26 Şubat 2015 Perşembe

Kolay mı, Zor mu?

 
 

 
 

"Zeliha, neden hiç bizi aramıyor?"
"Neden bize hiç gelmiyorsun Zeliha?"
"Neden bizimle görüşmüyorsun?"

Genel olarak hep duyduğum ama özellikle Amerika'dan döndükten sonra daha sık karşılaştığım sorular bunlar. 

İnsanlar sizi eskisi gibi kullanamadıklarında sizi suçlarlar, arkasına sığındıkları gerekçe ise basittir.

"Sen değiştin."

Değişen bir şey yoktur aslında. Sen yine her zaman ki sensindir. Farklı olan karşındakini daha iyi tanımandır o kadar...

"Seninle görüşmek istemiyorum."
"Sohbetin tat vermiyor."
"Hakaretlerinden rahatsız oluyorum. "
"Senin yanında sıkılıyorum."
"Karşındaki insana saygın yok."

Liste böyle uzar gider.

Eğer bu tarz insanlarla sırf aile bağım yüzünden ya da iyi niyetimden görüşüyorsam ya da görüşmek zorunda kalıyorsam da bu sonsuza dek sürecek anlamına gelmiyor.

"Görüşmek istememek..."

İnsanların bunu anlaması bu kadar zor mu? Ben bir insanın yeri geldiğinde tek bakışından benden hoşlanıp hoşlanmadığını anlayabiliyorum da senelerdir tanıdığım insanların kör olması ne kadar acınası...

Yapım gereği fazlasıyla temkinli olsam da, tanıdığım her insanı hayatıma buyur etme, bir süreliğine tanıyıp, gönül evimde  ağırlama gibi bir huyum var. Bu nedenle olur olmadık mekanlardan, zamanlardan, ortamlardan tanıştığım, ahbap olduğum, arkadaşlık ettiğim hatta can yoldaşı dediğim insanlar çoktur.

"Nereden tanıştınız?"
"Kuaförde, ofiste, internetten v.s..."
"İnanmıyorum!!!"

Madalyonun bir de öbür yüzü var elbet.. Açıkçası bu nedenle sömürülmeye açık bir yapım var... Özellikle de her şeyin çıkar ilişkilerine dönüştüğü günümüzde... Çünkü iyi niyetinizin adı bir süre sonra enayilik oluyor. Saflığınız, salaklık olarak yorumlanıyor. Herkesi kendiniz gibi bilmekten kaynaklı bir durum bu...

Çıkarcılar... Belli bir eğitim seviyesine, çevreye, ekonomik özgürlüğe sahip olduğunuz anda kapınızda biten tipler... Herhangi bir zaman diliminde, herhangi bir ortamda elbette günün birinde senin işine yarayacağını düşünen insanlar...

Sevgilici tayfası... Yalnız kalınca ilk aradığı kişi sen olanlar... Görüşme aralığını bilerek azaltınca bir sorun mu var, neden uzak duruyorsuncular...

Gözü aç olanlar... Her şeyinizi paylaştığınızın halde size gelen iki parça hediye de bile gözü olanlar... Kıskançlık krizine girenler...

Karakteri oturmamışlar... Hiç alakanız olmadığı halde sırf hoşlandığı çocuk size asıldı diye size karşı tavır alanlar. Sen kuyruk sallamazsan adam niye peşinden gelsinciler...

Seni rahatsız eden hareketlerine, davranışlarına rağmen sabrettiğin ancak bir süre sonra dayanamayıp kibarca rahatsızlığını belirttiğinde her seferinde "Haklısın!" cevabını verenler... Bu cevabı duyunca rahatlamam mı gerekiyor acaba?

Haklısın cevabını duymak için ölüp bitenler var bu dünyada. Çok şükür onlardan biri olmadığımı biliyorum. Keşke haksız çıksaydım da "O, bunu yapmamış olsaydı..." diye içimden çok geçirmişliğim olmuştur.... Haklısın demeyi bırakıp bir dostu olarak kendine çeki düzen vermesini beklediklerim...

Bir de en fazla uzak durduğum grup; yalancılar... Gönül kapısını bir kez suraatına çarptıktan sonra o kapıdan bir daha asla giremeyecek olanlar... Sonsuz kez fırsatı olduğu halde, aşağılık davranışları devam ettiren ve artık hiçbir şekilde affımın olmadıkları...

Herkesin hayatından uzak olması gereken şahıslar...

Bir de ne olursa olsun "Yeter ki sen iste..." diyenler... Yüzünüzün düştüğünü görse dibinizde bitecek olan... İyi niyetinden şüphe etmediğiniz, konuşurken, eğlenirken, bir şeyleri paylaşırken asla düşünmediğiniz...Sizi el üstünde, kalbin en derininde saklayacak olan insanlar...

2 günlük şehir dışı seyahatinde bile 5 dakikacık bile olsa yüzünü görmek, tek bir kez sarılmak için kilometrelerce gitmeye razı olduğunuz melekler... Ya istemeden de olsa canını sıkacak, kalbini hüzünlendirecek bir şey söylediysem ya da yaptıysam diye kendinizi yiyip bitirdiğiniz... Aranıza ülkeler, dahası kıtalar koyup, uğruna isterse okyanusları aşacağınız kişiler... İki eliniz kanda olsa koşup gideceğiniz gerçek dostlar...

Hayatımdan gelip geçen herkesin Allah yolunu açık etsin. Buyur ettiysem de, elveda dediysem de iyi kötü katkısı var herkesin bu yaşamda...

İlla ki...

Öyle ya da böyle...



 

24 Şubat 2015 Salı

Eyüp Sabri Tuncer Alışverişim {EST}




http://shop.eyupsabrituncer.com/




Siteye girmek için resme tıklayın!!!

Küçüklüğümden beri en sevdiğim kolonyalara sahip markaydı Eyüp Sabri... Piyasada farklı markalara ait birçok ürün var ama bu markanın yerini tutmadı bana göre... Bir de en büyük fanı olan anneciğime göre... Eh, firmanın profesyonel bir sitesi olduğunu öğrenince hemen ışınlanıp birkaç parça ürün aldım.

Eyüp Sabri, markasının ürün yelpazesini oldukça geliştirmiş. Ev tekstilinden, vücut losyonlarına ve banyo ürünlerine kadar çok farklı ürünlere sahipler. Siteden incelediğim kadarıyla ambalajları ve renkleri çok kaliteli görünüyorlar. Resmen bayıldım.

Aslında almak istediklerim kolonyadan ibaretti ama siteye girdiğim zaman banyo ürünlerindeki indirimler yüzünden kendimi kaybettim. Kolonya olarak sadece tütünü tercih ederken masaj barlar, banyo köpükleri ve blaster denen ürünlerle doldurdum sepetimi.

Neler almışım bakalım...



 


Chocolate Heaven Bath Blaster
Flowers Bath Blaster
Love Apple Bath Blaster

Küveti doldurup bu ürünleri içine atıyorsunuz. Esansiyel yağlarla banyo keyfini zirveye çıkartıyormuş. Bakalım deneyip göreceğiz.
 
 

 
 
Bauble Bath Creamer
Glam Rock Bath Creamer
Pink Belt Meltz
Violet Bath Mallow

Küveti doldurup bu ürünleri içine atıyorsunuz. İçlerinde shea butter ve kakao yağı bulunuyor. Cildinizi nemlendiriyor.
 
 

 


Butter Me Baby Massage Bar
Pod People Massage Bar

Bunları avucunuzun içinde eritip, cildinize sürerek nemlendiriyorsunuz. Çok güzel kokuyorlar...
 




Tütün Kolonyası 500 ml
Choc Around The Clock Bath Brulee
Firma tarafından gönderilen losyon ve sıvı sabun testerları

Bath brulee klasik banyo köpüğü... 4 kez kullanılabiliyormuş. Bir çikolata fanı olarak denemek için sabırsızlanıyorum.


Pazar günü verdiğim siparişim, pazartesi kargoya verilmiş, salı sabahı paketim teslim edilmişti. Ürünlerimi baloncuklu poşete sarıp, kutuya koymuşlar. Ancak buna rağmen banyo köpüklerimin hepsi bir arada paketlendiği için ürünümün biri kırılmış. Mail atıp bildirdiğim müşteri hizmetleri yaklaşık 10 dakika sonra beni arayarak şaşırttı. Bu kadar çabuk geri dönüş yapmalarını beklemiyordum. Sorunumu bildirdim ve eğer isterlerse gelen paketin resmini de gönderebileceğimi söyledim.

Geri dönüş olarak benden tam not aldılar ki Türkiye çapında bunu yapan firma sayısı üçü beşi geçmez. Umarım geri dönüşleri kadar ürünlerinden de memnun kalırım ve Eyüp Sabri'den tekrar tekrar alışveriş yaparım. Gerçi banyo ürünlerinin paketi açarken bile elime sinen kokusunu çok sevdim. Bir de o pasta görünümleri yok mu? Beni benden aldı. Umarım performansları da en az bu kadar etkilidir. Her zaman dediğim gibi yerli markalardan böyle çalışmalar gördükçe sevinmemek elde değil.

EST'den ürün alan var mı peki? Tavsiyelerinizi bekleriz... :)


 

20 Şubat 2015 Cuma

Ebay ve Sasa.com Alışverişim

 
 



Son zamanlarda yazacak şey pek bulamıyorum. İçimden gelmiyor bir türlü... Ben de bunu paylaşayım dedim. Şu aralar kitaplar, kozmetikler, online alışverişlerle oyalıyorum kendimi. Olaylar, olanlar, özelikle de ülkede yaşananlar hakkında düşünmemeye, her yaşanan olayda örselenmemeye çalışıyorum. Her zaman bir kişi bir kişidir desem de, ne yazık ki bazen ne kadar uğraşsanız da sadece sizinle değişmeyen, değiştiremediğiniz şeyler var. Lanet olsun var, ne yazık ki...

Belki de bir milyonuncu kez alışveriş için kullandığım siteler; Ebay ve Sasa.com... Yaklaşık 2 ay önce yaptığım bir alışveriş...

Türkiye'nin gümrük yasağı nedeniyle ne yazık ki Ebay'deki birçok satıcı ülkemize ürün göndermiyor. Gönderenler de minicik bir paket için 24 dolar gibi uçuk fiyatlar istiyorlar. LA'deyken kargosuyla birlikte 10 dolar ödediğim bir saç spreyinin bile burada 65 TL olduğunu öğrenince bir kez daha lanet ettim bu yasaya... Bir-iki paket alıp eğleniyoruz, o paketleri beklerken heyecanlanıyoruz. Ne var sanki onu da çok görürsünüz bize... Gerçi keşke tek derdimiz bu olsa bu ülkede...







Hal böyle olunca Amerika'daki arkadaşlarımın ya da gidip gelenlerin çetelesini tutmaya başladım. New York'a giden bir arkadaşımın adresini verip üstteki ürünlere kavuştum. Üstelik çok uygun fiyatlara... Gelelim aldıklarıma;

NARS İkili Göz Farı Grand Palais
MAC MSF Adored
MAC Allık Margin
MAC Allık Immortal Flower
MAC Allık Tenderling
MAC Cremesheen Ruj Speed Deal
Narciso Rodriguez for Her EDT (Bayıldım bu kokuya... Geldiğinden beri tek sıktığım parfüm bu... Neden daha önce almamışım?)

Bu arada Ebay'den sipariş ettiğim bir kozmetik ürünü de gümrükten geçip elime ulaştı. Paketlerin üzerinde kozmetik yazmamasına dikkat edin. En önemli nokta bu...


 
 
 
 
Bu da Sasa.com'dan alışverişim... Eğer Uzak Doğu kozmetiği seviyorsanız Sasa'yı tek geçerm. Başka siteler de var ama Sasa'daki çeşitliliği yakalayamıyorlar.
 
Vitacreme B12 Regerative Cream 
My Beeauty Diary Black Pearl Mask
My Beauty Diary Imperial Bird's Nest Mask
My Beauty Diary Dark Circles İntensive Care Eye Mask
 
My Beauty Diary maskelerle Çinli arkadaşım sayesinde tanışmıştım. Tayvan'da üretiliyorlar ve Çin'de çok yaygın kullanılıyorlar. Yorumlarımı detaylı olarak yazacağım. Göz maskeleri de yine My Beauty Diary'den, çok fazla indirim vardı, denemek amacıyla aldım. Umarım işe yarar.
 
Bunlarla birlikte bir süreliğine kozmetik alışverişi yok bana... Bunlarla bir süre oyalanırım artık...
 
Hepinize keyifli hafta sonları...
 
 
 
 

10 Şubat 2015 Salı

Peri Kutusu: Bean Pole, Dogo, Hayao Miyazaki, Çin Vs...





Bu ara birbirinden sevimli, şeker mi şeker şeylere meylim var. Ha bir de çok uzak diyarlara gitmeye...

Bean Pole'un bu resimli çantasından ve Dogo'nun özel üretim New York, Paris, İstanbul temalı babetlerinden birer tane sahip olmaya...

Bir Hayao Miyazaki fanı olarak birbirinden sevimli anime oyuncaklar, müzik kutuları ve peluşlar alıp kendime özel, evimde küçük bir köşe hazırlamak... Totoro, Yüzsüz, Mononoke ve daha niceleri... Baksanıza şunların sevimliliğine...

Kore mutfağıyla daha da sıkı fıkı olmaya başladım. Bunun için de böyle Kore tarzı tencereler, çubuklar, kaseler toparlamaya başladım bile... Japon ve Çin tarzı da kabulüm. Üçünü de çok seviyorum ne de olsa...

Başta Baby Doll'u görmeyi amaç edindiğim Çin'e ya da Koreli çingumun ısrarlarıyla bir Uzak Doğu yapıp ülkeye geri dönmeye... Belki de beraber bir Avrupa yapmaya... Kim bilir?

Clarisonic Mia 2 ne zamandır gözümde... Pembiş pembiş ne de güzel çıkarmışlar bu rengi... Mavisi, yeşili, moru ne rengi ararsanız var.


 

7 Şubat 2015 Cumartesi

Uluslararası İlişkiler X ~ İstanbul Vs. Los Angeles


 
 
 

Geldiğimden beri aldığım en popüler soru: Türkiye mi daha güzel, Amerika mı?

Benim net cevabım her zaman şuydu: Burası daha güzel ama orası çok daha düzenli... Ülkemi sevmesem kalma ihtimalim olan Amerika'dan dönmezdim.

Başlamadan söyleyeyim bu yazı genel bir yazı değildir. Sadece kendi görüşlerim var. "Sen ülkemizi kötülüyorsun. Allah belanı versin. Madem bu kadar kötü bu ülke, o zaman defol git. " tarzında yorum yapacak angutlara tavsiyem siz de bu blogdan defolup gidin. Kimse okumak zorunda değil bu yazılanları. Bir de ben çuvaldızı kendine batır düşüncesindeyim.. Biz kendimizi düzeltmeden hiç bir yere gelemeyeceğimizi düşünüyorum.

Bana kalsa İstanbul dünyanın en güzel şehirlerinden biri... Gerçek anlamda öyle... Hem tarihi hem de gelişme açısı bakımından... Ancak ne yazık ki biz bu güzel şehre hiç de iyi davranmamışız. Sokaklarında yürürken bile bu gözüme öyle çarpıyor ki üzülmüyor değilim. Zamanında Beyoğlu'na adamlar kravatsız, gömleksiz çıkmazmış. Kabalık olmasın diye bir bayanın yüzüne asla direk bakmazlarmış. Konuşurken bile küçük bir yanlış anlaşılma yaşamaktan ödleri koparmış. Bu anlattığım belki çok eski zamanlardan kalma. (Evet, biraz eski kafalıyım ve o günleri yaşayamadığım için çok üzülüyorum.) Ancak nasıl olmuş da samimiyeti ve doğallığı ile ünlü Türk insanı bu hale gelebilmiş. Aklım almak istemiyor.






Trafik!

İki şehirde de trafik berbattır. İstanbul'un trafiği malumunuz. Şehir planlaması olmayan, park alanı bulunmayan tek şeritli yollar yapılmış 15 milyonluk bir şehir... Bir de metro ağı bile düzensizse varın işin içinden siz çıkın. Bir yakadan diğerine geçmek 3 saatinizi alabilir.

Hele ki sürücüler... Hiçbiri kendinde hata bulmaz. Zaten kural falan hak getire... Yok öyle bir şey... Kaldırımda yaya olarak yürümek bile suç olur. Bir bakarsınız bir taksi ya da dolmuş üzerinize doğru geliyordur. Bir de sanki bu normalmiş gibi davranırlar.

Peki Los Angeles...Los Angeles'ta yaşayan herkes kesintisiz trafikten şikayet eder. Neredeyse herkesin -öğrenci, anne, baba- herkesin arabaları vardır. Her aileye en az iki üç araba düşer. Çünkü Kaliforniya eyaleti araba almaya teşvik için vergileri çok düşük tutar. Yedi- sekiz şeritli otobanlara rağmen yolların tıkanıklığından, hele ki iki damla yağmur düşsün otobanların bile nasıl eziyete dönüştüğünden bahsederler.

Nitekim şehirde yollar geniştir, her yerde park alanları vardır. Kurallara harfiyen uyulur. Karşıdan karşıya geçerken trafik ışıkları yokken bile tüm arabalar durur ve size yol verirler. Bir araç kırmızı ışıkta size çarpsa bile hata yayanın değil sürücünündür.







Toplu Taşıma

İstanbul'da toplu taşıma her zaman sıkıntı. Trafik toptan sıkıntı ya zaten... Dünyanın tüm metropollerine bakın, çok gelişmiş bir metro ağları ve toplu taşıma sistemleri vardır. Bir de güzel İstanbul'umuza bakın. Ne yazık ki şehre ne yapılırsa yapılsın hiçbir şekilde çözüm bulunamıyor. Otobüs, minibüs, metro, metrobüs, havaray hiçbiri bu soruna bir çözüm bulamadı ne yazık ki... İstanbul'da Los Angeles'a göre toplu taşıma daha iyi gibi ama o berbat, tek şeritli dar yollar, her yere gelişigüzel park edilmiş arabalar nedeniyle yarım saatlik yere 1,5 saatte ancak varırsınız.

Dahası o kalabalık, balık istifi olmuş otobüsleri ve dolmuşları saymıyorum bile. Metrobüs deseniz havasız insan aracı mübarek... Ulaşım ayrı sorun, ulaşım araçlarında hayatta kalmak ayrı sorun. Toplu taşıma araçlarını kullanan arkadaşlarım bu sağlıksız koşullar nedeniyle sürekli ya grip, ya da soğuk algınlığı almış durumda. Yaşlılara, hastalara yer vermek gibi bir şey zaten yok. Paşa paşa gideceğin yere kadar ayakta zar zor durmaya çalışırsınız. En kötüsü ise birkaç ay önce kontrolsüz araçlarda insan hayatlarına mal olan yangınlar, arızalar var ki ne kadar rezil bir durumda olduğumuz ortada... Ayrıca birinin kolu, bacağı kapıya mı sıkıştı kimsenin umurunda olmaz. Hatta sorun çıkacak gibi olursa önce şoför, sonra da otobüsün durmasından şikayetçi yolcular bağırıp çağırmaya başlarlar. İnsan hayatının önemi yoktur.

Los Angeles'ta toplu taşıma diye bir şey yoktur. Vardır gibi görünür ama araban yoksa işin de zor. Çünkü çok geniş bir alana yerleşen şehirde metro ağı zaten yok  Her yöne giden otobüsler mevcut ama 1.5 saatte gideceğiniz yere ancak varırsınız. Arabanız yoksa bir hiçsiniz.

Ancak otobüsler sakindir. İnsan gibi, gerçekten insan gibi seyahat edersiniz. Ayakta seyahat ettiğim bile bir elin parmaklarını geçmez. Ayrıca engelli insanlara gerçekten değer verilir. Araca herkesten önce ilk onlar biner ve emniyetli şekilde oturtturulurlar. Daha sonra diğer yolcular otobüse alınır. Şoför engelli birey güvenli şekilde araca binene kadar asla yola koyulmaz.  Dahası ufak bir kaza oldu diyelim ya da bir yolcunun kolu kapıya sıkıştı. Hemen rapor tutulur. Şoför aracı durdurup hemen yolcu ile ilgilenir ve onu her ihtimale karşı hastaneye yönlendirir. Bunun gibi küçük bir sorun yaşandı diye bir yarım saat hiç hareket etmediğimizi bilirim.

 




Restoranlar

Los Angeles'ta her yerde istediğiniz mutfağın yemeğini bulmanız mümkündür. Malum bir çok milletten göç almış bir şehirden bahsediyoruz. Çin, Kore, Türk, Yunan, Japon ne ararsanız bulursunuz. Ancak genelde restoranlar her zaman çok kalabalıktır. Hele ki hafta sonları ve akşam saatleri ise yer bulamazsanız. Rezervasyonunuz yoksa 2 saat beklediğiniz olur. Evde yemek yeme anlayışları pek yoktur.

Hadi restorana gittiniz diyelim. Öyle rasgele istediğiniz yere pat diye yayılıp oturamazsınız. Kapıda sizi karşılayan görevli kaç kişi olduğunuza göre sizi belirli masaya götürür. Bir de bahşiş zorunludur ne yazık ki... Gelen her hesaba en az %10 bahşiş ücreti eklenir. Garsonun ilgili, güler yüzlü olması falan önemli değildir. Siz o bahşişi ödersiniz. Arkadaşım bahşiş ödemediği için arkasından gelip bahşiş zorunlu diyen garsonlar gördüm ben.

İstanbul'da yemek çeşitliliği boldur. Dünya mutfağı geniştir ancak yöresel yemekler yapan restoranların sayısı 2-3'ü geçmez. Yeni bir şeyler denemek için şehrin diğer ucuna gitmeniz gerektiği aklınıza gelince biraz canınız sıkılabilir. Bahşiş ise canınızın istediği kadar verirsiniz. Hiçbir şekilde zorunluluk yoktur. Kuruçeşme'de çok lüks bir yer değilse elbette... Gidip istediğin yere oturma lüksünü ise çok seviyorum. Oh bütün restoran senin gibi davranırsın.






İnsanlar

Los Angeles'ta insanlar kibardır, inanmayacaksınız ama gerçekten öyledir. Alışveriş merkezleri ya da iş, okul için gittiğiniz mekanları kast etmiyorum, bu mekanlarda mecburen iş politikası gösterilen ilginin sınırı yoktur. Ancak normalde de bu böyledir. İnsanlar kapınızı açar, siz geçersiniz, bu sefer siz kapıyı tutarsınız onlar geçsin diye ama adam sizi bekler, siz onu... Dahası bankta otururken hayatınızda hiç görmediğiniz adamın teki gelir "İyi günler!" diler. Kırmızı ışıkta beklerken tekerlekli sandalyeli bir adam "Çok güzelsiniz." diye iltifat eder.

İstanbul'da değil böyle bir kibarlığı normal bir insani davranışı bile göremedim. Sen otobüsten, metrodan daha inmeden üstüne çullanır gibi araca binmeye çalışanlar, ben inmeden nasıl bneceksin be... Yolda yürürken önüne bakmayıp sana çarptığı halde suç kendinde olduğu durumda bile öküz gibi suratına bakanlar... Zannedersem senin özür dilemeni bekliyordur. Be hayvanat bir öküzlük yapıyorsun en azında afedersiniz demeyi bil... Bir büfeye yol sorarsın kaba bir şekilde bilmiyorum ben deyip başından savar sizi.

Daha mı? Komşun müsait misin, değil misin demeden evine dalış yapar. Bu nedenle kaç kişiyi uyardığım oldu. Banko sırasında ya da restoran kasasının önünde sipariş vermek için beklerken, arkadan 5-6 kişi sanki itekleyince daha çabuk ilerliyormuş gibi arkadan üstüne yığılır. Resmen çullanır hatta... Bu nedenle de çok tartışmalarım oldu ya neyse... Otobüste teyze, amcaya yer verirsin bu senin bir nevi görevin gibidir ama amca-teyze teşekkür bile etmeden pat diye yayılır kalktığın yere... Sen de mi teyze-amca derken bulursun kendini.. Bu liste böyle uzar gider.   

Canlar, geldiğimden beri içimde biriktirdiklerimi döktüm. Keşke olmasa ya da değiştirebilsem dediğim o kadar çok şey var ki... Yurt dışına gidenler ülkemizi beğenmiyor gibi bir tabu oluşmuş nedense... Hayır ülkemizi gayet de beğeniyoruz ama insanımızın bu ülkeye yaptığını düşmanımızın bile yapacağına inanmıyorum. Hoş görü, anlayış, samimiyet zaten giderek yok oluyor. İstanbul en büyük şehir olduğu için yozlaşma en fazla burada görülüyor ama Anadolu için benim hala umudum var. Tası tarağı toplayıp bir Anadolu şehrine yerleşmeyi de düşünmüyor değilim. Küçük bir şehir, güzel, samimi insanlar, kafanı dinleyebileceğiniz bir ortam... İstanbul da, Los Angeles'ta varsın onların olsun...



 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...