2. Bölüm: Unutulmuş Anı
Karanlık, sadece şöminede yanan ateşin aydınlattığı odada bulunan, dünyayı devirmeye hazır, emrinde bir sürü tek kelimesiyle öldürmek için kendilerini feda edecek büyücü bulunan adam karşısındaki ateşten daha kırmızı gözlerini dikmiş onu izliyor, yanı başında olan yılanının başını okşuyordu.
Savaş… Nasıl başlamıştı? Kendisi istediği için… Hayır, şartlar zorladığı için…
O sadece, sadece ölümsüzlüğün peşinde olmuştu. Tek düşmanının… Zavallı annesi ve katili olduğu babası gibi bir gün gitmek istemediği için mi? İlk yıllar için evet ama sonra… Sonrasını düşünecek olursa bunun zayıflıkla alakası bile yoktu. Tek derdi onu bulmaktı, ona ulaşmaktı. Var olduğunu bildiği ancak hangi zamanda olduğunu bilmediği tek sahip olduğu kişiye ulaşmak… Olanlar, yaşananlar o kadar zaman önce olmuştu ki Voldemort bile o zekâsına rağmen nasıl bu hale geldiğini bilmiyordu.
Eninde sonunda bir gün ona ulaşmayı beklemişti ama sonuç hiç de umduğu gibi olmamıştı. Kendisine nefretle bakan o gözler aklından hiç çıkmıyordu. Karşısında yanan ateş gibi yüreğinin de yandığını hissedebiliyordu. Genç kıza göre o bir kalbe bile sahip değildi.
Lord dünyanın önünde diz çökmek için beklediği, hazır bulunduğu Lord Voldemort bir bulanığın önünde eğilmeye razı olmuştu. Kırılmıştı. Yok olmuştu onun bakışlarındaki ifadede.
Genç kız acaba her şeyin, bütün bu olup bitenin, yaşananların, ölümlerin kendisi için kendisine ulaşılabilmesi için yapıldığını bilse yine aynı rahatlıkla savaşabilir miydi? Ya da en azından Harry’nin yanında en tehlikede olduğunu düşündüğü zamanlarda bile onu hep koruyan kollayan birinin daha varlığından haberdar olsa nasıl davranabilirdi?
Genç kız kendisinin bulunduğu her yerde güvende olmuştu. Ne kadar engelleyebildiyse… Ama şimdi içi daha rahattı. Potter, Severus ve Dumbledore’un onu korumak için ne gerekiyorsa yapacaklarından emindi. İçini çekerek tekrar arkasına yaslandı. Bütün yaptıklarına rağmen ona ulaştığında, o anı yakaladığında tek yaptığı şey onu göndermek olmuştu.
Lord son yaptığı için kendine küfrediyordu. En ufak bir zayıflık onu mahvedebilirdi. Ancak Voldemort kendini ve sihir gücünü düşünüp kendi haline endişelenmemesi gerektiğini biliyordu.
Genç kızın hiçbir şey hatırlayamayacak olması ilk defa onun işine yarayacaktı.
* * *
Genç kız yatağın üstünden kalkmamış dizlerini çenesine kadar çekmiş gözlerini sabit bir noktaya dikmiş saatlerdir düşünüyordu.
Yatağın etrafındaki yılan arada sırada tıslıyor bazen kafasını dikip genç kızı gözetliyor ama onun hareketsiz olduğu yerde kaldığını görünce tehlikesiz olduğunu düşünüp tekrar yatağın etrafında tur dönüyordu.
Genç kız neler olduğunu anlayamıyordu. Kaçırılıp bir zindana kapatılmış sonra da bu odaya kapatılmıştı. Ama kafasını kurcalayan asıl sorun Voldemort ondan ne istiyorsa hala dile getirmemiş olmasıydı.
İçini kemiren, düşündüğünde boğulacakmış hissine kapıldığı asıl mesele ise arkadaşlarını son bıraktığında neler olduğuydu. Acaba hala hayattalar mıydı? Yoksa hayır diğer seçeneği aklının ucuna bile getirmek istemiyordu. Baskın… O şimdi burada esir olabilirdi ama dışarıda süren savaşta kimin ne olduğu, ne hale geldiği belli değildi.
Ne kadar bu şekilde kaldığını bilmiyordu ama onu derin düşüncelerinden ayıran kapıda birden bire beliren artık aşina olduğu o tanıdık gölge olmuştu.
İnce uzun siluet, siyah cüppenin kollarından çıkmış ince uzun parmaklar, yılanımsı kırmızı gözler yarık şeklinde bir ağız ve aynı şekilde burun delikleri odanın ortasına kadar gelmiş orada dikilmiş genç kıza bakıyordu. Sonra uzun parmaklarını cüppesinin içine soktu. Genç kız “Acaba?” diye düşünürken beklediği olmadı. Lord cebinden içinde garip renkli, akışkan bir sıvının olduğu küçük şişe çıkartmıştı tiz sesiyle:
“Buraya gel.” diye emretti kıza. Genç kız yerinden doğrulup kalkarak yavaş ve dikkatli adımlarla Lord’a doğru yürümeye başladı.
—Yaklaş
dediğini yaptı ve onun önüne kadar geldi. Gözleri artık havada asılı kalmış gibi duran şişedeydi.
—Bu iksirin yüzüme sürülmesi gerekiyor. Bunu en iyi şekilde yapacağından kuşkum yok. Beni haksız çıkarmayacağını bekliyorum.
Bunları söylerken her zaman emir veren sesindeki o tondan eser yoktu. Genç kız inanmayan gözlerle ona bakakalmıştı. Anlayamıyordu.
—Bunu yapmak için çıldıracak Lestrange gibi bir ölüm yiyene sahipken neden buradasınız?
Ne söylediğini bile bilemeden bu sözler dudaklarından dökülmüştü ama gözlerini kaldırdığında Lordun ona cevap vereceğini çoktan anlamıştı.
—Burada köle olduğunu hatırlatmama gerek yok sanırım. Her ne kadar aptal gibi davransan da ben ne söylersem ve istersem onu yapmak zorundasın.
Genç kız da ona karşılık verdi:
—Evet, burada esirim ama ben ölüm yiyenlerinin de aynı şekilde olduğunu düşünmüştüm. Sen ne emredersen onu yapmak zorundalar öyle değil mi?
Bunları söylerken çoktan küçük şişenin kapağını açmış eline bir parça iksir alıp işine koyulmuştu. Ama Lord onun son sorusunu duymamış gibiydi. Sadece gözlerini belli bir noktaya dikmiş işini bitirene kadar da kızın sesini çıkarmasını istemiyormuş gibi görünüyordu. Doğrusu genç kızın da niyeti aynıydı.
İşini sürdürürken hiç böyle bir cilde dokunmadığını fark etti. Yılanınki gibi kırış kırış onun kadar soğuk… Bu tene parmaklarını dokundurduğu andan itibaren sanki artık parmakları da o soğukluğa, hissizliğe karışmıştı. Boşlukta olan diğer eliyle Lordun çenesini tuttu ve elmacık kemiklerine iksirden sürmek için başını yukarı kaldırdığında Lord onun titreyen parmaklarını gördü. Genç kız bunu fark etmemişti. Bir an önce işini bitirip onun buradan gitmesini istiyordu ki Lord un sesiyle irkildi.
—Parmak uçlarında hissettiğim bu duygu korkunun baş edilemez kokusu mu?
Ona bakakaldı. Hiç böyle bir soru beklemiyordu. Herkes bilirdi ki değil onunla karşı karşıya gelmek adını bile anmaya korkarlardı. Bir an düşündü Acaba yalan mı söylemeliydi? Ama yine tabi en doğrusunun tıpkı çok sevdiği büyükannesinin ona öğrettiği gibi gerçeği söylemek olduğuna karar verdi ve aklından geçenler dudaklarına döküldü.
—Hayır! Korkmuyorum.
Voldemort sanki hak etmediği bir tokat yemiş gibi yılanımsı yüzünde bir ifadeye bürünmüştü. Doğrusu bunu hiç beklemiyordu Genç kızın “Evet, çok korkuyorum” diyerek ayaklarına kapanıp onu affetmesini ve onu salıvermesi için yalvarmasını beklemişti Ama o bunu yapmamış aksine ne zamandır gözlerinde haykıran gerçeği onun yüzüne karşı söylemekten çekinmemişti ve bunu yaparken de en ufak bir korku belirtisi göstermemişti.
—Senin için alışılmış bir durum değil biliyorum ama sadece ben sadece-
Genç kız tekrar susmuş demek istediğini söyleyememişti. Korkak biri değildi ama bunu söyleyecek gücü de kendinde bulduğundan emin değildi. Sonra gözlerini içine “Devam et.” dercesine bakan Lord’u görünce ne yapacağını anladı ve dudaklarından tek bir kelime döküldü:
—Neden?
* * *
Genç kız yavaşça gözlerini kırpıştırdı ve kendisine büyük bir inatla parlayan güneş ışığına rağmen sonunda onları açmayı başarabilmişti. Neredeydi, ne olmuştu hiçbir fikri yoktu. Gözleri yavaş yavaş bu aydınlığa alıştığında kim bilir nereye getirildiğini düşünürken gördüğü manzara onu şok etmişti. Karşısında Hogwarts revirinin duvarları ve pencereden görünen arazi vardı. İşte bu hiç de onun beklediği bir şey değildi. En son, en son olanlar...
Görev, baskın, düellolar, esir alınması…
Sonrası daha da kötü- Hayır kötü değildi. Hiç de beklediği gibi geçmemişti. Daha çok garipti. Evet, söylenebilecek tek kelime ya da en doğru kelime bu olabilirdi ancak. Garip…
Bella’nın kahkahaları, zindana götürülüşü, yediği lanetler, canının yanması, Karanlık Lord’un gelmesi… Ama hiç, hiçbir şey yapmaması, dokunmaması…
Yavaşça yerinden doğrulup yatakta oturdu. Hiçbir ağrısı sızısı yoktu. Çok da sağlıklı olduğunu düşünüyordu. Ancak bir şeyler farklı gibiydi. Değişen ne olmuştu ki?
—Demek sonunda uyandın tatlım
Hermione arkasını dönüp baktığında Madam Pomfrey’nin gülerek kendisine doğru geldiğini gördü.
“Ne zaman geldim buraya” diye sordu genç kız Zaman, mekân kavramı, olayların akışı artık o kadar kendini yitirmişti ki algılamakta güçlük çekiyordu. Madam Pomfrey gülerek “Dünden beri canım. Şimdi izin verirsen gitmeliyim Profesörler ve dahası arkadaşların seni görmek için sabırsızlanıyorlar.” Diyerek uzaklaştı.
Hermione önüne dönerek onları beklemeye başladı. En azından arkadaşlarıyla konuşmak ona iyi gelecekti. Harry ve Ron sanki bir zaman kaybolup şimdi tekrar ortaya çıkmışlardı. Oysa derin, dibi görünmeyen bir kuyudan çıkan oydu. Neler olmuştu? Bu sorunun cevabını verebilecek tek bir kişi vardı. Profesör Dumbledore… Anahtar… En azından nelerin olduğunu tam olarak bilmese bile genç kıza bir tahmini ancak o yürütebilirdi. Beklemekten başka çare yoktu.
* * *
—NEDEN?
Genç kız cümlesini bitirdiğinde salon sanki içine bir ruh emici girmiş ve orada bulunan bütün duyguları içine çekmiş gibi soğumuştu. Hala kömür rengi gözleri ateş kırmızısı rengi gözlerde dikili cevap bekliyordu ama bir yandan da ne olacağını kestiremiyordu. Karşısında oturan kişi kimseye hesap vermez kimseyle sırlarını paylaşmaz sadece emreder ve eğer emirleri yerine getirilmezse öldürürdü. Karşısında kim olursa olsun muggle ya da büyücü fark etmezdi
Sanki bir saat gibi gelen bir süreden sonra Karanlık Lord’un kendisine ifadesiz bir şekilde bakmasından cesaretlenip devam etti:
—Neden? Neden yaptın bütün bunları? Bütün bu kötülükleri, cinayetleri… Sen çok güçlü bir büyücüsün. Bugüne kadar gelmiş geçmiş en yeteneklilerden birisi. Neden gücünü bu yönde kullandın? İnsanları öldürmek ve onlar üzerinde hâkimiyet kurmak için bunların hepsini yapmaya değer miydi? Kendi bedeninde bile değilsin artık.
Bunları söyledikten sonra da sessizliğe bürünmüş onun ne yapacağını kestirmeye çalışıyordu. Bir an kendisini neden hala öldürmediğini de merak etti.
Artık sessizlik dayanılmaz bir hal almaya başlayınca onun cevap vermeyeceğini, bu aptal küçük muggle kızın sanırım aklını kaçırdığını düşünüp biraz önce sürmeye ara verdiği iksire dönüp işini bitirmek istedi. Tam parmağının ucuna bir parça almış elini yüzünün hizasına getirmiş ve yeniden onun tenine değecekti ki Voldemort birden beklenmedik bir şekilde elini bileğinden yakaladı.
—Hiç kimse, daha önce hiç kimse benim karşıma geçmiş böyle bir soru sorma cesaretini göstermemişti.
Genç kız ne yapacağını ne söyleyeceğini bilemiyordu. Sadece tekrar her zaman yaptığı gibi sadece onun gözlerinin içine baktı. Ve
—Ben senin yaptığın gibi gözlerinin bakıp ne yaptığını ya da yapacağını kestiremem. İçini okuyamam. Sadece senin bir an için cevap vereceğini düşünmüştüm. Sadece bir anlığına kendimi kandırmışım. Ne aptalım.
Genç kız bunları söylerken hala Voldemort’un bileğini bırakmadığının farkındaydı ama sesini çıkarmamıştı. Oda birden Voldemort’un tiz yılanımsı o kahkaha sesiyle çınlamaya başlamıştı. Kesilsin hayır yeter diye düşünmüştü ki Lord birden sanki onu duymuş gibi kahkahasını kesti.
“Demek sana cevap vereceğimi düşündün öyle mi seni küçük, aptal, bulanık “deyip tekrar kahkaha atmaya başladı
Bulanık kelimesini söylerken sanki dudakları yemek istemediği bir yemeği reddeden çocukların ki gibi büzülmüştü. Lord cümlesini bitirmiş kahkahalarına devam ederken genç kız hayatında hiç hissetmediği kadar kendini aptalca davranırken bulmuştu. O kimdi? Aptal bir bulanık! Kendini bilmez ne yapacağı hiçbir zaman kestirilemez biriydi ama bunların en korkuncunu da az önce gerçekleştirmişti. Lanet olsun bir anlığına Lord’un tenezzül edip ona cevap vereceğini sanmıştı. Ne kadar budalaydı.
—Bak bana.
Kulak tırmalayıcı o korkunç kahkaha kesilmiş sadece 2 kelime duymuştu Lord’un sesiyle genç kız. Tekrar yere indirdiği bakışlarını onun göz hizasına getirdi. Voldemort oturduğu sandalyeden doğrulup ona ifadesiz bir yüzle baktı. Ve sonra:
—Madem bu kadar çok istiyorsun öğrenmeyi, o zaman sana istediğini vereceğim.
Cümlesini bitirir bitirmez genç kız bileğini tutan ince uzun parmaklardan ateş buz karışımı bir dalganın kollarından başlayıp bütün bedenine yayıldığını hissetti. Hala gözleri Lordun gözlerinde bileği onun elinde hapisken lordun hatıraları bir bir kendi beyninin içinde dolanmaya başlamıştı. Hepsi birer film şeridi gibi kafasının içinde dönüyor dönüyor dönüyordu. Ama hiç biri kalıcı olmuyor göründükleri anda kayboluyorlardı.
En sonunda acısı dayanılmaz bir hale gelince odanın duvarları genç kızın feryat dolu çığlığıyla yankılanmaya başlamıştı. Buna artık daha fazla dayanamayacağını düşündü ve bir an önce bitmesini diledi ve acı o anda kesildi. Ancak Voldemort artık onu bileğinden tutmadığı için olduğu yerde diz çökmüş yüzüstü kapaklanmamak için de bir eliyle yerden destek almıştı.
Gözlerini kapatmış hala az önce olanları düşünürken Voldemort’un hala olduğu yerde kalmış onu izlediğinin farkına varmamıştı. Ne kadar olduğunu tahmin etmediği bir süre sonra varlığını hissetmiş gözlerini tekrar ona kaldırmıştı Ayağa kalkmaya çalışmış ama başaramamıştı Bunu yapması daha da canını yakmış Sanki kendini saatlerce Crutius lanetine maruz kalmış gibi hissediyordu. Voldemort iki parmağını emir verirmiş gibi genç kıza doğru salladı ve sanki onu kuklasıymış gibi hareketsiz sızlayan bedenini az gerisinde bulunan yatağa yerleştirdi. Elini 2. kez salladığında bir asa belirdi ve genç kız sonunun geldiğini anladı. Voldemort un bütün sırlarını öğrenmişken yaşamasına nasıl izin verebilirdi ki? Yavaşça gözlerinden gözlerini zorla ayırarak yere eğdi ve o sözcükleri söylemesini bekledi. Ama beklediği gibi o sözleri asla duyamadı. Hareketsiz yere düşmeyi beklerken bedeninin birden eskisinden daha canlı daha sıcak daha sağlıklı olduğunu fark etti. Hiçbir şey anlamıyordu. Bu bir oyun muydu?
Karanlık Lord gerisin geri dönüp kapıya doğru yönelirken o da peşinden koşturdu. Ama birden yine onun büyüsüyle engellendiğini fark etmesi uzun zamanını almadı. Görünmez bir duvar onun diğer tarafa geçmesini önlüyordu. Nafile görünmeyen duvara bir umut vuruyor bir yandan da lorda haykırıyordu
—Dur! Dur! Lütfen dinle beni.
Lord bir an yavaşlamadı bile. Genç kız tekrar haykırdı.
—Dur! Lütfen gitme. Tom yalvarırım gitme.
Lord olduğu yerde çakılmış kalmıştı. Tom… Bu kelimeyi, kendi nefret ettiği ismini onun ağzından duymayalı o kadar zaman olmuştu ki… Şimdi bu şekilde olması canını yakıyordu ve Lord Voldemort canının yanmasından hiç hoşlanmamıştı.
Hermione istediklerini söyleyebileceği tek bir an varsa o da şimdi diye düşünüp hala arkasını dönük şekilde duran Lord’a seslendi:
—Tom sen aslında kötü biri değilsin ya da en azından bir zamanlar değildin Küçük bir çocukken ben bunu biliyorum. Eğer o soğuk, sevgisiz yetimhane yerine annen ve babanla mutlu bir şekilde onlar tarafından büyültseydin her şey ne kadar farklı olabilirdi. Ben bunu biliyorum. Lütfen dinle beni. Tom yalvarırım dinle.
Ama artık her şey için çok geçti… O ve diğerleri için… Lord tekrar yürümeye başlamış ve genç kız da son kez olabildiğince feryat etmişti
—Tom eğer şu an bir dilek hakkım olsaydı bunu senin için hiç düşünmeden feda ederdim. Senin bir aileye sahip olmanı dilerdim İyi kalpli bir anne ve onu deliler gibi seven bir baba muggle ya da büyücü
Lord görünmez kapıdan dışarı adımını atmasıyla genç kızın ağlaması da feryadı da o anda kesildi Ama Lord ne yazık ki bunların hepsini duymuştu. Ve bu kadar iyi olduğu için bu genç kıza bir kez daha lanet ediyordu.
Yorumlar FORA
ve bu kadar iyi oldugu için bu genç kıza bir kez daha lanet ediyordu...
YanıtlaSilWow gerçekten güzeldi.Kalemine sağlık :D
YanıtlaSil