gözlere baktı. En son gördüğünde bir kan yığınını andıran gözlere… Ne hissetmeliydi? Korku, öfke, hayranlık… Onca karmaşayı yaratan Karanlık Lord, şu karşısında kendisinden ve diğerlerinden daha farksız görünmeyen bir yeni yetme miydi? Hayır… Diğerlerinden ve kendisinden oldukça farklıydı. Bunu ilk bakışta bir trol bile anlayabilirdi.

Şimdi ne yapacaktı? Elinde olmadan gözü asasına kaymıştı. Şimdi dörde karşı iki kişilerdi. Hatta McGillian’ı buna dâhil etmeyeceğini düşününce tek başınaydı. Üstelik iki çapraz ateş arasında kalmıştı. Karşısındaki kişinin Voldemort olduğunu düşününce işler daha da beter bir hale gelmişti. Kendi gibi bir öğrenci olsa da ondan kat be kat güçlü olduğuna şüphesi yoktu. Şimdi ne olacaktı? Az önce düşündüğü başka birinin gelip yetişmesi dileğine daha da fazla sarılmaktan başka çaresi kalmamıştı. Ortalıkta kimseler yokken neler olabileceğini düşünemiyordu.

—Hey Tom. Evet, bu bayan okulumuza yeni gel-

“Biliyorum. ” diyerek lafı yardakçısının ağzına tıkmıştı genç Voldemort. Diğerleri sus pus olmuş onun ağzından çıkacak olan her kelimeyi yakalamak için pusuya yatmış gibilerdi.

Az önce bir Syhlitherin’den beklenmeyecek şekilde davranmıştı. İşte bu Hermione’nin daha çok şaşırmasına sebep olmuştu. Eğer şu an karşısındaki Malfoy olsaydı uçuşan lanetlerin haddi hesabı olmazdı. “Malfoy mu? ” diye düşündü. Bunu aklından geçirdiğine inanamıyordu. Malfoy ve onu nasıl aynı kefeye koyma gibi bir geri zekâlılığı gösterebiliyordu ki? O korkak, aşağılık yaratıktan çok daha fazlasıydı. Bir o kadar da daha bayağı… İşlediği cinayetlerin haddi hesabı yokken en azından cesareti vardı. Malfoy gibi birilerinin ardına hiçbir zaman saklanmamıştı.

Tom gözlerini genç kıza dikip bir an baktıktan sonra içinden Hermione’nin hiç görmediği bir şey geçti. Sanki bir parıltı ama neydi anlayamamıştı? Çok garipti. Daha o ne olduğunu anlayamadan genç adam konuşmaya başladı:

—Dikkatli olmalısınız Bayan Granger. Bu okul sizin geldiğiniz yere pek benzemez.    

“Adımı nereden biliyorsun? ” diyerek ona meydan okur bir halde konuşmaya başladı cesaretini tekrar toplayarak. Bunun olması imkânsızdı. Nasıl oluyor da Tom Riddle, Genç Voldemort onun adını bilebiliyordu?

Genç kız cümlesini bitirdiğinde diğer üç çocuk sanki Hermione onlara çok komik bir espri yapmış gibi sırıtmaya başlamışlardı. Tom Riddle kendisine öyle bir bakış attı ki genç kız ne olduğunu çoktan anlamıştı. Onu merdiven başında ilk gördüğündeki düşünceleri doğruydu. Buralar ondan soruluyordu.

Hermione daha cevap veremeden gözlerini hala yerde olan çocuğa dikti ve “Sen yerde ne yapıyorsun McGillian? ” dedi. Sakar çocuk ayaklanıp konuşmaya başlamıştı:

—Hiçbir şey Riddle.

Hermione ona destek olup yerinden kaldırdı. Şimdi ne olacaktı? Hermione’nin de çok iyi bildiği kurallar gereği en azından bir uyarıyı hak ediyordu. Yeni öğrenci olması bir şeyi değiştirmeyecekti. Tom Riddle kendinden emin bir şekilde ona döndü. İşte beklediği an gelmişti. Ne yaparsa yapsın umurunda değildi. O, bir zamanlar Voldemort’la bile uğraşmış biriydi. Şimdi karşısında duran bu yeni yetme Tom Riddle’dan mı korkacaktı?

Diğer üç Shylitherinli öğrenci gözlerini efendilerine dikmiş, tıpkı sahiplerinin yemek vermesini bekleyen köpekler misali onun ağzından çıkacak sözleri bekliyorlardı. Ancak buna fırsat bulamadan az önce Tom’un durduğu merdiven başından Hermione’nin hiç de yabancı olmadığı birinin figürü göründü.

—Ah demek buradasınız Bayan Granger. Albus sizin kaybolmuş olabileceğiniz söylemişti. Neyse ki Tom benden önce davranmış. Çok şanslısınız.

Genç kız buna sevinse mi bilemedi. Kendini şanslı mı hissetmeliydi?  Şu anda karşısında tıpkı Dumbledore gibi en az kırk ya da elli yaş genç bir Slughorn duruyordu. Hermione asasını yerine saklayıp yaklaşık elli yıl geride bıraktığı profesörüne baktı. Slughorn kendisine ve etrafındaki öğrenci kalabalığına şöyle bir göz attı. Profesörü yetişmişti. Üstelik Voldemort’la neredeyse burun burunayken… Daha da kötüsü o, genç kızın bir açığını yakalamışken…

—Teşekkür ederim efendim. Aslında McGillian bana yardımcı oluyordu. Biz de tam şimdi sınıfa gidiyorduk-

—O sırada da bizimle karşılaştılar Profesör. Ben de şimdi kendisine eğer yardıma ihtiyacı olursa her zaman çekinmeden sormasını söyleyecektim ki siz geldiniz.

Hermione duyduklarına inanamayarak Tom Riddle’a baktı. Yardım!!! Yardım mı? Voldemort, Hermione’ye bir bulanığa yardım ediyor. Kulağa ne kadar hoş geliyordu.

“Ah bundan eminim Tom. Ne kadar yardım sever biri olduğunu hepimiz biliyoruz.” dedi göz kırparak. Genç profesörü bunları söylerken diğer çocuklar kahkahalarını zorlukla bastırıyormuş gibi duruyorlardı. Profesör onlara yaklaştı ve  “O zaman ders sonunda sana vereceğim habere çok sevineceksin.” diye devam etti.

Slughorn genç kıza dönüp “İksir sınıflarımız bu tarafta Bayan Granger.” dedi Hermione’nin her zaman arşınladığı yolu göstererek. Genç kız önce kendisini takip etmesini istediği McGillian’a sonra da diğerlerine ve en son olarak da genç Voldemort’a bir bakış atıp eski ya da yeni İksir Profesörü’nü takibe başladı. Daha ilk günden, hatta ilk andan itibaren başına bunlar geldiyse bu görevi ne ise, o kadar da kolay bir şey olmayacaktı.

Tom Riddle, aptal hocası Slughorn’u takip eden yeni kızın buz gibi bakışını hafızasına kazıdı. Daha önce kimse, hiç kimsenin ona bu şekilde baktığını görmemişti. Evet, insanlar ondan korkabilirlerdi. Ona saygı duyabilirlerdi. Ona hayranlık gösterebilirlerdi. Ama bu üçünün dışında genç kıza hiçbir şey yapmadığı halde nasıl kızgınlık, öfke dolduğunu çözememişti. Yavaşça gülümsedi. Öğrenmek uzun zamanını almayacaktı.

“Bu adamın her zaman en olmadık yerlerde karşımıza çıktığına inanamıyorum” dedi Avery sinirli bir şekilde Tom’a dönerek. Genç adamdan bir şeyler beklediği açıktı.

“Eh onunla gayet iyi bir şekilde ilgilenebiliriz.” dedi. “Tıpkı Tom’un dediği gibi.” diyerek devam etti neredeyse sırıtmaktan ağzı yırtılır derecede iki yanına varmış olan Lestrange.

Genç adam kendisine bakan, gelecekte emirlerini bekleyecek olan öğrencilere bakıp gözlerini koridorda ilerleyen genç kıza odakladı:

—Onunla bizzat ben ilgileneceğim




*--*--*--*--*--*--*--*--*--*--*--*--*--*--*--*--*




Hermione bir yanında İksir hocası, diğer yanında utangaç arkadaşıyla yavaşça sınıfa girdi. Bütün gözlerin ona dönmesi de aynı anda olmuştu. Yüzü utançtan kızarmış bir halde öğretmeninin kendisini sınıfa tanıtmasını bekledi. İçeriye birilerini daha girdiğini fark etmişti genç kız ama dönüp bakmaya fırsat bulamadan profesör konuşmaya başladı: “Evet, sevgili öğrencilerim. Bu dersimizden itibaren aramızda yeni bir arkadaşınız daha bulunuyor. Eh haberler çoktan size ulaşmış olmalı.” dedi sınıfa gülerek.

—Evet, Bayan Hermione Granger okulumuza Beauxbatons Akademisi’nden geliyor. Çalışmalarımızı incelemek ve kendi okulundakilerle karşılaştırma yapmak için burada bulunuyor. Umarım siz de misafirperverliğinizle bizi yanıltmayacaksınız.

Slughorn yine en heyecanlı ses tonuyla anlatmaya devam ederken, Hermione sınıftaki Gryffindore’ların kendisine gururla, Shlytherinlilerin ise kıskançlıkla baktığını fark etmişti. Eh artık o da bir Gryffindore’lu olduğuna göre bu pek yanlış bir davranış olmazdı.

Slughorn tahtaya asasıyla dokundu ve Hermione’nin daha bir hafta önce yaptığı iksirin yapılışı üzerinde belirdi.

“İksiri yapmaya başlayabilirsiniz. ” dedikten sonra Hermione’ye gel işareti yaptıktan sonra odasına doğru ilerlemeye başladı. “Okulumuza hoş geldiniz Bayan Granger. ” dedi odanın tam ortasında durarak. “Teşekkür ederim efendim.” diyerek karşılık verdi genç kız. Her ne kadar birlikte okuduğunu düşündükleri veelalar kadar gösterişli durmasa da en azından nazik davranabilirdi.

 “Bayan Granger şimdi sizin malzemeleriniz gelene kadar Dumbledore bana buradan kullanabilmeniz için ricada bulundu. Bu okul anlaşmasını yapmış olması çok güzel. Ayrıca Dippet de buna olumlu yaklaşmış. Okullar arası işbirliği… Bu gerçekten çok iyi bir fikir. Dumbledore’un zekâsına her zaman hayran kalmışımdır.”

Genç profesörü bunları anlatırken Hermione Dumbledore’un bıraktığı nottaki her şeyi tek tek gerçekleştirmiş olduğunu görerek tekrar rahatladı. 

“Bence de öyle efendim. Her iki okul içinde çok yararlı olacağından eminim.” diyerek onu onayladı genç kız. Slughorn kendisine gerekli kitap, malzemeler ve bir kazanı ona uzattıktan sonra genç kıza tam bir beyefendi gibi kapıyı gösterip ilerlemesi söyledi. Hermione bir an gülmeden kendisini nasıl tuttuğunu bilememişti. Anlaşılan Slughorn sadece bilgi kapasiteleriyle değil centilmenlikleriyle de okulun çok iyi bir durumda olduğunu göstermeye çalışıyordu.

“Bayan Granger iksir dersinde grup çalışmalarıyla dersimizi yürütüyoruz. Böylelikle eşler birbirlerinin açıklarını kapatabiliyorlar.” Slughorn’un anlattığına bakılırsa kendi dönemlerinden daha farklı bir ders sistemi onu bekliyordu. Ancak genç kızın dert etmesi gereken bir şey yoktu. Nasılsa kendi döneminde iksirde en başarılı öğrenci oydu.

 “Size bir öğrencimi yardımcı olarak vereceğim. Aslında bu derste en iyi öğrencimi.” dedi Slughorn yüzü gayet gururlanmış bir şekilde gülümsüyordu. Onu daha önceden tanıma fırsatı bulan Hermione, o öğrenci her kimse Slughorn’un gözdelerinden biri olduğunu ve partilerinde başköşede bulunduğunu anlamıştı.

“…kendisi geçen seneden beri yalnız çalışıyor. “ Ancak nedense bunu söylerken yüzü düşmüş, az önceki keyifli halinden eser kalmamıştı. Sonra hemen toparlanıp devam etti:

—Hiçbir zaman bir çalışma arkadaşına ihtiyacı olmamıştır zaten. Sizin için en iyi yardımcı olacağından eminim. Bu konuda kendisine güvenim tam.

Hermione ona yapılan sürprizin ne olduğunu merak ederek Slughorn’un arkasından sınıfı geçerek ilerledi. Diğer öğrenciler ikişerli gruplar halinde sınıfın içinde kümeler oluşturmuş, çoktan iksirlerini yapmaya başlamışlardı.

Genç kızın gözleri Slytherin’li soluk tenli bir kızla iksir kazanına eğilmiş McGillian’a takıldı. “Sakar çocuk, umarım bir şeyleri kırıp dökmez.” diye geçiriyordu ki McGillian, Hermione’in bakışlarını üzerinde hissettiği an bir avuç dolusu naneyi iksir kazanının içine boca etmesiyle eşinin feryadının çıkması bir oldu.

Hermione büyük bir suçluluk duygusu içinde diğer yanına döndü. Bir taraftan da o çocuğa bir daha hazır olana kadar en ufak bir harekette bulunmayacağına söz vermişti. Sınıfın durumuna bakılırsa çoğu kişi, tıpkı Neville’in onların döneminde olduğu gibi bu tip sakarlıklara ve çığlıklara alışkındı. Slughorn bile sadece acı acı gülümseyip, başını sallamakla yetinmişti.  

 Sınıfın diğer tarafında McGillian’la dalga geçen iri yarı çocukla bir Gryffindore’lu kızın iksir kazanına eğilmiş, aslında o aşamada mor olması gereken sıvının nasıl olup da yeşile döndüğünü tartıştıklarını fark etti. Aslında birbirlerine suç atmaktan başka bir şey yaptıkları yoktu. İri yarı çocuk neredeyse yüzü morarmış bir şekilde kıza dönmüş bir lanet atmaya hazırmış gibi duruyordu ki yanında duran Slughorn araya girdi.

—Sanırım keşniş otunu biraz daha fazla atmanız gerekiyor Avery.

Genç kız, o an geleceğin ölüm yiyenlerinden biriyle tanışmış oldu. Defalarca karşılaştığı ve kaçmayı başardığı adamlardan sadece biriydi. Onu burada bulunduğu sürece göz hapsinde tutacağına kendi kendine söz verip, sıraların arasında profesörünü takip etti. Etrafta daha ne kadarı vardı acaba? 

 En sonunda profesörü bir sıranın önünde durakladı. İksir kazanı çoktan mor rengine bürünmüştü. Anlaşılan yapan her kimse Slughorn’un dediği gibi, en az Hermione kadar başarılı bir öğrenci olduğundan şüphe yoktu. Sıranın boş olasına bakılırsa, herhalde mahzenden ihtiyacı olan birkaç bitkiyi almaya gitmişti.

“Size söylemiştim. “ diyerek lafa girmişti Slughorn kazana bakmaya devam ederek.

—Mükemmel.

Slughorn mahzen kapınsın sesini duyup, o tarafa döndüğünde genç kız da o yöne odaklanmıştı.

—Ah demek buradasın Tom!

 Hermione hala elinde malzemeleri beklerken mahzenin kapısında, ilk gördüğü anda hafızasına kazınan o tanıdık, bir o kadar da yabancı siluet belirmişti.

Slughorn’un kendisine yardımcı olarak seçtiği kişi Tom Riddle’dan başkası değildi.

Tom Riddle gözlerini, yine kendisine kızgınlık dolu bakışlar fırlatan genç kızın gözlerine dikti. Ne olacağını hemen anlamıştı. Slughorn kendisine büyük bir iyilik yaptığının farkında mıydı? İşler umduğundan da kolay ilerleyecekti.
Yüzünde vahşi gülümsemesiyle yeni kız ve profesörü arasında şöyle bir bakış attıktan sonra, herkesi en can alıcı noktasından vuran ses tonuyla “Evet Profesör Slughorn. Yapmamı istediğiniz bir şey mi var efendim? ” dedi.

—Sanırım sana bir çalışma eşi getirirsem sorun olmaz Tom. Bayan Granger dersimizi en iyi öğrencim iksir dâhisi Tom’la birlikte yürüteceksiniz.

Hermione teşekkürünü ağzında geveleyip, Tom’un kendisi için boşalttığı yere oturdu. Voldemort’la yan yana olduğuna inanamıyordu. Şimdi ne olacaktı? Acaba onun bir Bulanık olduğunu öğrense yine bu kadar rahat davranabilir miydi? İlk günden, daha ilk saatten başı büyük bir beladaydı. Gelecekte olduğu ya da artık kendisinin geçmişte bıraktığı zamandan bile daha büyük bir belada…


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...