29 Ağustos 2011 Pazartesi

Red Dragon: Mükemmel Bir Seri Katil Filmi!


Zaman zaman yeni filmlerden ziyade eski yapımlara dönüp baktığım çok olmuştur. Ne zamandır izlemek istediğim ama bir şekilde hep es geçtiğim Red Dragon a onlardan biriydi. Hannibal serisinin üçlü içerisinde en korkutucu olanı olarak niteleniyor ki diğer iki filmi yıllar önce izlemiş biri olarak bunu doğrulamazsam olmaz.

Film Hannibal'ın kurbanlarını nasıl seçtiği ve Will Graham tarafından nasıl yakalandığı ile başlıyor. Daha filmin başında bizi bir sürpriz bekliyor,Hannibal ve Graham'ın seri cinayetleri çözmek için birlikte çalıştıklarını görüyoruz. Aradan iki sene geçiyor. Graham,Hannibal'dan sonra emekliye ayrılmış. Gel gelelim ortaya başka bir manyak çıkınca eski birimi ondan yardım istiyor ve böylece olaylar başlamış oluyor.

Film resmen devlerin buluşması gibi... Anthony Hopkins'i zaten gözüm kapalı izlerim. Onun yanına Dövüş Kulübü'nden tanıdığımız Edward Norton eklenince filmin tadı daha da artıyor. Net ortamında herkes Norton'dan ya da Hopkins'ten bahsetmiş. Ancak filmi film yapan üçüncü ve en önemli etkeni unutmuşlar. O da seri katilimiz rolündeki Ralph Fiennes...

Adamın kendisini çok severim. Oyunculuğuyla ve dahası kendine has yakışıklılığıyla bazen beni ekrana kilitler ancak bu filmde öyle bir role bürünmüş ki çift karakterli ya da şizofren biri ancak bu kadar iyi canlandırılabilirdi. Tebrikler Ralph... Hayranınım...

Kurgu güzel, ayrıntılara dikkat edilmeye çalışılmış ancak Graham'ın bu cinayeti bu kada geç çözmesini de anlayamadım doğrusu. O video kasetleri neden filmin sonuna kadar bulamadı acaba? Burası da bir muamma...

Sadece oynayan oyuncular için bile izlenilecek bir film. Peri'nin notu ise 10 üzerinden 7.5...

28 Ağustos 2011 Pazar

Kayıp Zaman (Tom&Hermione): 4. Bölüm




4. Bölüm Tom Riddle


Kahverengi gür saçları, beyaz yastığa dağılmış genç kız yavaşça gözlerini araladı. Ancak gördüğü sadece karanlıktan ibaretti. Az ilerisindeki bir komedinin üzerindeki, fenerin titreyen ışığında etrafını seçmeye çalıştı başarısızca. Gördüğü şeyler onu hayrete mi düşürmeliydi, yoksa sevinmeli miydi bilmiyordu. Çünkü hala Hogwarts’ın revirinde yatağında yatıyordu. Ama sanki bir önceki uyandığında karşı yataktaydı. Ama bu önemli değildi. Sonuç olarak hala Hogwarts’taydı. İçini çekerek tekrar yatağına gömüldü. Harry’nin kâbuslarından bile daha beterini görmüş, neyse ki şimdi de uyanmıştı. Derin bir nefes alıp rüyasında olanları hatırladı.

Dumbledore ona bir görevden bahsediyor ama nerede, ne yapması gerektiğini bilmediğini söylüyordu. Profesör Dumbledore’un böyle bir şey yapması mümkün müydü?  Üstelik zamanda yolculuk yapması içinde kendisine bir zaman döndürücü vermişti. Zaten o anda rüyasından uyanmıştı. Önce her yer kararmış, aritmansı dersinde gördükleri, kara deliklerden birinde kaybolmuş gibi hissetmişti. Neyse ki artık buradaydı. Sadece basit bir rüyaydı. Bunların hepsini Voldemort’la geçirdiği o anlara yorması gerekiyordu. Bu bile onun için çok ucuz atlatılmış bir esirlikti.

Madam Pomfrey’in odasından gelen seslere kulak kabartı. Büyük bir ihtimalle profesörlerden biri ve Madam kendisinin durumu hakkında konuşuyorlardı. Birinin geldiğini fark edip yavaşça doğruldu.

—Ah sonunda uyanmışsın tatlım.

Genç kız bir an duyduğu sesle dondu kaldı. Bu daha iki gün önce ona seslenen Madam’ın sesinden çok daha farklıydı. Daha kısık ve çok daha sakin konuşmuştu. Madam’ın odasından onun yaşlarında görünen ama çok daha farklı bir kadın çıkageldi.

Hermione acaba hala kâbusun içinde miyim diyerek birkaç kez gözlerini açıp kapadı. Hayır, doğru görüyordu. Kadın kendine doğru yaklaşırken elini hafifçe göğsüne bastırdığında batan nesneyi fark etti. Eğilip baktığında daha önce hiç giydiğini hatırlamadığı bir pijama vardı üzerinde. 2. şok… Pijamanın boynundan elini sokup her ne ise çıkardığında gözleri büyümüştü. 3. şok… Rüyasında gördüğü, Dumbledore’un kendisine verdiği, zamanda yolculuk yapmasını sağlayacak o saat, şu an avuçları arasındaydı. Daha bunların gerçek mi kâbus mu olduğunu kavrayamamışken, revir görevlisinin çıktığı kapıdan gelen diğer kişi bütün olasılıkları yok etmişti. Hermione’nin şu an karşısında yaklaşık 40 ya da 50 yaş genç görünen bir Dumbledore vardı. Genç kız içinden kendi kendine itiraf etti.

Asıl kâbus işte şimdi başlıyordu.  


*--*--*--*--*--*--*--*--*--*--*--*



—Siz iyi misiniz?

—Albus ben ilgileneyim.

Genç kız etrafında dönüp duran revir görevlisi ve kendisini izleyen gençleşmiş Profesör’e odaklanmış hiçbir söylemeden kalakalmıştı. Ne söyleyebilirdi ki? Karşısında onu izleyen Profesör genç kızı neredeyse 40 ya da 50 yıl öncesine göndermişti. Hermione en son üçüncü sınıfta olduğu gibi kısa bir yolculuk düşünmüştü ama öyle olmadığı karşısındaki öğretmeni kadar açıktı.

“Ben iyiyim. ” dedi yavaşça revir görevlisine. Orta yaşlı kadın hala etrafında dönüp duruyordu. İki gündür bu ikinci gözlerini açışıydı bu bölümde. Etrafına daha dikkatli baktığında duvarları çevreleyen renklerin daha değişik olduğunu fark etmişti. Onca yıl için çok büyük değişiklik sayılmazdı.

“Eğer işiniz bittiyse Bayan Penerel bizi biraz yalnız bırakabilir misin?” dedi Profesör Dumbledore. Bayan Penerel “Elbette Dumbledore. ” diyerek odasına doğru ilerledi. Kapının kapandığından emin olan Profesör tekrar gözlerini genç kıza yönlendirdi ve konuşmaya başladı:

—Evet Bayan-

—Granger efendim. Adım Hermione Granger.

“Evet, Bayan Granger Sanırım bana anlatmak istediğiniz şeyler vardır değil mi? “ Profesör Dumbledore yine dün bıraktığı gibi ama yaklaşık elli yıl sonrasındaki gibi konuşmasına başlarken genç kız bir an düşündü. Söyleyeceği her şey, yapacağı en ufak hareket gelecekte çok şeyin değişmesine sebep olabilirdi. Ama Profesör de onu bu yüzden göndermemiş miydi? Olmuş olan ya da olacak olan her ne ise… Onun için…

“Pelerinim nerede efendim? ” dedi. Profesör yatağın yanındaki dolaptan pelerini çıkartıp genç kıza uzattı. Dumbledore büyük bir dikkatle onun her hareketini inceliyordu. Hermione kendi binasına ait okul pelerinini alıp cebinden mektubu çıkardı. Sonunda mühürlü zarfı karşısında oturan öğretmenine uzattı.

—Bu sizin için efendim.

Profesör mektubu alıp birkaç büyü mırıldandı. Üzerindeki kendi mührünü gördüğünde yüzündeki ifade değişmemiş, ancak biraz daha ciddileşmişti. Zarfı açtı, genç kız onun tepkisini beklerken okumaya başladı.



   *--*--*--*--*--*--*--*--*--*



Profesör Dumbledore daha önce hiç görmediği ciddi bir ifadeyle mektubu okumayı bitirdiğinde bazı şeylerin açıklanması gerektiğini biliyordu. Parşömen parçası küçük bir alev topuna dönüşüp kül olmuştu. Mavi gözlerini genç kıza kaldırıp konuşmaya başladı.

—Evet, Bayan Granger. Sanırım bir süre burada bizim misafirimiz olacaksınız.   

Biliyordu ki genç kız için bu yeterli değildi, o yüzden devam etti:

—Sanırım siz ve ben tarihte bazı değişiklikler yapmış bulunuyoruz ya da yapacağız. Bunu elbette geleceği görmediğim için bilemem.  

Genç kız başını yere eğip “Peki efendim. Hangi zamanda bulunuyoruz? Yani benim geldiğim zamandan çok gerideyiz.  Yani siz bu kadar genç değilsiniz. ”

Bunun üzerine Dumbledore anlayışla başını sallamıştı.

—Tam olarak Bayan Granger sizin döneminizden yaklaşık 50 yıl geride olduğumuzu söyleyebilirim. Sanırım size içirdiğim iksir sayesinde vücudunuz zarar görmemiş.

Dumbledore sözlerini bitirdiğinde gözleri genç kızın boynunda asılı olan kum saati şeklindeki kolyeye takılmıştı. Kum saatinde hiçbir değişiklik olmamıştı. Bunu fark eden Hermione hemen sözü ondan devraldı.

—Efendim buraya geleli ne kadar oldu?

—Yaklaşık bir hafta Bayan Granger. Aslında daha uzun sürmesi gerekirdi. Bunun gibi uzun zaman yolculukları için ama dediğim gibi siz daha önceden korumaya alınmıştınız.

Demek bir hafta olmuştu geleli. Ama kum saatindeki tek kum tanesi bile diğer bölmeye geçmemişti. Sanırım bu zamanla değil de daha çok bir iş ya da görev için mühürlenen tipten bir döndürücüydü. Acaba diğerleri neler yapıyorlardı? Ama bunu düşünmemesi gerekiyordu. Karşısında oturan büyücü bugüne kadar ne yaptıysa bir bildiği olmuştu. Şimdi de onun aksini söylese de bir şeylerden şüpheleniyordu. Onu buraya boşuna göndermiş olamazdı.

Genç kız durup düşündü. O kadar yıl burada kalamazdı. Bunu biliyordu. “Dönüşü merak etmeyin Bayan Granger. Çok daha kolay olacağından emin olabilirsiniz. Saat buna kendisi karar verecektir. “ dememiş miydi? Burada görevi - kendisi bilmese de- her ne ise yerine getirdikten sonra saatin yardımıyla kendi zamanına dönüş yapacaktı.

—Sizi odamda bulduk Bayan Granger. Sanırım biliyorsunuz. Biçim Değiştirme dersine giriyorum. Neyse ki sizi oraya göndermeyi akıl edebilmişim.

Bunu söylediğinde hala yorgun olan yüzünde bir gevşeme olmuştu. Dumbledore elli yıl önce bile olsa hala aynı Dumbledore’du. Sadece artık alışmak üzere olduğu gibi daha genç ve daha dinçti.

—Efendim Şimdi ne olacak peki?

—Bayan Granger Sizin başaramayacağınızı düşünsem zaten buraya göndermiş olmazdım. Tabiî ki hiçbir şey olmamış gibi davranın demiyorum ama şartlar bize el verdiği ölçüde öyle davranmak zorundayız.

Genç kızın itiraz etmediğini görünce devam etti:

—Cüppenizin rengine ve simgesine bakılırsa benim binamdasınız. Okuduğunuz dönemde kaçıncı sınıftasınız?

“Altı efendim. ” diye cevap verdi Hermione.

—Şimdi Bayan Granger okulunuza devam edeceksiniz. Cüppe, üniforma, kitaplar, hepsi okul tarafından sağlanacak. Yine kendi binanızda olacaksınız. Anlayacağınız tıpkı eski hayatınızdaki gibi… Ancak bu arada göreviniz sadece size kalıyor. Ama benden yardım isterseniz de elbette her konuda elimden geleni yapacağım.

Genç kız elinde olmadan gülümsedi. Arkasında Dumbledore’un desteği varken başaramayacağı bir görev olacağını düşünmüyordu. Altından kolaylıkla kalkabilirdi.

—Yalnız Bayan Granger bu sırrımızı Fidelius Büyüsü altına alacağım. Ve sizden de bana hiçbir şekilde gelecekle ilgili bir şey söylememeniz gerektiğini belirtmeliyim. O bizim için hep bir bilinmezlik olarak kalmalıdır.

“Peki efendim. Bundan emin olabilirsiniz. “ dedi Hermione hızlı bir şekilde gelecekle ilgili her bilgi başlarının daha fena belaya girmesine sebep olabilirdi.

“Artık gitmeliyim Bayan Granger. Kontrol etmem gereken koridorlar beni bekliyor. “ diyerek ayaklandığında Hermione de elinde olmadan yatağında doğrulmuştu. Hala ait olduğu ama kendisini yalnız hissettiği bu dünyada güvenecek tek kişi gitmek üzere olan profesörüydü.

—Endişelenmeyin Bayan Granger. Büyülü dünya her zaman tehlikelidir ama geldiğiniz zamanki kadar değil.

Evet, ne acı ki arkadaşları gelecekte ölümle savaşırken kendisi burada güvendeydi. Bir süreliğine…

“Bu arada az daha unutuyordum Bayan Granger. “ Dumbledore birkaç adım sonra duraklayıp elini cebine soktu ve Hermione’nin hiç de yabancı olmadığı bir paketi çıkarttı.

—Bu sizin için. Yaklaşık bir haftadır getirip götürüyorum. Umarım seviyorsunuzdur.

 Profesör Dumbledore, tek ziyaretçisi, burada tanıdığı tek kişi, yanı başına Bin Bir Çeşit Şekerlemeler’den bırakıp, dinlenmesini tavsiye edip revirin kapısından çıkıp uzaklaştı. Hermione tekrar sıcak, şimdilik güvenli yatağına gömülürken aslında nasıl bir belanın ortasına düştüğünü bilmiyordu.



*--*--*--*--*--*--*--*--*--*--*--*



Hogwarts’ta ertesi gün olmuş, yine güneş tepelerden sıcak gülümsemesini gösterirken, revirin yatakhanesinde tek başına sırt üstü yatıp düşünen genç kız ne yapacağına karar veremiyordu. Eskiden olsa çoktan yataktan zıplamış, kendisini okul kütüphanesinde ya da Ortak Salon’da ders çalışırken bulmuş olurdu.

Gözü komedinin üzerinde Dumbledore’un gece kendisine ilettiği nottaydı. Profesör yine her zaman olduğu gibi işleri yoluna koymayı başarmıştı. Müdür Dippet’e burada bir süreliğine Beauxbatons’tan misafir öğrenci olarak geldiğini, okulu ve dersleri inceleyeceğini söylemişti. Müdür Dippet, Dumbledore’a sonsuz güveni olduğu için bu konuyu fazla deşmemiş olmalıydı. Ayrıca notta Şeçmen Şapka’nın kendisini Gryffindor  a seçtiği de yazılıydı. Ki bu gerçekte 6 yıl önce olmuştu ya da 45 sene evvel… “Her neyse… “ diye düşündü. Yatağı da şimdiden hazırdı. Geriye sadece sıradan bir öğrenci gibi derslere girmek ve yabancı gibi davranmak gerekiyordu. Elbette bu arada görevi de unutmamalıydı.

Sonunda dayanamayarak kalktı. Dumbledore’un kendisi için özel olarak getirttiği bu dönemin formasını ve cüppesini geçirip notu da yok ederek revirden dışarı çıktı.

Koridorlardan geçerken ona dönen yüzlere, bakışlara aldırmadan ilerledi. Kulağına gelen fısıltılara bakılırsa anlaşılan Dumbledore yine işini mükemmel yapmış, genç kız da olduğu gibi okulu ve öğrencileri de kendisine zorluk çıkartmaması için bir güzel hal yoluna koymuştu. Hermione elinde olmadan gülümsedi. Bu görev o kadar da zor olmayacaktı.

 Okul eskisi gibiydi sanki. Görünen yüzler farklıydı sadece, bir de sanki savaşın kokusunu taşımasına daha yıllar olan taş duvarlar… O canlılık yine hâkimdi havaya… Koşturan küçük sınıflar, ergenliğin yeni yeni esir aldığı birbirlerine yakınlaşan gençler ve tabi ki onları durdurmaya ya da frenlemeye çalışan öğretmenler… Neyse ki savaş yoktu…

Yüksek taş duvardaki saat sekizi vurmak üzereydi. Cebinden Profesör’ün bıraktığı ders programını çıkartıp inceledi. İlk dersi İksir görünüyordu. Tıpkı geldiği zamanda olduğu gibi aldığı dersler aynıydı. Ama zindanlara direk gidemezdi. O yabancı bir öğrenciydi ve öyle davranmalıydı. Yanından kendisini süzerek geçen bir kızı boş verip duvar dibinde kitaplarını yerleştirmeye çalışan kendi binasından olan bir çocuğa yaklaştı.

—Affedersin. Acaba söyler misin İksir dersinin yapıldığı sınıflar ne tarafta?

Çocuk neredeyse bir kitabı elinden düşürecek şekilde sarsarak ona bakmıştı. Genç kız bir hata işlemiş gibi ona baktığında yüzü kızardı ve başını eğerek “ Beni takip et. Ben de o derse gidiyordum. “ diyebilmişti. 

Önünde utangaç ve bir o kadar da sakar genç çocuk ilerlerken bir taraftan da gözü etraftaydı. Acaba kimler vardı burada tanıdığı? Mutlaka birkaç Ölüm Yiyen olmalıydı ya da Yoldaşlık’tan birileri. Tam o, bunları düşünürken sakar çocuk kendisinin defalarca arşınladığı merdivenleri inmiş, köşeyi dönüyordu ki kendini birden yerde buldu.

—Her bakın burada kim varmış?

—Sakar McGillian üstüme bulaştırdığın pisliği nasıl temizleyeceğim.

—Derse girmeden onunla biraz eğlenebiliriz.

Genç kız daha ne olduğunu anlayamadan sakar çocuğun etrafı Slytherin’li bir grup öğrenci tarafından kuşatılmıştı. Asla değişmeyeceklerdi değil mi? Zaman hangi tarihi gösterirse göstersin onlar hep aynı kalacaklardı.

 Durup onları şöyle bir süzdü. Anlaşılan daha onun varlığından haberdar değillerdi. Ama bu çok kısa sürmeyecekti.

—Kesin şunu.

Birden kafalar daha önce hiç duymadıkları ve daha çok bağırarak çıkan sesin olduğu yere dönmüştü. Ancak onları şaşırtan ne bunu söyleyenin bir Gryffindor ne de yabancı olmasıydı. Onları dondurup kalan tek şey onun gözlerinde gördükleri ifadeydi.

 Bütün yüzler ona dönmüşken Hermione Granger tekrar konuşmaya başladı.

—Bu yaptığınız hiç de hoş karşılanacak bir şey değil.

Slytherinliler bakışlarını önce birbirlerine, sonra yerdeki sakar çocuğa, sonra da hala ateş gözlerle kendilerine ayıplayarak bakmakta olan kıza çevirdiler. Ve sonra birden gülmeye başladılar. Hiç beklenmedik bir şekilde, kulak tırmalayıcı ve dahası iğrenç… Evet, doğru kelime buydu. Ancak bir Slytherin kendisine yakışabilecek bu davranışı gösterebilirdi. Daha kendisi bir şey söylemeden aralarından, en iri yarı olan çocuk konuşmaya başlamıştı.

—Bu Dumbledore’un okula yeni aldığı kız olmalı. Eh bizim için bir eğlence kaynağı daha çıktı. 

Hiçbir şey söylemeden onların ne yapacaklarını kestirmeye çalışıyordu genç kız. Bir an önce eğer bir öğretmen gelmezse ne olacağını düşünüyordu. Evet, tıpkı onlar gibi sadece bir öğrenci olabilirdi ama birçoğundan daha yetenekliydi. Umduğu gibi birileri yetişmezse asalar çekilebilir, lanetler havada uçuşabilirdi. İlk günden görevini tehlikeye atmak istediği son şeydi.

İri yarı çocuğun arkasından, daha zayıf ama bir o kadar da uzun olanı çıkıp lafı ondan devralmıştı.

—Neden Gryffindor’a seçildiğini anlamamak için trol olmak gerekir. Bize bu kadar kolay kafa tutabildiğine göre ancak aptal olması gerek-.

“Ya da cesur.” diyerek lafı onun ağzına tıkmıştı hala kendine gelememiş sakar çocuk. Hermione onun bir Gryffindor olmasına hayranlık duyarken diğer son üçüncü çocuk öne atıldı.

—Sen nasıl olur da bizim sözümüzü kesme gibi bir hataya düşersin.

Bundan sonra her şey birden bire oldu. Daha o, asasını çekemeden Hermione defalarca düello etmenin getirdiği o alışkanlıkla asasını çıkartıp çoktan onun boğazına dayamıştı.

“Dene istersen. “dedi gözlerinden ateşler çıkarken devam etti:

 —Eminim tadı hoşuna gidecektir.

Gerilim öyle artmıştı ki sanki söylenecek tek kelime de ortalık birbirine girecek, geri dönüş olmayacaktı. Karşısındaki üç küçük geleceğin Ölüm Yiyeni, okula yeni gelmiş kurallarını, düzenini bilmeyen bu genç kıza ne yapacaklarını bilmeden öylece kalakalmışlardı. Bu elbette onların beklemediği bir durumdu. Kim tek başına üç kişiye üstelik Slytherin’li üç öğrenciye karşı asasını korkusuzca çekebilirdi ki? Düşündükleri gibi ya çok aptaldı ya da sakar McGillian’ın dediği gibi çok cesurdu.

 Hermione karşısında birbirinden daha acımasız görünen üç öğrenciye gözlerini dikti. Yaptıkları hareketleri kaçırmaması gerekiyordu. Gelip kendisine yardım edecek Ron ya da Harry olmayacaktı. Artık tek başınaydı. Bir an durup asasına baktı. Hiçbir zaman haksız yere onu yerinden çıkarmamıştı. Ancak böyle bir şeye de göz yumamazdı O hala kimse bilmese de bu okulun bir öğrencisiydi. Gelecekten gelen bir öğrenci…

İri yarı çocuk asasını çıkarmaya yeltenemeden merdivenlerin başından biri seslendi.

—Bir sorun mu var Bayan Granger?

Genç kız dönüp baktığında merdivenlerin başında göğsünde başkan rozeti olan Slytherin’li bir çocuk kendisini ve diğerlerini göz hapsine almıştı. Daha Hermione adının bilindiğinin şokunun üzerinden atamadan Sınıf Başkanı çocuk yavaş yavaş merdivenleri inmeye başlamıştı. Yüzünde çok garip bir ifade vardı. Sanki buralar benden sorulur der gibi bakıyordu. Kısa kesilmiş, özenli siyah saçları, siyaha benzer ama koyu yeşil gözleri vardı. Çok koyu… Karşısındaki üç çocuktan da daha yakışıklıydı.

İri yarı olan Slytherin ve sakar çocuk aynı anda konuşmuşlardı:

—Tom!

—Riddle! 

 Hermione duyduğu şey karşısında kalakaldı. Bu olamazdı değil mi? Şu an karşısında hatta yanı başında duran genç, yakışıklı öğrenci dünü, bugünü ve geleceği Voldemort olan Tom Riddle olamazdı.  


16 Ağustos 2011 Salı

Türkiye'de İzleyici ve Okuyucu Olmak Zor!


Bu yazıyı nasıl yazmaya başlasam diye düşünmedim değil, çünkü birçok insanında benimle aynı sorunu paylaştığına inananıyorum. Sadece şunu söyleyebilirim ki yazma nedenim geçen sene yaşadığım bir olayı hatırlamam...

Malum True Blood'un 4. sezonu yayına girdi. Pek öyle çıtır bir dizi olduğunu söyleyemem ki izleyenlerde beni destekleyecektir. Arkadaş grubuyla takıldığımız bir gün konu izlediğimiz dizilirden açıldı. Kimi "Supernatural'i yeni bitirdim.", kimi "Fringe'e başladım." dedi. Sıra bana gelince "True Blood'u izliyorum." demiştim. Nedense birkaç arkadaşın yüzü değişti ve biri "Kızım nasıl izliyorsun sen onu? Bildiğin porno..." gibi birşeyler saçmaladı. Tabi ben ona gereken cevabı orda vermiştim. Asıl sorun burada arkadaşımın yaptığı zevzeklik değil, Türkiye'de genel olarak insanların ne izlediğiyle, ne okuduğuyla ilgili bir yargılama durumunun söz konusu olması...

Blogumda da gördüğünüz üzere her telden çalan bir insanım. Beni öpücük sahnelerinin bile olmadığı, romantik el ele çiftlerin doldurduğu Uzak Doğu yapımlarını izlerken ya da True Blood, Spartacus gibi her izleyicinin kaldıramadığı, hem şiddet hem de cinselliğin yoğun şekilde işlendiği yapımları yorumlarken de bulabilirsiniz. Bu yaşımda kimse gelip bana ne izleyip izlemeyeceğimi de söyleyemez zaten. Benim anlamadığım sanki böyle şeyler yasakmış ya da aman aman ayıpmış gibi lanse edilmeye çalışılması...

Ben bu yapımları insanların ellerine versem, eminim %95'i ilk fırsatta izleyeceklerdir. Hatta bir çoğunun izlemediği de ne malum. İş sadece televizyon, sinema, diziler açısından da bitmiyor...

Alacakaranlık, Sookie Steakhouse, Gece Evi gibi bir çok vampir kitabını okudum. Bunlardan en fazla şiddet ve cinsellik içereni ise Anita Blake serisi idi. Adları bile insana farklı şeyler çağrıştırıyor. Tabi ki bu da kişiden kişiye değişir. Eğer otobüste elinizde "Suçlu Zevkler" ya da "Kanlı Kemikler" adında üstelik, kapağını gecelikli bir bayan ve erkeğin süslediği bir kitap varsa o zaman sizden daha namussuz bir insan yoktur inanın. Böyle bir şey başıma gelmedi çok şükür ama gelmeyeceği anlamına da gelmez.

Sorun sadece bu kitaplarda değil. Sıkı bir Harry Potter hayranıyımdır. Eğer sizi bu kitapları okurken görseler o zamanda, "Yaşınızın kitabı mı bunlar?" olur. Bu saçmalıklara kadar okuyacak şeyler bulamamışsınızdır. Aklınız hala on yaşındaki çocuğunki gibidir. Ülke bunlara mı emanet edilecektir. Falan filan...

İşin özü ne okusanız ne izleseniz suçtur. Romantik filmler izlersiniz, çin çan çunlardan bıkmamış olursunuz, fantastik okursunuz, biraz gerçekçi olmanızı isterler. Ağır yapımlar izlersiniz, belki de dışarda bir yerde aslında, o yapımlardan daha kötü şeyler yapan insanlar vardır ama siz "sadece" izlediğiniz için sapık muamelesi görürsünüz.   

Son olarak tam bir film delisi olan amcama, Spartacus'u izlediğimi söylediğimde, bana bilmiş bir bakışla, başka bunun gibi dizi ve filmler getireceğini söyleyip gülmüştü. En azından etrafımda onun gibi anlayışlı insanların da var olduğunu bilmek güzel... Umarım bu yazıyı okuyanların etraflarında benim gibi manyaklar yoktur. 

Olmaması dileğiyle...  

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Kayıp Zaman (Tom&Hermione): 3. Bölüm



3. Bölüm: Bilinmeyen Yolculuk


—Hermione sen iyi misin?

—Bir yerin ağrıyor mu?

—Hey! Siz yavaş olun biraz.

Genç kız etrafını saran arkadaşlarına ve onlarla boğuşan Madam Pomfrey’e şöyle bir göz attı. Okula dönmek, onları yeniden görmek o kadar güzeldi ki bunu anlatmak mümkün değildi. İçini saran sıcaklık çok başkaydı. Her ne kadar atlattığı şeyi düşündükçe ne kadar şanslı olduğunu mu yoksa şimdi yanındakilere baktıkça ne kadar sevildiğini mi düşünse bilemiyordu.

“Ben iyiyim.” dedi sessizce Harry ve Ron’a bakarak. Madam Pomfrey onlara haberi iletir iletmez hemen soluğu burada almışlardı. Doğrusu, başka zaman olsa bunu yaptıkları için onlara kızabilirdi ama şimdi bu durumda onlar tarafından ne kadar sevildiğini bir kez daha görmek gerçekten çok güzeldi.

—Sizi uyanık görmek ne kadar güzel Bayan Granger.

Üçlü ve Madam dönüp baktıklarında Profesör Dumbledore ve Snape’i revirin kapısında kendilerini izlerken bulmuşlardı. Yaşlı Müdür yüzüne çok yakışan o gülümsemesiyle, ay şeklindeki gözlüğünün üstünden genç kızı, ikiliyi ve onlarla mücadele eden Madam’ı büyük bir keyifle, Snape ise sanki cinayet işlemiş gibi Harry ve Ron’u süzüyordu.

“Efendim onun yanında kalmak istiyoruz.” dedi Harry Snape’in tehditkâr bakışlarına aldırış etmeden.

Arkasından da Ron devam etmişti. ”Biz onun arkadaşıyız Profesör. Bu bizim hakkımız.”

 Dumbledore yavaşça başını evet anlamında sallayarak onların elbette haklı olduklarını göstermişti. Her zaman insana güven veren o sesiyle “ Elbette Bay Weasley” dediğinde ikiliyi bir rahatlık almıştı ama daha onlar anlamadan Profesör devam etti:

—Ancak biliyorsunuz ki Bayan Granger yeni kendine geldi. Üstelik sizde onun iyi olduğunu öğrendiğinize göre şimdi izin verirseniz kendisiyle biraz konuşmak istiyorum.

Bunun üzerine ikili bir hoşça kal mırıldanıp, omuzları düşük halde Snape’in zafer dolu bakışlarıyla reviri terk etmişlerdi. Profesör Dumbledore hala yüzünde gülümsemesi genç kızın yatağının kenarına kadar geldi.

—Gördüğüm kadarıyla iyisiniz Bayan Granger. Buna ne kadar sevindiğimizi anlatamam.

—Evet, iyiyim efendim. Gerçekten böyle olduğuma inanamıyorum. Yani olduğum yer düşünülürse…

Hermione daha kısa süre önce kiminle, nerde olduğunu hatırladığında kelimeleri boğazında düğümlendi. Hala burada sağlıklı bir şekilde oturup konuşabildiğine inanmıyordu.

—Beni nasıl buldunuz efendim. Karşı saldırıyla mı?

—Hayır, Bayan Granger biz size ulaşmaya çalıştık ancak Severus sizin ününüzden dolayı Voldemort’un özel korumasında olduğunuzu söyledi. Eh buda işleri biraz zorlaştırıyordu.

—O halde nasıl? Yani o beni salıverdi. Öyle mi?

—Eh öyle görünüyor. Başka bir açıklama şu ana kadar yapamadık

Dumbledore genç kıza bakarken ne hissettiğini kestirmesi zor değildi. Voldemort onun canını bağışlamış, dahası gitmesine izin vermişti. Üstelik savaşın ez zor zamanlarını yaşadıkları şu günlerde… Bu onun şanına yakışmayacak bir tutumdu. Onu tanıdığı onca yıl düşünülürse… Gerçi nu tam olarak tanıyan olmuş muydu?  

—İnanın Bayan Granger. Bu gerçek… Artık güvendesiniz ve bir daha olmaması için ne gerekiyorsa yapılacaktır.

Hermione o an düşüncelerini okuyan yaşlı Profesör’e minnetle baktı. Snape hala Profesör’ün gerisinde durmuş, hiçbir duygu barındırmayan yüzüyle hiçbir şey söylemeden öylece ayakta dikiliyordu.

—Evet, Bayan Granger Eğer kendinizi iyi hissediyorsanız bize her şeyi anlatabilir misiniz? Tahmin ettiğiniz üzere bu hiç de normal bir durum değil.

Hiç de normal bir durum değil… Hermione gözlerini açtığı ilk andan itibaren bunun normal bir durum olmadığını elbette biliyordu. Profesör de Voldemort’u ve adamlarını çok daha iyi tanıyan birisi olarak elbette bunu en başından fark etmişti. Hermione belki bir şey söylemiştir umuduyla Snape’e gözlerini kaldırdığında-

“Ah Bayan Granger inanın bana Severus’un bu konu hakkında hiçbir fikri yok” dedi. Madam Pomfrey hazırlamak zorunda olduğu birkaç iksir olduğunu söyleyip odasına giderken genç kız omuzları düşük halde bütün olup biteni anlatmaya başlamıştı.




*** 



Profesör yüzünde şimdiye dek görülmemiş çok garip, dahası endişeli bir halde konuşmasını bitirmiş genç kıza baktı. Hermione bütün olup biteni baskın, düellolar, esir alınması, dahası Voldemort’un yaptıklarını tek tek anlatmıştı. Ancak beklediği üzere ne Dumbledore ne de Snape tek kelime etmemişler hala bu konu hakkında kafa yoruyorlardı.

Sonsuzluk gibi gelen bir sessizlikten sonra Dumbledore yine o güven veren gülümsemesiyle genç kıza döndü.

“Teşekkür ederiz Bayan Granger. Ancak sanırım olan, fakat sizin hatırlamadığınız şeyler olabilme ihtimali üzerine düşünüyorum.”

Hermione bunun üzerine neden geldiğinden beri bu kadar garip hissettiğini buna yorması gerektiğini düşünmeye başlamıştı. Olan ancak hatırlanmayan… Voldemort onun bilmemesi gereken her ne ise yok etmişti ama elbette Dumbledore anlamakta güçlük çekmemişti.

—Eğer izin verirseniz bir yol daha var ancak bunu kabul edip etmeyeceğinizi bilmiyorum Bayan Granger Sizin için ne kadar doğru olur.”

Genç kız Profesör’e baktığında devam etmesi gerektiğini zaten bakışlarıyla söylemişti.

—Profesör bizim için ne gerekliyse yapmanıza razıyım biliyorsunuz savaş…

Profesör anlayışla gülümsemişti. Gerçekten bu çocuklar savaşın çocukları olduklarını bir kez daha ispatlamışlardı.

—O halde Severus bizi bir süre yalnız bırakabilir misin?

Hermione dönüp Snape’e baktığında gözlerinin içinde tıpkı Neville’in iksir kazanına baktığında oluşan ve hiç de hoşnut bir ifade belirmediğine yemin edebilirdi. Ancak buna rağmen Snape hiçbir şey söylemeden siyah pelerinini sürükleyerek Harry ve Ron’un çıktığı kapıdan süzülerek uzaklaştı. Dumbledore kapıyı yeniden mühürledikten sonra Hermione’ye döndü.

—Bayan Granger şimdi sadece gözlerime bakmanızı ve rahatlamanızı istiyorum. Yaşıtlarınıza göre daha zeki olduğunuz için ne yapacağımı çoktan anlamış olmalısınız.

Hermione başını sallayınca memnuniyetle gülümsemişti yaşlı büyücü. Genç kız derin bir nefes alıp aklında sadece baskın ve sonrasının anılarına yoğunlaşarak gözlerini kaldırdı. Profesör sakin ve sessizce onun aklında aradığı ne ise bulmaya çalışırken sadece bitmesini bekledi.




*** 



Gözlerini ne zaman kapatmıştı bilmiyordu. Yavaşça kalkmaya yeltendiğinde başında bekleyen kimse sessizce yatmasını fısıldayıp gözlerini ellerine koyup tekrar kapattı ve mırıldandığı bir büyüyle onu tekrar rahtlattı. Hermione yeniden uykuya dalarken başucuna konulan ufak bir parşömende ne zaman uyanırsa Dumbledore’un odasına gitmesi gerektiği yazıyordu.

Yaşlı büyücü yanı başından ayrılırken aklında sadece Hermione’nin zindandaki son görüntüsü vardı. Ve aslında tek bir cümle…

Görüşmeyeli uzun zaman oldu değil mi Bulanık?



*** 



Hemrione uyandıktan sonra notu bulmuş, Madam Pomnfrey’in son kontrolünden sonra arkadaşlarıyla birlikte Büyük Salon’a gitmişti.

“Eh Hermione evine hoş geldin.” dedi Harry gözleri ışıldayarak.

 Savaş dolayısıyla en güvenli yer olan Hogwarts’tan kimse ayrılmak istemiyordu. Öğrenciler tatillerini bile burada geçirir olmuşlardı. Buna Sylitherin’lerin de dâhil olması durumun vahametini artırıyor hem de korkutuyordu.

Hermione kaybolduğunda ortalığa bir hastalık haberi yayılmış, kimsenin konudan haberinin olmaması sağlanmıştı. Ancak elbette ki çoğu öğrenci ortalıktan kaybolma nedeninin ne olduğunu keşfetmekte geç kalmamışlardı. Fakat her şeye rağmen gerçeklerin üstünün kapalı olması onları görmek kadar insanları korkutmuyordu.

 Hermione ve çoğu gönüllü öğrencinin gizli olarak Yoldaşlık adına görevlere katıldığı biliniyordu. Zaten bunların çoğunu da D.O. üyeleri oluşturuyordu. O yüzden konudan herkes haberdar ama sanki sözleşmiş gibi hepsi de o konuda suskundu.

Hermione güzel bir akşam yemeğinin ardından Harry ve Ron’a olanları anlatmıştı. Üstelik buna Dumbledore’la geçirdiği anlarda dâhildi. 2 genç çocuk ona tekrar yaşadıkları için üzgün olduklarını söyleyip, Dumledore’un odasına açılan merdivene kadar eşlik ettiler. Genç kız onların gidişini izlerken nedense içinin garip olmasını engelleyememişti. Savaş hepsini mi bu kadar büyütmüştü?..



*** 


Genç kıza yavaşça kapıyı aralayıp girdi. Profesör Dumbledore masanın diğer tarafındaki koltuğunda oturmuş, her halinden genç kızı beklediği belli yavaşça doğruldu. Hermione neden çağrıldığını bildiği halde onun konuşmasını beklemişti.

—Bayan Granger size karşı çok açık konuşmak istiyorum. Karşılaştığımız durumla ilgili her şeyi bilmek istediğinizden eminim.

Hemione başını salladığında Profesör devam etti:

—Voldemort’un neyin peşinde olduğunu biliyorsunuz ve bunun içinde her şeyi yapmaya hazır olduğunu.

İyi de genç kız bunu zaten biliyordu ki tekrar Dumbledore’a dikkatle baktı. Bu yine onun çok sevdiği kelime oyunlarından biri miydi?

—İnanın bana Bayan Gramger şu an o oyunu oynamayı çok isterdim ama bunu yapmam için bir şeyler biliyor olmam gerek

Bu da ne demekti şimdi diye aklından geçirdi Hermione. Ne yani Profesör hiçbir şey bilmediğini mi ima ediyordu. Kendini tutamayarak konuşmaya başladı:

—Profesör lütfen. Ne demek oluyor bütün bunlar?

—Bayan Granger siz her zaman sorumluluk sahibi bir öğrenciydiniz. Her aşamada. Ancak bu şimdi alacağınız görev sizi biraz zorlayacak.

Genç kız derin bir nefes aldı. Gönüllü olarak bu işe karıştığından beri bu tür şeylere alışmıştı.

—Peki, Profesör ne zaman, nereye gitmem gerektiğini ve ne yapmam gerektiğini söylemeniz yeterli

—Şunu söyleyebilirim ki Bayan Granger bu seferki görevde bunlardan sadece birini söylemem mümkün. Diğerlerini kendiniz bulmanız gerekecek.

Hermione gözleri açılmış halde Profesöre bakıyordu. Dumbledore hiçbir zaman görevlerle ilgili dalga geçmemişti ama buna başka bir anlam getirebilir miydi bilmiyordu.

—Bu da ne demek Profesör? Ne yapmam gerektiğini bilmeden nasıl bunu başarıyla tamamlamama bekliyorsunuz 

—Eğer görevinizi başarıyla tamamlamış olmasaydınız şimdi burada olmazdınız Bayan Granger.

Karşısında karma karışık olmuş kıza bakarak devam etti:

—Bayan Granger bir yolculuğa çıkacaksınız ancak ne yapmanız gerektiğine kendiniz karar vereceksiniz. Belki olan ya da olacak olan her ne ise geçmişte, bugünde ya da gelecekte birçok şeyi değiştirebilir. Bu göreve gidecek misiniz Bayan Granger?

Hermione ne yapacağını bilmez bir halde düşünmeye başladı. Bugüne kadar hiçbir görevini yerine getirmediği olmamıştı. Sonuncusu hariç hepsinde de olumlu sonuçlarla dönmüştü. Ama şimdiki Profesör’ün dediği gibi çok farklıydı.  

—Geri dönebilecek miyim Profesör. Yani veda etmem…

—Bayan Granger burada oturuyor olmanızda geri döndüğünüzün en büyük kanıtı.

Genç kız nelerin döndüğünü bilmiyordu ama şu an sanki kendi kaderi ve dahası başkalarının ki 2 dudağının arasındaydı. Profesör onu zorla gönderemezdi biliyordu ama nedense bunu yapmak zorunda olduğunu düşünüyordu. Eğer Voldemort’un eline düştüyse ve kadar ucuz kurtulduysa bundan sonrası onu korkutmamalıydı. Derin bir nefes aldı.

—Peki, Profesör. Görevi kabul ediyorum.

“Biliyordum Bayan Granger “dedi Dumbledore anlayışla gülümseyerek yerinden kalktı.

—Eğer hazırsanız hemen başlayabiliriz

“Hemen mi? Şimdi? “ dedi Hermione Profesöre bakarak. Bu kadar çabuk olmasını doğrusu hiç tahmin etmemişti.

—Bir sorun mu var Bayan Granger? Zaman bizim için gerçekten çok önemli. Şimdi ya da sonrası birçok şeyi değiştirebilir. 

Genç kız omuzlarım düşerek “Peki efendim. Hemen başlayabiliriz.” dedi.

Dumbledore asasını sallayarak karşıdaki bir dolaptan daha önce Hermione’in hayatında hiç görmediği bir sıvıyla dolu bir iksir şişesi çıkardı. Onun ardından genç kızın sadece bir yıl boyunca kullandığı ancak çok daha farklı bir kum saatini cebinden alıp masanın üzerine koydu.

—Bayan Granger bu iksiri Severus için özel olarak yaptırmıştım. Bu iksiri yapabilecek büyücü bir elin parmakları kadar azdır.

Genç kız şişeye baktığında Dumbledore ona dokunduğundan beri köpük köpük olduğunu ve kabarmaya başladığını görmüştü.

—Evet, Bayan Granger bu iksiri içip saati aldıktan sonra yolculuğunuz başlayacak.

—Peki ya dönüş için?

“Dönüşü merak etmeyin Bayan Granger. Çok daha kolay olacağından emin olabilirsiniz. Saat buna kendisi karar verecektir. “ dedi küçük kum saatini göstererek.

Genç kız iksir şişesini bir dikişte bitirdi. Hiçbir şey olmamıştı. Hiçbir etki göstermemişti sanki. Gülümseyerek Profesöre baktı. Sonrada tam şişeyi alacaktı ki-

“Bayan Granger son bir şey” dedi Dumbledore. Elini cüppesinin cebine sokup bir zarf çıkardı.

—Bunu alın.

—Bu ne için efendim?

Dumbledore muzipçe gülümseyerek ki bunu odaya gireli ilk kez yapıyordu ”Benim için Bayan Granger.” dedi. Hermione mektubu eline alıp cebine tıktı. Ve son olarak saati alıp kum tepesini ters çevirdi. 

 Boğazında yanma, midesinde kasılma, sırtında karıncalanma başlamıştı işte. İksir yeni yeni etkisini gösteriyor olmalıydı. Profesör ve oda giderek uzaklaştı, bulanıklaştı ve sonunda derin bir kuyunun dibinden görünüyormuşçasına karanlıkta kayboldu.  

13 Ağustos 2011 Cumartesi

True Blood 4. Sezon: Cadılar Bahane, Eric Şahane!



"I wanna do bad things with you! "

True Blood, 4. sezonun startını vereli çok oldu. Aslında bu yazıyı daha önce yazmayı düşünüyordum ancak hem dizinin ilerleyişi, hem konu akışı, hem de kitapla uyumlu olup olmadığını sorgulamak için bu kadar geciktirdim.

Şimdiye kadar Türkiye'de yayınlanmış 6 kitabı da okuduğum için dizinin paralellik gösteren yanları benim için bir artı oluyor. Ancak çoğu yer değiştirildiği ve yan karakterlerin hayatlarına çok fazla yer verildiği için ben de zaman zaman şaşırabiliyorum.

Eric'in bu sezon kafayı sıyıracağını biliyorduk zaten. En azından 4. kitabı okuyanlar farkındaydı. Ancak kitabı okumayan True Blood izleyicisi için büyük sürprizler barındıyordu. O yüzden gelecek bölümler için şunu söyleyebilirim. Eric'in bu halleri en az 1 sezon devam edecek. Bana o hissi verdi çünkü...


Peki ben dizideki Eric'i sevebildim mi? Her ne kadar ukala, kendini beğenmiş Eric'i biz bağrımıza bassak da birden karakterinin tam tersi özellikleri taşıyan bir Eric görmek bazen katlanılmaz olabiliyor. Özellikle 6. bölümde Bill'in önünde diz çökmüş halde yaptığı konuşma çok etkileyiciydi. Önceki sezonda böyle bir şey göreceğimizi söyleseler Eric'in yerine söyleyenlerin delirdiğini düşünebilirdik. Gerçi bu dizin her şey mübah. Bunu çoktan öğrendim.

Sookie ve Eric hakkında da sadece şunları söyleyeceğim. Kitaptaki sahneler çok daha iyiydi. Özellikle birlikte oldukları ilk gece kitapta daha romantik anlatılmıştı. Dizidekine de geçer not verebilirim ama ben de kitapta uyandırdığı hissi yansıtamadı. Belki ilerleyen bölümlerde açığı kapatabilir.

Açıkçası 4. sezondan her şeyi bekliyordum. Çünkü kitabı okuduğum halde dizi 3 sezondur beni çok şaşırttı. 4. sezonda ise zirve yaptı diyebilirim. Bunlardan en önemlisi ise bizim yeni yetme Bill'in kral olmasıydı. Önceki sezon Russell Edgington krallıktan men edilince yerine başkası gelecekti. Ancak ben de dahil isleyen kimse bunun Bill gibi silik biri olacağını düşünememiştik. İlerleyen kitaplarda böyle bir durum söz konusu mu açıkçası bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa o da bu krallık için düşündüğüm son kişinin Bill olacağıydı.


En sevdiğim yanı ise kitapta pek de yer etmeyen, ancak sadece basit olaylarla geçiştirilen cadı toplantılarının dizi de çok güzel işlenmesi... Hatta geriye dönüşlerle, reenkarnasyonla cadı ve vampirlerin düşmanlığının izleyiciye aktarılması hem heyecanı artırmış hem de konunun daha orjinal görünmesine sebep olmuş.

Peki dizide can sıkıcı yerler yok mu? Elbette var. Sookie dışında yan karakterlerinde dizide yer alması gerektiğini düşünen biriyim ancak bazen o kadar abartılıyor ki başrolde Anna mı var yoksa diğerleri mi diye insan düşünmeden edemiyor. Özellikle Sam'in ailesini sürekli görmekten çok sıkıldım. Bir başka durumda Tara için geçerli... Kitapta başına kötü olaylar gelse de, buna rağmen güçlü bir karakter çiziyordu bu şahıs... Ancak dizide resmen acıların çocuğu durumunda. Hiçbir bölümde doğru düzgün mutlu olamadı. Ek karakterlerden ise favorim Jessica... Onun göründüğü her sahnede iyi ki bu yeni yetme vampiri konuya dahil etmişler diyorum.  

Eksikleri ve fazla gelen yönleriyle sevdiğim bir sezon başlangıcı oldu. Şimdiden bir not vermek istemiyorum. Çünkü finale doğru batırmaları da mümkün...

Peki siz True Blood'u izlediniz mi? 4. sezon hakkında fikirleriniz neler?

11 Ağustos 2011 Perşembe

Catwoman @ Hollywood


The Dark Knight Rises filmiyle yine Kedi Kadınlar zirvede... Hollywood'da daha önce bu rolü Michelle Pfeiffer ve Halle Berry canlandırmıştı. Son filmde ise Anna Hathaway'i ekranlarda kedi kadın olarak göreceğiz.

Peki sizin favori Kedi Kadınınız kim?

Bence;

En masum Anna Hathaway,
En seksi Halle Berry,
Bu role şimdiye kadar en yakışan isim ise Michelle Pfeiffer...

9 Ağustos 2011 Salı

OPI: Nice Stems! Collection I Lily Love You


Herkese merhaba... Ne zamandır kozmetik ürünlerinden bahsetmiyordum. Bunda, Project 10 Pan'ın da etkisi vardı elbette... Hazır bu kadar ara vermişken farklı bir şeyle dönmek istedim.

Opi'nin Nice Stems koleksiyonu çıkalı bayağı olmuştu. Tanıtımını buradan duyurmuş ve I Lily Love You'u istediğimi söylemiştim. Ne yazık ki alışveriş yasağı nedeniyle alamıyordum. Yurtdışında yaşayan bir arkadaşım sesimi duymuş olmalı ki bunu gelirken bana hediye almış. Nasıl sevindim anlatamam. Üstelik bana eğer istersem ürünlerin gönderilmesi için kendi adresini vermemi, Türkiye'ye geldiği belli dönemlerde siparişlerimi getirebileceğini söyledi. Eh bu fırsat kaçmaz. Çok yüklenmeyeceğim tabi ki...


Gelelim ürüne; aslında şişesinin dışından çok güzel bir renk gibi duruyor ancak tırnakta kendini pek belli ettiğini söyleyemem. İçinde simlerin dışında, cam parçaları gibi olanlarda mevcut. Çok hafif, jelimsi bir pembe... Bence bunu alıp başka bir ojenin üzerine sürmek daha mantıklı... Zaten koleksiyon onun üzerine hazırlanmış gibi. Diğer üç renk bu renkle çok uyumlu.

Ben aceleden 2 kat sürdüm. Ancak 4 katta sürseniz tırnak çizginizi çok zor kapatırsınız. Base ya da top coat yok. Tırnak etlerime dikkat etmeyin, manikür zamanı geldi farkındayım. Zaten çekiştirip durmaktan manikür de dayanmıyor ya neyse... Kurutucu kullanmadığım halde hemen kurudu.


Son olarak bendeki diğer bir Opi ojeyle fotoğrafını çektim. Bence Teenage Dream bunun yanında efsane olarak kalır. Koleksiyondaki diğer renkleri ve kombinasyonları görmek için Beauty Junkies Unite'e zıplıyoruz. 

Eğer siz de alışveriş yasağı nedeniyle bu ürünleri alamıyorsanız, yurtdışında yaşayan ya da sürekli giden bir arkadaş ya da akrabanızdan rica edebilirsiniz. Toplu olarak, tek seferde alırsanız sanırım sizi kırmazlar ya da adres bilgilerini sizinle paylaşabilirler. Sanırım yaparlar bilmiyorum. Ben olsam yapardım çünkü...  

Peki siz I Lily Love You'u beğendiniz mi?

7 Ağustos 2011 Pazar

Amway Ürünleri



Amway markasını daha önce duydunuz mu bilmiyorum. Ben iş yerindeki bir arkadaş sayesinde haberdar oldum. Hayır, kendisi satış temsilcisi değildi, o da bir komşusu sayesinde tanışmış ve kullandığı ürünlerden inanılmaz memnun kaldığını söyledi. Eh, o bunu söyler de ben durur muyum? Araştırmacı kişliğim sağ olsun, hemen birkaç parça ihtiyacım olan üründen sipariş verdim.

Amway bir Amerikan firması... 80'den fazla ülkede ürünleri satılıyor ve 50. yılını doldurmuş. Temizlik ürünlerinden, cilt bakım ürünlerine, kozmetiğe kadar ürün çeşitliliği mevcut... Ben şahsen kozmetik ürünlerini katalogtan incelediğim kadarıyla pek yeterli görmedim. Ön yargılı olabilirim ama hem deneme fırsatım yoktu hem de renk çeşitliliği fazla değildi. O yüzden kendime sadece duş jeli aldım. Diğerlerinin de kullanacaklarından emin olduğum için yedek şişede 1000ml olanı da almayı unutmadım. Üstelik bu şekilde çok hesaplı oluyor. Kokusuna ise bayıldım.

Diğer ürünler ise annemin uzmanlık alanına giriyor. Fırın temizleyici ve genel temizlik ürününü kendisi için aldım. Genel temizliği resimde gördüğünüz püskürtmeli kaba suyla karıştırıp, seyreltiyor, ondan sonra kullanıyormuşsunuz. (Annemin boncuklu örtülerini de görmüş oldunuz.) Yer, mobilya, camlar her türlü eşyanın temizliğinde kullanılabiliyor. Fırın temizleyicisi ise metal yüzeylerde(ocak, davlumbaz v.s.) harikalar yaratıyormuş. Yağ lekelerinde etkili olduğunu okumuştum.  

Eğer Amway markasını merak ediyorsanız şuradan sitesini inceleyebilirsiniz.

Peki siz Amway ürünlerinden ya da bu tarz elden satılan marka ürünlerinden daha önce hiç kullandınız mı?

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Kayıp Zaman (Tom&Hermione): 2. Bölüm



2. Bölüm: Unutulmuş Anı



Karanlık, sadece şöminede yanan ateşin aydınlattığı odada bulunan, dünyayı devirmeye hazır, emrinde bir sürü tek kelimesiyle öldürmek için kendilerini feda edecek büyücü bulunan adam karşısındaki ateşten daha kırmızı gözlerini dikmiş onu izliyor, yanı başında olan yılanının başını okşuyordu.

Savaş… Nasıl başlamıştı? Kendisi istediği için… Hayır, şartlar zorladığı için…

O sadece, sadece ölümsüzlüğün peşinde olmuştu. Tek düşmanının… Zavallı annesi ve katili olduğu babası gibi bir gün gitmek istemediği için mi? İlk yıllar için evet ama sonra… Sonrasını düşünecek olursa bunun zayıflıkla alakası bile yoktu. Tek derdi onu bulmaktı, ona ulaşmaktı. Var olduğunu bildiği ancak hangi zamanda olduğunu bilmediği tek sahip olduğu kişiye ulaşmak… Olanlar, yaşananlar o kadar zaman önce olmuştu ki Voldemort bile o zekâsına rağmen nasıl bu hale geldiğini bilmiyordu.  

Eninde sonunda bir gün ona ulaşmayı beklemişti ama sonuç hiç de umduğu gibi olmamıştı. Kendisine nefretle bakan o gözler aklından hiç çıkmıyordu. Karşısında yanan ateş gibi yüreğinin de yandığını hissedebiliyordu. Genç kıza göre o bir kalbe bile sahip değildi.

Lord dünyanın önünde diz çökmek için beklediği, hazır bulunduğu Lord Voldemort bir bulanığın önünde eğilmeye razı olmuştu. Kırılmıştı. Yok olmuştu onun bakışlarındaki ifadede.

Genç kız acaba her şeyin, bütün bu olup bitenin, yaşananların, ölümlerin kendisi için kendisine ulaşılabilmesi için yapıldığını bilse yine aynı rahatlıkla savaşabilir miydi? Ya da en azından Harry’nin yanında en tehlikede olduğunu düşündüğü zamanlarda bile onu hep koruyan kollayan birinin daha varlığından haberdar olsa nasıl davranabilirdi?

Genç kız kendisinin bulunduğu her yerde güvende olmuştu. Ne kadar engelleyebildiyse… Ama şimdi içi daha rahattı. Potter, Severus ve Dumbledore’un onu korumak için ne gerekiyorsa yapacaklarından emindi. İçini çekerek tekrar arkasına yaslandı. Bütün yaptıklarına rağmen ona ulaştığında, o anı yakaladığında tek yaptığı şey onu göndermek olmuştu.

Lord son yaptığı için kendine küfrediyordu. En ufak bir zayıflık onu mahvedebilirdi. Ancak Voldemort kendini ve sihir gücünü düşünüp kendi haline endişelenmemesi gerektiğini biliyordu.

Genç kızın hiçbir şey hatırlayamayacak olması ilk defa onun işine yarayacaktı.


* * * 


Genç kız yatağın üstünden kalkmamış dizlerini çenesine kadar çekmiş gözlerini sabit bir noktaya dikmiş saatlerdir düşünüyordu.

 Yatağın etrafındaki yılan arada sırada tıslıyor bazen kafasını dikip genç kızı gözetliyor ama onun hareketsiz olduğu yerde kaldığını görünce tehlikesiz olduğunu düşünüp tekrar yatağın etrafında tur dönüyordu.

Genç kız neler olduğunu anlayamıyordu. Kaçırılıp bir zindana kapatılmış sonra da bu odaya kapatılmıştı. Ama kafasını kurcalayan asıl sorun Voldemort ondan ne istiyorsa hala dile getirmemiş olmasıydı.

İçini kemiren, düşündüğünde boğulacakmış hissine kapıldığı asıl mesele ise arkadaşlarını son bıraktığında neler olduğuydu. Acaba hala hayattalar mıydı? Yoksa hayır diğer seçeneği aklının ucuna bile getirmek istemiyordu. Baskın… O şimdi burada esir olabilirdi ama dışarıda süren savaşta kimin ne olduğu, ne hale geldiği belli değildi.

Ne kadar bu şekilde kaldığını bilmiyordu ama onu derin düşüncelerinden ayıran kapıda birden bire beliren artık aşina olduğu o tanıdık gölge olmuştu.
İnce uzun siluet, siyah cüppenin kollarından çıkmış ince uzun parmaklar, yılanımsı kırmızı gözler yarık şeklinde bir ağız ve aynı şekilde burun delikleri odanın ortasına kadar gelmiş orada dikilmiş genç kıza bakıyordu. Sonra uzun parmaklarını cüppesinin içine soktu. Genç kız “Acaba?” diye düşünürken beklediği olmadı. Lord cebinden içinde garip renkli, akışkan bir sıvının olduğu küçük şişe çıkartmıştı tiz sesiyle:

“Buraya gel.” diye emretti kıza. Genç kız yerinden doğrulup kalkarak yavaş ve dikkatli adımlarla Lord’a doğru yürümeye başladı.

—Yaklaş

dediğini yaptı ve onun önüne kadar geldi. Gözleri artık havada asılı kalmış gibi duran şişedeydi.

—Bu iksirin yüzüme sürülmesi gerekiyor. Bunu en iyi şekilde yapacağından kuşkum yok. Beni haksız çıkarmayacağını bekliyorum.

Bunları söylerken her zaman emir veren sesindeki o tondan eser yoktu. Genç kız inanmayan gözlerle ona bakakalmıştı. Anlayamıyordu.

—Bunu yapmak için çıldıracak Lestrange gibi bir ölüm yiyene sahipken neden buradasınız?

Ne söylediğini bile bilemeden bu sözler dudaklarından dökülmüştü ama gözlerini kaldırdığında Lordun ona cevap vereceğini çoktan anlamıştı.

—Burada köle olduğunu hatırlatmama gerek yok sanırım. Her ne kadar aptal gibi davransan da ben ne söylersem ve istersem onu yapmak zorundasın.

Genç kız da ona karşılık verdi:

—Evet, burada esirim ama ben ölüm yiyenlerinin de aynı şekilde olduğunu düşünmüştüm. Sen ne emredersen onu yapmak zorundalar öyle değil mi?

Bunları söylerken çoktan küçük şişenin kapağını açmış eline bir parça iksir alıp işine koyulmuştu. Ama Lord onun son sorusunu duymamış gibiydi. Sadece gözlerini belli bir noktaya dikmiş işini bitirene kadar da kızın sesini çıkarmasını istemiyormuş gibi görünüyordu. Doğrusu genç kızın da niyeti aynıydı.

İşini sürdürürken hiç böyle bir cilde dokunmadığını fark etti. Yılanınki gibi kırış kırış onun kadar soğuk… Bu tene parmaklarını dokundurduğu andan itibaren sanki artık parmakları da o soğukluğa, hissizliğe karışmıştı. Boşlukta olan diğer eliyle Lordun çenesini tuttu ve elmacık kemiklerine iksirden sürmek için başını yukarı kaldırdığında Lord onun titreyen parmaklarını gördü. Genç kız bunu fark etmemişti. Bir an önce işini bitirip onun buradan gitmesini istiyordu ki Lord un sesiyle irkildi.

—Parmak uçlarında hissettiğim bu duygu korkunun baş edilemez kokusu mu?
 
Ona bakakaldı. Hiç böyle bir soru beklemiyordu. Herkes bilirdi ki değil onunla karşı karşıya gelmek adını bile anmaya korkarlardı. Bir an düşündü Acaba yalan mı söylemeliydi? Ama yine tabi en doğrusunun tıpkı çok sevdiği büyükannesinin ona öğrettiği gibi gerçeği söylemek olduğuna karar verdi ve aklından geçenler dudaklarına döküldü.

—Hayır! Korkmuyorum.

Voldemort sanki hak etmediği bir tokat yemiş gibi yılanımsı yüzünde bir ifadeye bürünmüştü. Doğrusu bunu hiç beklemiyordu Genç kızın “Evet, çok korkuyorum” diyerek ayaklarına kapanıp onu affetmesini ve onu salıvermesi için yalvarmasını beklemişti Ama o bunu yapmamış aksine ne zamandır gözlerinde haykıran gerçeği onun yüzüne karşı söylemekten çekinmemişti ve bunu yaparken de en ufak bir korku belirtisi göstermemişti.

—Senin için alışılmış bir durum değil biliyorum ama sadece ben sadece-

Genç kız tekrar susmuş demek istediğini söyleyememişti. Korkak biri değildi ama bunu söyleyecek gücü de kendinde bulduğundan emin değildi. Sonra gözlerini içine “Devam et.” dercesine bakan Lord’u görünce ne yapacağını anladı ve dudaklarından tek bir kelime döküldü:

—Neden?

* * * 


Genç kız yavaşça gözlerini kırpıştırdı ve kendisine büyük bir inatla parlayan güneş ışığına rağmen sonunda onları açmayı başarabilmişti. Neredeydi, ne olmuştu hiçbir fikri yoktu. Gözleri yavaş yavaş bu aydınlığa alıştığında kim bilir nereye getirildiğini düşünürken gördüğü manzara onu şok etmişti. Karşısında Hogwarts revirinin duvarları ve pencereden görünen arazi vardı. İşte bu hiç de onun beklediği bir şey değildi. En son, en son olanlar...

Görev, baskın, düellolar, esir alınması…

Sonrası daha da kötü- Hayır kötü değildi. Hiç de beklediği gibi geçmemişti. Daha çok garipti. Evet, söylenebilecek tek kelime ya da en doğru kelime bu olabilirdi ancak. Garip…

Bella’nın kahkahaları, zindana götürülüşü, yediği lanetler, canının yanması, Karanlık Lord’un gelmesi… Ama hiç, hiçbir şey yapmaması, dokunmaması…

  Yavaşça yerinden doğrulup yatakta oturdu. Hiçbir ağrısı sızısı yoktu. Çok da sağlıklı olduğunu düşünüyordu. Ancak bir şeyler farklı gibiydi. Değişen ne olmuştu ki?

—Demek sonunda uyandın tatlım

Hermione arkasını dönüp baktığında Madam Pomfrey’nin gülerek kendisine doğru geldiğini gördü.

“Ne zaman geldim buraya” diye sordu genç kız Zaman, mekân kavramı, olayların akışı artık o kadar kendini yitirmişti ki algılamakta güçlük çekiyordu. Madam Pomfrey gülerek “Dünden beri canım. Şimdi izin verirsen gitmeliyim Profesörler ve dahası arkadaşların seni görmek için sabırsızlanıyorlar.” Diyerek uzaklaştı.

Hermione önüne dönerek onları beklemeye başladı. En azından arkadaşlarıyla konuşmak ona iyi gelecekti. Harry ve Ron sanki bir zaman kaybolup şimdi tekrar ortaya çıkmışlardı. Oysa derin, dibi görünmeyen bir kuyudan çıkan oydu. Neler olmuştu? Bu sorunun cevabını verebilecek tek bir kişi vardı. Profesör Dumbledore… Anahtar… En azından nelerin olduğunu tam olarak bilmese bile genç kıza bir tahmini ancak o yürütebilirdi. Beklemekten başka çare yoktu.


* * * 


—NEDEN?

Genç kız cümlesini bitirdiğinde salon sanki içine bir ruh emici girmiş ve orada bulunan bütün duyguları içine çekmiş gibi soğumuştu. Hala kömür rengi gözleri ateş kırmızısı rengi gözlerde dikili cevap bekliyordu ama bir yandan da ne olacağını kestiremiyordu. Karşısında oturan kişi kimseye hesap vermez kimseyle sırlarını paylaşmaz sadece emreder ve eğer emirleri yerine getirilmezse öldürürdü. Karşısında kim olursa olsun muggle ya da büyücü fark etmezdi
Sanki bir saat gibi gelen bir süreden sonra Karanlık Lord’un kendisine ifadesiz bir şekilde bakmasından cesaretlenip devam etti:

—Neden?  Neden yaptın bütün bunları? Bütün bu kötülükleri, cinayetleri… Sen çok güçlü bir büyücüsün. Bugüne kadar gelmiş geçmiş en yeteneklilerden birisi. Neden gücünü bu yönde kullandın? İnsanları öldürmek ve onlar üzerinde hâkimiyet kurmak için bunların hepsini yapmaya değer miydi? Kendi bedeninde bile değilsin artık.

Bunları söyledikten sonra da sessizliğe bürünmüş onun ne yapacağını kestirmeye çalışıyordu. Bir an kendisini neden hala öldürmediğini de merak etti.
Artık sessizlik dayanılmaz bir hal almaya başlayınca onun cevap vermeyeceğini, bu aptal küçük muggle kızın sanırım aklını kaçırdığını düşünüp biraz önce sürmeye ara verdiği iksire dönüp işini bitirmek istedi. Tam parmağının ucuna bir parça almış elini yüzünün hizasına getirmiş ve yeniden onun tenine değecekti ki Voldemort birden beklenmedik bir şekilde elini bileğinden yakaladı.

—Hiç kimse, daha önce hiç kimse benim karşıma geçmiş böyle bir soru sorma cesaretini göstermemişti.

Genç kız ne yapacağını ne söyleyeceğini bilemiyordu. Sadece tekrar her zaman yaptığı gibi sadece onun gözlerinin içine baktı. Ve

—Ben senin yaptığın gibi gözlerinin bakıp ne yaptığını ya da yapacağını kestiremem. İçini okuyamam. Sadece senin bir an için cevap vereceğini düşünmüştüm. Sadece bir anlığına kendimi kandırmışım. Ne aptalım.

Genç kız bunları söylerken hala Voldemort’un bileğini bırakmadığının farkındaydı ama sesini çıkarmamıştı. Oda birden Voldemort’un tiz yılanımsı o kahkaha sesiyle çınlamaya başlamıştı. Kesilsin hayır yeter diye düşünmüştü ki Lord birden sanki onu duymuş gibi kahkahasını kesti.

“Demek sana cevap vereceğimi düşündün öyle mi seni küçük, aptal, bulanık “deyip tekrar kahkaha atmaya başladı

Bulanık kelimesini söylerken sanki dudakları yemek istemediği bir yemeği reddeden çocukların ki gibi büzülmüştü. Lord cümlesini bitirmiş kahkahalarına devam ederken genç kız hayatında hiç hissetmediği kadar kendini aptalca davranırken bulmuştu. O kimdi? Aptal bir bulanık! Kendini bilmez ne yapacağı hiçbir zaman kestirilemez biriydi ama bunların en korkuncunu da az önce gerçekleştirmişti. Lanet olsun bir anlığına Lord’un tenezzül edip ona cevap vereceğini sanmıştı. Ne kadar budalaydı.

—Bak bana.

Kulak tırmalayıcı o korkunç kahkaha kesilmiş sadece 2 kelime duymuştu Lord’un sesiyle genç kız. Tekrar yere indirdiği bakışlarını onun göz hizasına getirdi. Voldemort oturduğu sandalyeden doğrulup ona ifadesiz bir yüzle baktı. Ve sonra:

—Madem bu kadar çok istiyorsun öğrenmeyi, o zaman sana istediğini vereceğim.

Cümlesini bitirir bitirmez genç kız bileğini tutan ince uzun parmaklardan ateş buz karışımı bir dalganın kollarından başlayıp bütün bedenine yayıldığını hissetti. Hala gözleri Lordun gözlerinde bileği onun elinde hapisken lordun hatıraları bir bir kendi beyninin içinde dolanmaya başlamıştı. Hepsi birer film şeridi gibi kafasının içinde dönüyor dönüyor dönüyordu. Ama hiç biri kalıcı olmuyor göründükleri anda kayboluyorlardı.
 
En sonunda acısı dayanılmaz bir hale gelince odanın duvarları genç kızın feryat dolu çığlığıyla yankılanmaya başlamıştı. Buna artık daha fazla dayanamayacağını düşündü ve bir an önce bitmesini diledi ve acı o anda kesildi. Ancak Voldemort artık onu bileğinden tutmadığı için olduğu yerde diz çökmüş yüzüstü kapaklanmamak için de bir eliyle yerden destek almıştı.

Gözlerini kapatmış hala az önce olanları düşünürken Voldemort’un hala olduğu yerde kalmış onu izlediğinin farkına varmamıştı. Ne kadar olduğunu tahmin etmediği bir süre sonra varlığını hissetmiş gözlerini tekrar ona kaldırmıştı Ayağa kalkmaya çalışmış ama başaramamıştı Bunu yapması daha da canını yakmış Sanki kendini saatlerce Crutius lanetine maruz kalmış gibi hissediyordu. Voldemort iki parmağını emir verirmiş gibi genç kıza doğru salladı ve sanki onu kuklasıymış gibi hareketsiz sızlayan bedenini az gerisinde bulunan yatağa yerleştirdi. Elini 2. kez salladığında bir asa belirdi ve genç kız sonunun geldiğini anladı. Voldemort un bütün sırlarını öğrenmişken yaşamasına nasıl izin verebilirdi ki? Yavaşça gözlerinden gözlerini zorla ayırarak yere eğdi ve o sözcükleri söylemesini bekledi. Ama beklediği gibi o sözleri asla duyamadı. Hareketsiz yere düşmeyi beklerken bedeninin birden eskisinden daha canlı daha sıcak daha sağlıklı olduğunu fark etti. Hiçbir şey anlamıyordu. Bu bir oyun muydu?

Karanlık Lord gerisin geri dönüp kapıya doğru yönelirken o da peşinden koşturdu. Ama birden yine onun büyüsüyle engellendiğini fark etmesi uzun zamanını almadı. Görünmez bir duvar onun diğer tarafa geçmesini önlüyordu. Nafile görünmeyen duvara bir umut vuruyor bir yandan da lorda haykırıyordu

—Dur! Dur! Lütfen dinle beni.

Lord bir an yavaşlamadı bile. Genç kız tekrar haykırdı.

—Dur! Lütfen gitme. Tom yalvarırım gitme.

Lord olduğu yerde çakılmış kalmıştı. Tom… Bu kelimeyi, kendi nefret ettiği ismini onun ağzından duymayalı o kadar zaman olmuştu ki… Şimdi bu şekilde olması canını yakıyordu ve Lord Voldemort canının yanmasından hiç hoşlanmamıştı.

 Hermione istediklerini söyleyebileceği tek bir an varsa o da şimdi diye düşünüp hala arkasını dönük şekilde duran Lord’a seslendi:

—Tom sen aslında kötü biri değilsin ya da en azından bir zamanlar değildin Küçük bir çocukken ben bunu biliyorum. Eğer o soğuk, sevgisiz yetimhane yerine annen ve babanla mutlu bir şekilde onlar tarafından büyültseydin her şey ne kadar farklı olabilirdi. Ben bunu biliyorum. Lütfen dinle beni. Tom yalvarırım dinle.

Ama artık her şey için çok geçti… O ve diğerleri için… Lord tekrar yürümeye başlamış ve genç kız da son kez olabildiğince feryat etmişti

—Tom eğer şu an bir dilek hakkım olsaydı bunu senin için hiç düşünmeden feda ederdim. Senin bir aileye sahip olmanı dilerdim İyi kalpli bir anne ve onu deliler gibi seven bir baba muggle ya da büyücü

Lord görünmez kapıdan dışarı adımını atmasıyla genç kızın ağlaması da feryadı da o anda kesildi Ama Lord ne yazık ki bunların hepsini duymuştu. Ve bu kadar iyi olduğu için bu genç kıza bir kez daha lanet ediyordu.


 Yorumlar FORA


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...