30 Kasım 2010 Salı

Ah Niagara! Vah Niagara! - 2

Bir önceki gezi yazısında Niagara Falls'ın Kanada tarafından görüntüsünü burada yayınlamıştım. Bu yazımda ise Amerika yakasından görüntüleri size sunuyorum. 

Niagara Falls'ta bizim sokak kedileri köpekleri yerine sincapları meşhur....Sokakta yürürken her an karşınıza bir sincap çıkıp sizi şaşırtabilir.  


Her cuma günü pek tanınmamış grupların konserleri olur. Bu da onlardan birisi ve biz de elimizde şans varken değerlendirdik.


Amerika yakasından şelalenin görüntüsü...


Acıkınca ilk mekanımız Hard Rock Cafe... Gerçi bu fotoğrafı yemeyi bitirmeden önce çekmeliydim. :)


 Benim favorim elbette ki şelalenin gece görüntüsü... Özellikle ışıklandırmayla çok güzel bir manzara yakalanmış.









 Burası ilk gittiğimizde kaldığımız motel odası. Etraf biraz dağınık o yüzden kusurumuza bakmayın.




 Motelde bir süre kaldıktan sonra ilk işimiz kendimize bir apartman dairesi tutmak olmuştu. Çalışmaya başladıktan sonra ilk pazarda kahvaltıyı unutmamak gerekli. Bu sucuklu yumurtayı nereden mi bulduk? İki kangal sucuğu ülkeye kaçak olarak kim soktu zannediyorsunuz?

28 Kasım 2010 Pazar

Ah Niagara! Vah Niagara!



Bugün eski fotoğraflara bakarken yaram depreşti. Gerçi bu havada Niagara soğuk olur ama yine de o her haliyle güzel benim gözümde...Bu resimler Kanada tarafından... Bir sonraki yazımda Amerika tarafından görüntüsünü koyacağım.








Şelalenin dibine kadar giden vapur gezileri süper olur.

Yunusları sevmeden olmaz...


Ayrıca balıkları beslemeden olmaz.


Hard Rock Cafe'ye gidince ünlülerin eşyalarını görmek gerek.


Makyaj Ürünleri Kullanım Süreleri



Kozmetik ürünleri hakkında yazmaya başlamadan önce en akıllı iş elbette ürünlerin ne kadar dayanabildiğini bilmek. Çoğumuz gibi ben de indirimli bir ürünü birkaç tane alıp saklıyorum ama görünüşe bakılırsa bu pek de akıllıca bir iş değil. Çevremizde gördüğümüz her şey gibi onların da bir kullanım süresi var ve en önemlisi kullanılan alan cildimiz olduğu için en dikkat etmemiz gereken alanlardan biri olduğunu düşünüyorum.


Ruj

Ömrü 2 – 3 yıldır. Ancak yaz aylarında havanın çok sıcak olması nedeniyle rujların yüzeyinde küçük su kabarcıkları oluşabilir. Bu normaldir. Eğer rujunuz kurumuşsa, dudağınıza sürdükten sonra üzerine parlatıcı sürerek kuruluğu giderebilirsiniz ya da sürmeden önce dudaklarınızı nemlendirebilirsiniz. Çok kuruları çöpe atın.
Rimel

Yaklaşık ömrü 3-6 aydır. Özellikle kurumuş rimelleri kullanmak kipriklerin yıpranmasına ve dökülmesine sebep olur.

Fondöten

Açılmadığı sürece 2 – 3 yıl dayanır. Eğer fondöteniniz dibe çökmüş ve üst yüzeyde yağ tabakası oluşmuşsa, biraz sallayarak tekrar eski haline getirebilirsiniz. Fondöten süngeri kullanıyorsanız, bunu her kullanımdan sonra yıkamalı ve özenle saklamalısınız.

Göz kalemi

Likit olanların, tıpkı rimeller gibi içine hava dolabileceğinden ömürleri kısadır. Açılıp uzun süre kullanılmayanların da kuruma tehlikesi var. Kalemlerin ise dayanıklılığı 3 yıldır.

Pudra

Tıpkı allıklar gibi uzun ömürlüdür. Ama kompakt pudralar, hava aldıkları süre boyunca kuruma tehlikesiyle karşı karşıyadırlar.

Gözaltı kapatıcıları

1 – 2 yıl dayanır. Fakat kompakt şeklinde olanlar daha çabuk kurur ve bir zaman sonra kullanılamaz hale gelebilir.

Allık

Suya dayanıklı olduğu için uzun müddet kullanılabilir. Fakat aşırı sıcakta kuruyan allıkları derhal çöpe atmalısınız.

Far

Dayanıklılık süreleri 1 – 2 yıldır. Bundan sonra farlar kuruyabilir veya çatlayabilir. Zamanı geçen farların en belirgin özelliği ise gözkapaklarında dağılmamasıdır.

Parfüm

Açıldıktan sonra ömrü 2 yıldır. En iyisi parfümleri kuru ve serin bir yerde saklamaktır. Güneş ışınlarına maruz kalan parfümlerin kokusu çabuk uçar.

Oje

Hiç açılmadığı sürece ömrü 2 yıldır. Ağzı açılan ve uzun zaman kullanılmayan ojeler kalınlaşarak bozulmaya başlar. Ojelerinizin ömrünü uzatmak için, her kullanımdan sonra fırçasını temizlemeli ve ağzını uzun süre açık bırakmamalısınız.

Cilt temizleme ürünü

Uzun süre dayanır. Çünkü içerdikleri maddeler bakteri oluşumunu önleme özelliğine sahiptir. Fakat temizleme mendilleri 1 – 2 yıl içerisinde tüketilmelidir. Alkollü ürünlerin ömrü yaklaşık 2, yağlıların ise 1 yıldır. Eğer üründe tortulaşma başlamışsa, kesinlikle kullanmayın.

Nemlendirici krem

Açılmadığı sürece yaklaşık 3 yıl dayanır. Açılan ve uzun zaman kullanılmayan malzemelerin üst yüzeyinde yağ tabakası oluşabilir ve kötü kokmaya başlar. Tüp içinde bulunan nemlendirici kremler, havayla temas etmediği için daha uzun ömürlüdür.

Güneş kremi

Asla bir önceki yazdan kalan güneş kreminizi kullanmayın. Çünkü genelde kumsala götürülen ve güneş ışınlarına direkt maruz kalan kremlerin içeriğindeki maddeler bir müddet sonra ısı nedeniyle olumsuz yönde etkilenmeye başlar. Normalde güneş kremlerinin dayanma süresi altı aydır.

Otobronzan

Kullanım ömrü 1 – 2 yıldır. Fakat çok sıcak ortamlarda uzun süre bekletilen ürünlerin içeriğindeki bronzlaştırıcı maddeler kısa zamanda etkilerini kaybedebilir.

Ampuller

Yüksek düzeyde konsantre edilmiş etki maddeleri içeren ürünler açılıp ısı ve ışıkla temas ettikten sonra, ancak 12 saat dayanabilir

25 Kasım 2010 Perşembe

Jigoku Shōjo | Hell Girl

[image]
Türü: Korku, Esrarengiz, Psikolojik, Fantastik

"O miserable shadow clad in darkness! Hurting and disdaining people, a karmic soul drowning in sin...Would you try dying for once?"

Her gece saat tam 12' de internette bir site açılıyor. Sitenin amacı insanların nefret ettikleri, intikam almak istedikleri kişilerin ismini yazıp kabul etmesidir. Cehennemin Kızı olan Enma Ai her kabul edene bir insan şekline oyuncak benzer bebek verir. Üzerinde kırmızı bir iplik vardır. Emin olduğunda bunu çekerek o kişiyi cehenneme yollamaktadır ama bununla birlikte kendisi de ruhunu cehenneme vermesi gereklidir. Öldüğünde direk olarak o da cehenneme gidecektir.
Aslında pek anime izleyen birisi değilimdir. Ancak bu tarz bir anime pek bulunur cinsten değil. Küçük bir kız çocuğu geçmişte kendisine yapılanların intikamını bir şekilde diğer insanların intikamlarını alarak yerine getiriyor. Ai tam olarak Japon tarzı korku filmlerinde görebileceğiniz tipte bir kız... Uzun, düz siyah saçlar, kırmızı iri gözler, ufak defek bir yapı... Bana nedense Garez serisindeki kızı hatırlattı.

Genel olarak beğendiğimi söyleyebilirim. Ancak konu biraz fazla uzatılmış. Bir beş bölümden sonra son bölümlerde verilen Ai'nin geçmişi kısmına gelinmeliydi. Yaklaşık on bölüm kadar uzatmışlar.
 Karakterler:

Enma Ai, (Seslendiren: Mamiko Noto)
Hone Onna (Seslendiren: Takako Honda)
Ichimoku Ren (Seslendiren: Masaya Matsukaze)
Wanyuudou (Seslendiren: Takayuki Sugo)
Hajime Shibata (Seslendiren: Yuji Ueda)
Tsugumi Shibata (Seslendiren: Nana Mizuki)
Ai'nin büyükannesi (Seslendiren: Eriko Matsushima)
Örümcek (Seslendiren: Hidekatsu Shibata)
Straw Doll - Saman Oyuncak

Bölüm Listesi
1 Alacakaranlığın Diğer Kenarından, From the Other Side of Twilight 2 Büyülenmiş Kız, Entranced Girl
3 Lekelenen Yığın, Blemished Mound
4 Duyulamaz Çığlık, Inaudible Scream
5 Uzun Kulenin Kadını, Woman of the Tall Tower
6 Erken İkindi Pencere, Early Afternoon Window
7 Çatlak Maske, Cracked Mask
8 Sakin Tanıdık, Quiet Acquaintance
9 Tatlı Tuzak, Sweet Trap
10 Arkadaşlar, Friends
11 Bölünmüş İplik, Torn Thread
12 Parçalar dökülüyor,Spilling Fragments
13 Temizleyici Kız, Purgatory Girl
14 Çıkmaz Sokağın Karşısı, Across the Blind Alley
15 Adanın Kadını, Woman of the Island
16 Yolculuktaki Şovmenin Gecesi, Night of the Travelling Entertainer
17 Cam Dekor, Glass Scenery
18 Bağlanan Kız, Bound Girl
19 Gelin Bebeği (oyuncağı),
20 Cehennem Kızı Cehennem Erkeğine Karşı, Hell Girl vs. Hell Boy
21 Kibar Komşu, Kind Neighbor
22 Üzüntünün Yağmuru, Rain of Regret
23 Hastane Koğuşunun ışığı, Hospital Ward's Light
24 Alacakaranlık Evi, Twilight Home
25 Cehennem Kızı, Hell Girl
26 Teyelleme, Basting

21 Kasım 2010 Pazar

Kız Mı, Erkek Mi?

You are Beautiful... Bir erkek kılığına bürünmüş kızımız daha...

Erkek kılığına bürünmüş kızların başrolü oynadığı dizilere girişimi Coffee Prince'le yapmıştım. Feci şekilde Korelilerin bu meseleye düştüğünü fark ettim.  Bence bunun altında kız gibi görünen Uzak Doğulu erkeklere göndermeler var... Kesin...

Karakter karakter gidecek olursak...

[image]

Öncelikle bayanlar

Kızımız başta iyi hoştu ama nedense sonlara doğru kabak tadı vermeye başladı bana nedense... Üstelik bir değil iki değil üç erkeği nasıl oluyor da kendine aşık etme yeteneğine sahip oluyor onu da anlayamadım ya neyse? Ancak her ne olursa olsun uzun zamandır görmediği kardeşi için böyle büyük bir sorumluluğun altına girmesi beni çok etkiledi... Dahası acılarla dolu geçmişini ve ailesini araştırırken daha kötüsüyle karşılaşması da gerçekten çok üzücüydü... Ancak çok sakar ve de salak mı desem olduğundan ne Woo'nun ona anlattığı hikayelerden bir şey anladı ne de Jeremy'nin hareketlerinden bir şey kapabildi... Her şey olup bittikten sonra onlardan uzaklaşmayı seçti...


[image]

Esas Oğlan

Bana başta biraz uyuz gelse de bölümler ilerledikçe Mi Nam'la olan diyalogları o kadar güzeldi ki çok beğendim... Gülerken küşük bir çocuk gibi ancak kaşlarını çattığında tam olarak bana yaklaşmayın mesajını veren bir kişilik... Özellikle kızın önemsemediğini söylese de onun beğendiği ya da özel olan şeyleri düşünüp ona göre hareket etmesine bayıldım... Domuz-tavşan, toka sondaki yıldız hediyesi bunu gösteriyor. Umrumda değilsin dese de ne zaman kız zora düşse onu kurtaran o oluyor... Konserdeki kaçışları ve sırf sırrı ortaya çıkmasın diye HE Yi ile birlikte olması... Azlında bütün bunları acı çekmemek için yapıyor... Annesi yüzünden yaşadıklarından dolayı insanlardan korkuyor... 


[image]


Acılı Arkadaş

Sanırım arada en çok buna üzüldüm. Eh be oğlum madem seviyorsun neden lafı bu kadar dolandırıyorsun... Tamam bir değil iki değil. Yemeyenin malını yerler... Kız karşında duruyor ancak sen yalanı ortaya çıktığında bile onu sadece izliyorsun... Bu karakterin zekasına da hayranım doğrusu... İlk bölümden çaktı dalgayı.... Hazırladığı sürprizlerde çok güzeldi... Tanıtım toplantısında herkesten önce yetişip benim sevgilim deyip onu saklamaısı da ayrı olaydı zaten.... Son dakikaya kadar vazgeçmemesi de ayrı bir mesela... O duş sahnesinde kızın yününe havluyu örtüp " Sen buradayken duş alamam." demesi beni bitirdi...  Onun hakkında sayfalar doldurabilirim ancak bu kadar yeter şimdilik...  


[image]

Yaramaz Bebek...

Woo benim için ne kadar özelse Jeremy'nin yeri de o kadar ayrı... O kadar sevimli ki çocuksu yönüne herkes açık olabilir. Mi Nam'ın kız olduğunu öğrendiğinden beri ne zaman ona bakıp Senden çok hoşlanıyorum deyip üzerine atladığı sahneler beni bitirdi... Gerçi bunun sadece arkadaşlık olduğunu düşünürken tutup onun da aynı kişiye tutulması ne kötü talih... Radyo meselesi de zaten süperdi ancak sonra kötü sonuçlandı. O şarkı söylerken ben bittim... Onun gibi bir karakteri ağlattığı için kızdan nefret ettim... Ayrıca bizim Jolie oldu ya Çolli... da süperdi...

Benim için güzel bir diziydi. Ancak Coffe Prince kadar asla olamaz. Bu diziyi daha popüler yapan sanırım yakışıklı erkeklerin fazla olması ve ünlülerin hayatından kesitler sunup, yaşamlarını göz önüne alması... Sıradan birisi o gruba aniden dalış yaparsa neler olur... Bence güzeldi Bir de puan vereyim...

Sanırım 10 üzerinden 7.... Neden mi? Konu basit olsa da çalışmalarla açıklar güzel kapatılmış....

Leader Ramen - Rameni Seviyoruz



Dün arkadaşımla birlikte Ankamall'e yaptığımız küçük gezi sonunda kendimizi Migros'a attık. Bunun en büyük nedeni ise Kore dizileri bağımlısı olmanın verdiği bağımlılıkla arkadaşımın rameni denemek istemesiydi. Geç bile kalmıştı bence. Dizileri izlerken onlar ramenleri hapur hupur götürürken ekran başında ağzımızdan su akıta akıta onları seyreden bizlerdik.

Sonunda makarna bölümünğ bulup görevli kızın yeni dizdiği ramenlere ulaştık. Yalnız hayal kırıklığına uğradığımı söyleyebilirim. Amerika'da bulunduğum dönemde onca çeşitini görmüştüm ki burada gördüğüm üç çeşit ramen benim gözümü hiç doyurmadı. Acılı, tavuklu ve mantarlı seçeneklerinden tavukluyu alıp, dahası az gözlülükle -.çubuklar beleşmiş- üç çiftte çubuk alarak oradan ayrıldık.

Az önce rameni yapıp mideye indirdim. Bayağı özlemişim doğrusu. Çubuklarla aram iyi olduğundan pek bir zorluk çekmedim ama bu kadar zamandır beklediğim bir anın bu kadar kısa zürmesi beni üzdü. Leader Ramenden istediğim kutulara poşetli ramenlerini de eklemeleri ve çeşitliliği artırmaları.

Lütfen bizim gibi ramen severleri ramenden mahrum bırakmayın.

20 Kasım 2010 Cumartesi

Alışverişkolik ve Siyah Dünyası


Kitabını kısa süre önce bitirmiş biri olarak dün akşam filmini de izleyip yorumlama şansım oldu

Kitapta genel dil çok basitti. Kafa karıştırmayan, istediğini okuyucuya hemen veren bir yön vardı. Bu da tam yazlık bir eser gibi görünüyordu ki bence kesinlikle öyle.

Sophie Kinsella genel olarak Londra’yı işleyen bir yazar. Filmde New York’u görmek beni biraz şaşırttı ancak bolca moda ürünün seçildiği filmde New York’un ele alınması daha bir mantıklı olmuş. Oyunculuklara gelince başroldeki hanım efendimizin- ne kadar tecrübesiz olsa da- döktürdüğünü söyleyebilirim

Kitaptaki isimler filmde ne kadar aynı olsa da Rebecca’nın çıktığı çocuk Tarkie’yi, ev arkadaşı Suze’nun nişanlısı olarak görmek benim pek hoşuma gitmedi. Yapılır ama bu kadarı da biraz fazla…

Asıl değinmek istediğim son dönemlerde sık sık rastlanan alış-veriş hastalığının filmde iyi işlenmiş olmasıydı. Milyonlarca kişinin gözü önünde rezil olmanız pek de iyi bir durum olmasa gerek.

17 Kasım 2010 Çarşamba

O Sevgili Sensin Jasper




P.S.: Aslında burada yazdığım hikayeleri paylaşmak istemiyordum. Ancak sitelerde yazmayı bıraktığım için en çok sevdiğim ficlerimden birini şimdilik yayınlıyorum.


Seni izliyorum.

Her hareketini… Her bakışını… Her yaptığını…

Sen asla benim farkımda değilsin. Olmamalısın da… Ben sadece seni izleyen bir çift gözden ibaretim.

 Nereye gidiyorsun? Neleri seviyorsun? Nelerden nefret ediyorsun bilmek istiyorum. Ancak öğrenmek o kadar zor ki… Hatta imkânsız…

Okuldaki herkes dahası bütün kasaba için siz mükemmel ailesiniz… Forks’ta böylesi daha önce görülmüş müdür bilmiyorum. Görüldüyse bile bu çok uzun zaman öncesine dayanıyor olmalı. Çünkü böyle bir aile bu tip aile fertleri her yüzyılda bir dünyaya gelir diye düşünüyorum.

Ancak sizin aranızda bir tanesi var ki onu tanımlamak için bir cümle kuramıyorum. Bakışları… Gülüşü… Bana aldırmaksızın yanımdan geçişin bile kalbimi yerinden sökülecek gibi atmasına neden oluyor…

Bunun yaşandığı günlerden birinde bana dönüp bakıyorsun. Sadece bakıyorsun. Ben de bakıyorum. O bakışları asla unutamam. Unutmam imkânsız. Nasıl unutulabilir ki bir insan? Ne olduğunu bilmiyorum ama iyi ve kötü arasında bir şey olduğunu düşünüyorum. Ancak iyiye karşı hissettiğim tek şey mutluluk kötüye olansa hiçbir şey…

Sadece hiçbir şey…

Ne hissetmem gerektiğini bile bilmiyorum.

O karamel rengi gözlerin ardında neler sakladığını merak ediyorum. İnsanların düşündüklerinin aksine ben ailenle ilgilenmiyorum. Keşfetmek için tek bir hedefim var. Acaba bir gün o altın rengin içinde kayıp olan hazineyi –hazinemi- keşfedebilecek miyim? Dahası sen bana bu fırsatı verecek misin?

İmkânsız olduğunu bile bile umut etmekten başka yapacak bir şeyim olmadığını biliyorum.

Jessica’nın senin için neler düşündüğü umurumda bile değil. Kendisi kardeşin Edward için yanıp tutuşurken bana senin hakkında neler söylediğini dikkate alıyor muyum sanıyorsun?

Peki ya diğerlerinin? Öğretmenler mükemmel birer öğrenci olduğunuzu düşünürken öğrencilerin hepsi kopya çekerek ya da insanları yanıltarak bu kadar başarılı olduğunuzu düşünüyor.  Kasabadakiler mutlaka bir yanlışınız bir sorununuz olduğunu bu yüzden gözlerden uzak yaşadığınızı birbirlerine anlatıyor. La Push yerlilerinin ise ne söyledikleri umurumda bile değil. Sizi sanki bir canavar azılı bir düşman olarak gördüklerini anlamadım mı sanıyorsun?

Arada sırada bir yerlere kayboluyorsunuz. Bazen hepiniz bazen birkaçınız… Bir tek senin kaybolduğun günler benim için çok zor geçiyor. Sen beni görmesen bile yakınımda olduğunu bilmek bana hep biraz huzur biraz da mutluluk veriyor.

Seni ilk gördüğüm anı hatırlıyorum. Koluna girmiş saçları diken diken ufak tefek bir kızla arabadan inişini…

Sanki burası bir sahneydi bizler birer figüran sizse başrol oyuncularıydınız. O ilk anda anlamıştım farklı olduğunuzu… Bizden olmadığınızı… Sizlerin sadece izlenen bizin ise izleyen tarafta bulunduğumuzu…

Bütün öğrencilerin hatta öğretmenlerin gözü üzerinize kayıyor.  Herkesin biraz hayretle biraz hayranlıkla ve biraz da kıskançlıkla sizi izlediğinizin farkındasınız. Ama o kadar normal davranıyorsunuz ki bunu anlamak mümkün değil.

Beni sana çeken sadece dış görünüşün mü diye çok düşünüyorum ama yanıtı bulmam gecikmiyor.  

Sesin… Tenin… Hatta kokun…

Hareketlerin bile ayrı bir ahenkte sanki… Bahçede otururken fotoğraf çekerken ya da bazen sadece Jessica’yla gevezelik ederken bir anda seni izlerken buluyorum kendimi… Sanki görülmez iplerle sana bağlıyım ve sen nereye gidersen git benim gözlerimde hep seni takip ediyor.

Bunu durdurmaya çalışmadığımı mı düşünüyorsun. Kaç kere denediğimi kaç kez kendimle savaş verdiğimi bir tek ben biliyorum.  Ben senin yanına kendimi yakıştıramıyorum bile. Eğer ikimizi bir aynada yan yana görme fırsatım olsaydı ben o aynadaki bir gölge olurdum. Sense ışık...

Dokunmak istiyorum. O kıvırcık altın sarısı saçlarına… Pürüzsüz karı bile kıskandıracak beyaz tenine… Geniş omuzlarına dayanıp sensiz geçen onca günüme ağlamak istiyorum. Bunları yapamayacak olmamsa bana daha büyük acı veriyor. Umudun yaramı daha da kanattığının farkındayım ama ben o yarayla yaşıyorum. Ve belki inanılması güç ya da sapıkça olabilir ama bu şekilde mutluyum.

Kütüphanede karşılaştığımız günü hatırlıyorum. Aslında unuttuğumu söylesem belki de dünya üzerinde dile getirilmiş en büyük yalan olur. Bay Banner’ın aptal bir ödevi için aradığım kitabın beni sana getireceğini nereden bilebilirdim ki? Rafların arasında gizlice oturuşun kimin aklına gelirdi ki? Neden kimden saklandığını hala merak ediyorum. Kimden kaçtığını…

O sessiz ortamda sesini duymamla yerimden sıçramam bir olmuştu. Karanlığın içinde çakan bir şimşek gibi… Sense gayet rahat o pencere kenarında oturmuş hala keyifsizce dışarıyı izliyordun. Sanki orada bulunan ne ise senin için hayati önem taşıyordu. Tıpkı senin benim için aynı değeri taşıdığın gibi…  

Sonra dönüp gözlerime baktın. Bakmak için delirdiğim bir anlığına bile olsa her şeyi görmezden gelebileceğim o altın yığınının içine sanki çölde su görmüş bir bedevi gibi hasrettim.

O gözlerdeki acı korku nefret ışıltılarını görebiliyordum. En çok neyi merak ettim biliyor musun? Neden korktuğunu… O acıyı gözlerinden silip almak için ne yapmam gerekiyorsa onu yapmaya hazırdım.

 O an neler hissettiğimi biliyor musun? Keşke bilebilseydin. Sıradan bir insan bile o halimin tavırlarımın ne anlama geldiğini hemen anlayabilirdi. Ama sen kaçırdın.  Eğer gözlerin bana değil içindeki o sakladığın şey her ne ise ona yoğunlaşmamış olsaydı eminim şimdi çok farklı bir durumda olurduk.

İyi ya da kötü…

Ben seni her halinle kabul ediyorum. Sevgilinin olması bile bu acı gerçeği değiştirmiyor. Onunla mutlu olduğunu görmek beni de mutlu ediyor. Senin mutluluğunla ben de mutlu olmayı öğrendim. Böyle bir şeyin olmasına ihtimal bile vermezken…

Sen bana hayatım boyunca hep istediğim ve her zaman sahip olmayı dileyeceğim bir şeyi verdin.

Sana âşık oldum Jasper…

Fotoğraflarım sadece senin yüzünle şekillensin istiyorum. Objektife her baktığımda gördüğüm tek şey senin karamel renkli gözlerin olsun. Başımı her çevirdiğimde seni yanı başımda bulayım.

Gerçekleşmeyecek bir hayalin peşinde koştuğumu bile bile kendimi bu ateşe atmaktan alıkoyamıyorum.

Ailem etraflarında gördükleri bütün yaşıtlarımdan olgun olduğumu söylüyor. Söyler misin? Bir insan her şeyini nasıl feda edebilir… Sadece tek bir gülüş… Tek bir bakış için…

Delirdiğimi düşünüyorum. Belki de gerçekten öyle… Ancak bir şeyi hiç unutmadım. Hayat senle ya da sensiz devam etmek zorunda… Biliyorum. Her gün yanında sevgilini de görsem bana aldırış etmeden yanımdan geçip gitsen bile ben hep seni seveceğim. Ve eğer bir gün beni hatırlarsan aklında hep o kendi ayakları üstünde durmasını bilen insanlara saygılı hareketlerinin bilincinde bir kız olarak kalmayı sağlayacağım. 

Gözlüklerimi çıkarıp tekrar olması gereken yere burnumun üzerine yerleştiriyorum. Hiç yanımdan ayırmadığım makinemi elime alıp okul arazisi boyunca devam ediyorum.  Şu an yanımda olmandan daha doğal ne dileyebilirim ki?

Seni görüyorum o anda… Daha doğrusu sizi… Yanında sevgilinle arabanın yanındasınız… Ben yalnızlığa mahkûm bir insanım diyorum kendi kendime… Bana sanki kızgın bir bakış fırlatarak hemen uzaklaşıp okul binasına giriyorsunuz. Ne olduğunu bile bilmiyorum ancak o günden beri kütüphanede geçirdiğimiz o kısacık andan beri böylesin. Kızgın da olsan ben seni sevmekten asla vazgeçmeyeceğim.

Eric birazdan beni almaya gelecek. Sana hayatımı devam ettireceğimi söylemiştim. Bir erkek arkadaşım var. Bunun adice bir şey olduğunun farkındayım ancak bu da yaşamın bir gerekliliği… Benden hoşlandığını söyledi ve ben bir şansı hak ettiğini düşündüm. Beni asla sevmeyecek hatta şu an nefret ettiğini düşündüğüm birisiyle hayatımı sona erdiremem.

Yüne de içimde yaşattığım ve yaşatacağım asla ölmeyecek sevgilimsin sen benim. Gizli aşkımı beslediğim sadece tek bir kişinin sırrı olacak kalan bir sevgili… Asla bilinmeyecek ancak hep yaşayacak…

Sadece benim izleyip benim isteyeceğim ancak asla yaklaşamayacağım bir sevgili…

O sevgili sensin Jasper…

Boys Over Flowers | Hana Yori Dango

[image]

Bir dizi süper başlayıp ancak bu kadar kötü bir sonla bitebilirdi... Dizinin senaristlerinden mi yoksa manganın orjinalinden mi bilmiyorum ama batırmak en iyi bu şekilde yapılabilirdi... Belki haksızlık gibi gelebilir ama Go Jun Pyo sonunda ölmeli ve dediği gibi Jandi Ji Hoo'ya kalmalıydı... Benim fikrim bu... Sonuçta başından beri Jandi ve Ji Hoo birbirlerinden hoşlanıyorlardı ve Jun Pyo olmasa Jandi zaten Ji Hoo'ya kalacaktı... Tek bir hata yapıp kısa süre için yanından ayrılmanın bedeli hayatı boyunca mutsuzluk olmamalıydı... Zaten Jun Pyo her şeye sahip... En azından ablası var... Ancak Ji Hoo'ya büyük haksızlık edildi...

Zaten Ji Hoo da sonunda platoniğe bağladı. Asla ulaşamayacağını bildiği için öylece yanında kalmaktan başka çaresi kalmamıştı garibin...

En sondaki 4 sene ayrılıkta ayrı hikaye... Yahu kim o kadar beklerki? Yapmayın etmeyin... Bu Korelilerde amma abartıyor... Zaten izlediğim her Kore dizisinde bu olmasa olmaz. Coffee Prince, Winter Sonata, Hello My Teacher.... İlla bekleme dönemi olacak... Bakın ne kadar mükemmel aşıklar diye... Töbe töbe... Günaha giriyorum... Zaten bütün dizilerde de mutlaka bir karakterin yolu Fransa'dan geçmese olmaz. Paris'e gidip orada aşağılaycı davranışlar gördükten sonra geri ülkelerine tıpış tıpış dönüyorlar ya neyse... Gelin işte TR'ye mis gibi...


[image]
Sanırım bugüne kadar izlediğim dizilerde en sevdiğim bayan karakterlerden birisiydi.... Coffee Prince 1, bu 2... :D Jan Di'yi zaten baştan beri çok sevmiştim... Dizinin sonuna doğru da başta ne verdiyse aynısını korudu... Ancak sanırım çok fazla iyi... Ben onun kadar dayanamazdım... Uçan tekme ve Go Jun Pyo ile diyalogları çok iyiydi... :D Ama yine de sen Ji Hoo'dan hoşlan sonra sırf korudu diye Jun Pyo'ya geç... Bunu yakıştıramadım... ;D


[image] Of ya bu karaktere ben sinir oluyorum. Tamam belki yalnız, sevgi görmemiş falan ama insan bu kadar salak olur.... Hadi diyelim parana falan güveniyorsun da gelip kıza "Yakışıklıyım, uzunum, zenginim. Neden bu kadar nefret ediyorsun?" demesi yok mu? İnsan ancak bu kadar olur dedirtti. Bir de sanki Jandi'nin baştan beri Ji Hoo'dan hoşlandığını bilmiyormuş gibi ona asılması yok mu? Kal gelmişti orada...

[image] İşte bu... İşte bu.... Ne Edward ne Jacop ne de Jean-Claude... Ji hoo'nun sevgisi yanında bebek oyuncağı kalır. Allah'ım yok böyle bir şey.... Bu karakteri kim yazmış... Nasıl aklına gelmiş.... Gerçi onunda salaklıkları yok değildi... Jandi'yi Goo Jun Pyo'nun eline bırakıp manken karının peşinden gitti. Sonra da gelinde onun kollarında bulunca mal oldu tabi... Ancak her an yanında olması, yalnız bırakmaması, sonunda bile sırf onun için doktorluğu seçmesi nedir ben çözemedim.... Büyüksün Ji Hoo... Senin gibi bir sevgilim olsun 100 milyar borcum olsun... :-* :-* :-*


[image] Sevdiğim ancak sonuna doğru kendini kaybeden bir karakterdi benim için... Ailesiyle girdiği diyaloglar falan içimi acıtmadı değil. Sırf aşık olmamak için günü birlik ilişkileri yok mu işte kazanova dedirtti... Ancak Ga Eul gibi bir kızla birlikte olması sanırım en çok bu karakterin sonu hoşuma gitti... Üstelik çömlekçi olması çok hoşuma gitti... :D

[image] Ji Hoo benim için ne kadar özelse Woo Bin de aynı derecede dikkatimi çeken bir karakterdi dizide... Ancak sanki dörtlü grupta değil de dışarıdan birisiymiş gibi birkaç sahne dışında hiçbir yerde kendisini göremedik... Özellikleri bakımından da sadece dövüş sanatlarında yetenekli olduğu dışında bir bilgi yok... Sadece çok çapkınmış ama onu da yansıttıklarını düşünmüyorum... Onu da şöyle bir karakterle görmek isterdim. Dövüş özelliğiyle falan dalga geçecek bir tip hiç de fena olmazdı... :D

Kendi Yapımım Hikaye Videosu (Jasper/Angela)



Alacakaranlık serisini okuduktan sonra kitaptaki karakterleri araklayıp fanfic(hayran hikayesi) yazanların diyarına ben de katılmıştım.

Jasper ve Angela… Favori karakterlerim… Eh onlara da el attım tabi ki…  

Harry Potter Cafe’de –ki site nisan ayında kapatıldı- yayınlanan hikayem çok beğenilmiş ben de onun üzerine kendi yapımım afiş ve daha da güzeli bir video eklemiştim.

Video’yu şimdi burada paylaşıyorum. Eğer hikayeyi tamamlayabilirsem buradan da yayınlamayı düşünüyorum.

Tersten Külkedisi!


Çıtır edebiyatının en güzel örneklerini ortaya çıkaran Sophie Kinsella’dan çok güzel bir kitap… Pasaklı Tanrıça, kendini bir anda bir evin hizmetçisi olarak bulan yüksek düzeydeki bir avukatın hikâyesini anlatıyor.

Yıllardır bildiğimiz Külkedisi hikayelerinin tersten anlatımlısı olarak bulduğum bu kitabı tüm çıtır edebiyat severlere tavsiye ederim.  

Paris, Ne İstediğimi Anlat Bana




Paris… Aşıkların, hayallerini süsleyen şehir… Şimdi onu bir genç kızın anılarında görmek dilimde çok garip bir tat bıraktı.. Aslında çok sevdiğiniz bir yemeği, hiç denmediğiniz bir aşçının elinden yemek gibiydi.


Okuduğumda bana günlük tarzını hatırlatsa da konusuyla gerçekten kendini arayanlara çok tanıdık gelecek, kendini bulmak isteyenlere de bir yol gösterici, bir arkadaş olacaktır.


Yazar özelikle ekmeklerini öve öve bitirememiş. Paris’e bir gün yolum düğerse ilk işim o ekmeklerden yemek olacak…


Hazır Paris’ten söz etmişken Eiffel Kulesi’ni koymazsak olmaz…




Cennet-Cehennem



İşte romantik-komedi dendiğinde aklıma gelen favori kitaplarımdan birisi… Daha önce Sophie Kinsella’nın Pasaklı Tanrıça adlı kitabından bahsetmiştim. Beni Hatırladın mı? ise yazarın okuduklarım içinde en iyisiydi.

Sıradan bir işi, kendini kaybetmiş bir sevgili, uçuk bir ailesi olan bir kadın elbette ki güzel bir hayatın hayalini kurar. Peki ya bir gün uyandığında aslında o hayatın tam ortasında olduğunu görürse sizce ne yapabilir?

Daha ne istesin derseniz elbette yanılırsız. Madalyonun diğer yüzünü görmeden karar vermeyin derim. Aşağıda ise kapak yazısı mevcut:




Bir sabah uyansanız ve hayatınız kusursuz olsa...?
Lexi, berbat bir trafik kazasının ardından hastanede gözlerini açıyor. Ona göre sene 2004. Kendisi yirmi beş yaşında ve çarpık dişli biri. Felaket bir aşk hayatına sahip. Ancak, her ne kadar inanamasa da, öğreniyor ki, sene aslında 2007 -Lexi artık yirmi sekiz yaşında, dişleri inci gibi ve çalıştığı departmanın da patronu olmuş; üstelik de evli Hem de yakışıklı mı yakışıklı bir milyonerle Rüyalarındaki hayata aniden nasıl iniş yapıverdi böyle acaba?
Lexi şansına inanamıyor -özellikle de nefes kesen yeni evini gördüğü zaman Kocasını yeniden tanımaya başlayınca muhteşem bir evlilik hayatı olduğunu da öğrenecek, çok iyi biliyor. Üstelik sevgili kocası bir de 'Evlilik Kitapçığı' hazırlamış onun için.
Fakat Lexi yeni kimliği hakkında daha çok bilgi edindikçe, kusursuz hayatının yüzeyinde çatlaklar oluşmaya başlıyor. Eski dostlarının hepsi ondan nefret ediyor. İşine göz dikmiş, dişli bir rakibi var.
Bir de üstüne üstlük dağınık saçlı, seksi bir erkek çıkıp..
yeni bir bomba patlatıyor
Yani, ne olmuş olabilir ki?
Lexi bir gün her şeyi hatırlayacak mı?
Ve hatırlarsa ne olacak?

Eziğim! Eziksin! Ezik!

Kötü kokulu tabutlarından çıkıp etrafımızı sardıkları şu günlerde  vampirlere karşı ilgi duymayan kimse yoktur diye düşünüyorum. Özellikle vampir kitapları etrafımızı kuşatmış durumda ve her gün bu furyaya yenileri ekleniyor.  Ancak dikkat çeken bir özellik varsa o da nedense tüm vampir kitaplarındaki vampirlerden daha çok bayan karakterlerin ortak özellikler taşımaları. Zavallı genç kız ya da kadın ve onu kurtarmaya gelen vampir sevgilisi… Eskiden çizgi romanları süsleyen Süpermen, Batman, Hulk gibi güçlü kahramanların yerini bugün Edward, Jean-Claude, Bill almış gibi görünüyor.

Okuduğum serilerden küçük bir derleme yapacak olursam:
 

Anita Blake - Anita Blake Serisi

Sanırım okuduğum kitaplar içerisinde en güçlü kadın karakter tahtına Anita’yı koyabilirim. Sürekli çalışması, erkeklerden aşağıya kalmayan fiziksel yapısı ve elbette ki inatçılığı onun benim gözümde çok ayrı bir yere oturttu. Ancak onun dünyası bizimkinden farklı… Canavarlar çok daha güçlü ki Resident Evil’deki Milla Jovavich bile halt etmiş. Ama gelin görün ki o da bir kadın ve kendine göre hem duygusal hem de fiziksel ihtiyaçları var. Gece mavisi gözlü baş vampir Jean-Claude’de burada devreye giriyor. 

Bu kadar anlattım güçlü diye ama Anita’nın geçmişi de acılarla dolu… Annesini trafik kazasında kaybetmiş ve babası yeniden evlenmiş. Üstelik ailedeki tek esmer kişi Anita ve sık sık kendisini “Aile fotoğrafındaki bir leke gibi” görüyor. Ufak tefek yapısıyla da bunu destekliyor.
 

Bella Swan – Twilight Serisi

 Vampir çılgınlığında en büyük desteği veren eminim ki bu seridir. Özellikle küçük yaştaki okuyucunun büyük ilgisini çekse de sinema dünyası bu seriyi kullandığı için daha da popüler hale geldi. Bella Swan da tıpkı Anita gibi ufak tefek bir yapıya sahip ancak çok daha narin. Sakar mı sakar ve her bela onu buluyor Tabi kurtarıcısı Edward’ın gelip onu bulması da fazla uzun sürmüyor. Elbette kasaba faktörünü unutmamak gerek.

Bella da her ne hikmetse dağılmış bir ailenin tek çocuğu… Annesi babasını terk etmiş ve yeniden evlenmiş. Bella da tabi babasının başına kalmış. Hiç arkadaşı olmaması da ayrı bir hikaye. Kendini vampirlerin oyuncağı gibi görmek yanlış olmaz. 
 

Sookie Steakhouse -  Bir Güneyli Vampir Serisi

Sookie’yi birçok okur Anita Blake Serisinin eğlenceli bir uyarlaması olarak görse de bence ikisi arasında öyle pek bir bağlantı yok. Vampirler, şekil değiştiriciler burada da mevcut. Ancak Sookie güzel bir kız. Sarışın ve vücut hatları da olması gerektiği gib… Tek kusuru düşünceleri okuyabilmesi… Bu da zaten onun Bill’e yaklaşmasındaki en önemli etken…

Sookie de diğerleri gibi anne babasını küçük yaşta kaybetmiş. Abisiyle birlikte büyükannesinin evine yaşıyor. Onu da bir süre sonra kaybedince tek başına kalakalıyor. 
 

Zoey Kızılkuş – Gece Evi Serisi


Benim deyiyimle Harry Potter’ın vampir versiyonu olan kitabın serisini henüz bitirmedim ama çaylak Zoey de diğer karakterlerden aşağı kalmaz. O da Sookie gibi güzel bir kız. Bir kızılderelinin taşıması gereken her özelliğe sahip. Bu nedenle Eric ve diğerlerinin ilgisini üzerinde hemen hissediyor.

Zoey de babasını kaybetmiş ve annesi yeniden evlendiğinde kendini üvey babasının baskısı altında bulmuş. Tabi Gece Evi ona kapılarını açana kadar… Ona her zman destek olan tek kişi ise büyükannesi…

 

Betsy Taylor – Ölümsüz Serisi

Okuduğum kitaplardan tek farkı komedi tarzında yazılmış olması sanırım. Baş karakter Betsy diğer kahramanlardan biraz farklı… O eski bir model ve sekreterlik yapmış. Bu yüzden güzelliğinden endişe edilmemeli. Vampir Eric de onun cazibesine hemen kapılıyor.

Betsy’nin ailesi de diğerl gibi dağılmış. Babası yeniden evlenmiş ve Betsy üvey annesinden nefret ediyor. Annesi ise vampir olduktan sonra hep onun yanında…

Uzun lafın kısası eskiden süslenip püslenip prenslerini bulmak için balolara giden külkedileri artık küçük kasabalarda arabalı vampirleri bulmaya uğraşan genç zavallılara dönüşmüş. Vampir serilerinin bu kadar tutmasının nedeni ise her kadının yanında aslında güçlü bir erkek imajının istenmesi… İnsan bence hayatında mutlaka bir zaman diliminde zorluklarla karşılaşmıştır. Her zorlukla karşılaşıldığında vampirlere koşacaksak halimiz harap…  .   

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...