30 Eylül 2012 Pazar

San Francisco - Volume II



San Francisco gezi yazılarının ilkine şuradan ulaşabilirsiniz. O günkü gezimizde bir sonraki durağımız China Town denen Çin Mahallesi'ydi. Malum öğlen vaktinin yaklaşmasıyla birlikte hem karnımız acıkmaya başlamış hem de benim merak ettiğim Çin Mahallesi'ni görme arzum tavan yapmıştı.

Aslında Çinli arkadaşım nedense Çin Mahallesi'ne gitmek istemediğini söyleyince şaşırdım. Nedenini sorunca "Yerlere baksana!" dedi. İtiraf etmeliyim San Francisco'da gördüğüm en pis sokaklar Çin Mahallesi'ne aitti. Arkadaşım bana "Eğer böyle pis sokakları olan bir yer görürsen kesin Çinliler yaşıyordur. Hep böyleyiz." dedi. Genelde buraya geldiğimden beri ortamlarda dan dun konuşup biraz patavatsızlık yaparak şimşekleri üzerine çeken hep ben olsam da valla bu sefer kızın açık sözlülüğüne hayran kaldım.



Daha önce hem New York'ta hem de Boston'da Çin Mahallesi'ni görmüş biri olarak bir karşılaştırma yapacak olursam benim en fazla beğendiğim New York'takiydi. Binalar daha orjinal, mahalle genel itibari ile daha geniş gelmişti gözüme. San Francisco'nun Çin Mahallesi diğerleriyle kıyaslayacak olursam biraz sönük kaldı açıkçası... Binalar falan çok orjinal değildi. Hediyelik eşya almak için uğradığımız birkaç yerde de doğru düzgün bir şey bulamadım.




Hunan Restoranı... Beni davet eden arkadaşım Hunan'lıymış. Valla bana sorsanız haritada nerededir gösteremem. Kendisi bu restoranı görünce burada yemek yemek istedi. Biz de kıramadık. Fiyatlar uygundu. Ancak arkadaşlarımın söylediğine göre restoranın çalışanları ve de sahibi Tayvanlı'ymış. Biraz bozulmuşlardı galiba...



 
O gün şansımıza bir tür etkinlik mi, festival mi bir kutlama vardı. Normalde Çin Mahalleleri genel itibari ile kalabalık olur. O gün gerçekten çekilmez hale gelmişti. Bir de San Francisco'da Çinli nufüsü diğer şehirlerden daha fazla... Nedeni ise Çin'e en yakın şehirlerden biri olması nedeniyle göç zamanı gemilerine doluşan fakir Çinliler bu şehre gelmiş. Tabelalarda bile İngilizce-İspanyolca-Çince sırası var. Daha önce Amerika'nın hiçbir şehrinde bunu görmemiştim.
 
 
 
 
Sonraki durağımız Palace of The Fine Arts'dı... Bence San Francisco'ya giderseniz kesinlikle bu yapıyı görmeden dönmeyin. Öyle huzurlu bir ortamı vardı ki yapının önünde uzanan evlerde yaşayanları çok kıskandım. Lombard Yokuşu'nda yaşayanları bile kıskanmamıştım düşünün.
 


Bu da daha uzaktan bir görüntü... Eğer merak ediyorsanız şuradan Vikipedi sayfasına ulaşabilirsiniz.

Son olarak umarım bu yazı dizim hoşunuza gidiyordur. Enjoy!!!

29 Eylül 2012 Cumartesi

Ebay'den Vitacreme B12 Alışverişi



Bu ürünü kendime değil, benden kilometrelerce uzaklıkta bulunan anneciğime aldım. Umarım beğenir. Çünkü daha önce kendim kullanmadığım hiçbir ürünü anneme almamışımdır. O nedenle biraz tedirginim.

Son zamanlarda Türk bloglarında bu ürünü görüp duruyordum. Vitacreme B12 İsviçre yapımı sivilce ve ciltteki leke izlerine iyi gelen bir ürün... Benim bu yazıyı yazma sebebim ise Vitacreme'e Ebay'den ulaşabilme imkanınızın olması... Yalnız bu konuda biraz dikkatli olmalısınız. Ebay üzerinden bu kremi satanların çoğu sahte ürün satıyor. O nedenle ben de ince eleyip sık dokudum ve güvenilir bir satıcıyı tercih ettim.




Vitacreme'i aslında benim daha önce burada bahsettiğim Cosme-de sitesinden alabilirsiniz ama Ebay fiyatından biraz yüksek... İndirimli fiyatı bile 33 dolar...  Şuradan ürünü inceleyebilirsiniz.

Daha önceden fark ettiniz mi bilmiyorum ama Strawberry gibi sitelerin Ebay'de satış yaptığını görmüştüm. Vitacreme'i ararken Cosme-de'nin de satış yaptığını fark ettim. Üstelik site fiyatından daha uygun rakamlara... Ben bu ürünü 27 dolara aldım. Eğer aratırsanız bu fiyattan çok daha uygun rakamlara -21 dolar gibi- bu ürünü bulabilirsiniz ama dediğim gibi büyük ihtimalle sahte çıkacaktır.

Kutunun üzerinde Cosme-de'nin adresi ve tam ismi bulunuyor. Bir haftada elimdeydi ürün. Bildiğimiz Cosme-de kutusunda gelmiş, İçine de ayrıca bir adet sample koymuşlar. Kınayuki denen daha önce hiç kullanmadığım hatta duymadığım bir marka... Deneyip göreceğiz bakalım.


 
 
Peki, ben ürünün sahte olmadığını nasıl anladım? Ürünün üzerinde bandrolü bulunuyor. Bu şekilde sahtelerinden ayırt edebiilirsiniz. Son olarak Cosme-de'nin Vitacreme sayfasına şuradan ulaşabilirsiniz.
 
Bu üründen kullanan var mı aranızda? Çok merak ediyorum etkilerini...

28 Eylül 2012 Cuma

The Body Shop Alışverişim - Battım...



İtiraf ediyorum Türkiye'deyken Body Shop'tan tek ürün almış insan değilimdir. yılda bir-iki kez verdikleri kampanyalar bana pek yeterli gelmiyordu ve hep kaçırıyordum. Kişisel tercih meselesi... Ancak burada yapılan kampanyaları görünce dayanamadım. Aynı anda birden fazla kampanyadan faydalanabiliyorsunuz zira.

Bir alışveriş yaptığınızda, fişinizde bir sonraki alışverişinizde 40 dolar üzerinde olursa 15 dolar indirim sağlayan kuponlar veriliyor. Ayrıca bu ara "1 al 2.si %50" ya da "2 al 3.sü bedava" gibi bir etkinlikleri var. İki kampanyadan aynı anda yararlanıyorsunuz. Türkiye'de verdikleri kampanyalar değişti mi bir fikrim yok. Beni aydınlatırsanız sevinirim.

Üstelik alışveriş yaptığım yerde Nikky adında çok şeker bir kızla tanıştım. Kendisine aldığım göz makyaj temizleyicisinin gözlerimi yaktığını söylediğimde bana iade alabileceğini, hatta istersem başka bir markadan ürün tavsiye edebileceğini söyledi. Türkiye'de var mı böyle güzellik ve cilt bakım uzmanları? Ben daha görmedim valla... Kendisinin part time işiymiş, ben de sordum hangi günler buradasınız diye tabi... Diğer çalışanlardan pek hoşlanmamıştım zira... Ayrıca bana istediğim ürünleri samplelarını da verdi. O küçük kutudakiler samplelarım...

Dahası en az bir beş ürün de annem için alıp, Türkiye'ye dönen bir arkadaşımla gönderdim. Onunki daha çok cilt bakım ürünleriydi. Başlıkta battım derken şaka yapmıyordum. Bu ara kozmetik alışverişine ara versem iyi olacak...

Ürünlerim yazılarını en az bir aya atabilirim sanırım. Çünkü içinde cilt bakım ürünleri de mevcut...

Peki sizin Body Shop'tan favori ürününüz ne? Bana tavsiye edebileceğiniz, kesin al diyebileceğiniz ürünleri var mı?

26 Eylül 2012 Çarşamba

San Francisco - Volume I


Geçen hafta sonu tatilimin olmasını da fırsat bilip Çinli arkadaşımın daveti üzerine San Francisco'ya gittim. Her zaman görmek istediğim bir şehirdi. Eğer Amerika'da gezdiğim gördüğüm şehirler içinde bir kıyaslama yapacak olursam San Francisco benim şu an favorim diyebilirim. Belli bir nedeni yok. Sadece daha yaşanabilir ve sokakları olarak çok güzel bir şehir gibi göründü gözüme.

Gerçi bu geziye San Francisco gezisi demek biraz garip kaçar. Çünkü sadece bir günü şehir merkezinde hani şu filmlerde gördüğümüz yerlerde geçirdim. Bol bol fotoğraf çektim sizler için elbette. Kalan dört günün iki günü yol üzerindeki meşhur yerlerde, bir günü Wine Village'de, son günü ise Standford Üniversitesi'nde geçirdik. Zira her şeyi önceden ayarlamış, tüm rezervasyonları yaptırmış bir rehberimiz vardı yanımızda. Rehber derken benim Çinli arkadaşımın San Francisco'da okuyan arkadaşıydı kendisi... 5 günlük gezimin dolu dolu geçtiğini söylemeliyim. Ayrıca bu gezim boyunca önümüzdeki 10 yıla yetecek kadar Çin yemeğine, Çinceye ve Çinli'ye doymuş durumdayım. Bakınız: Yol arkadaşlarınızın Çinli olması...


 
 
İlk durağımız City Hall'dı. Bizim belediye başkanının çalıştığı, işlerini hallettiği yer kısaca... Bina dıştan çok güzel görünüyordu. Ancak içine girmedik. Büyük ihtimalle bizi almazlardı da...
 
 
 

City Hall'ın manzarasını işte bu çimenlik arazi oluşturuyordu. Resimdeki abimiz gibi köpeğini alan, sabah yürüyüşüne gelmiş.  Türkiye'de böyle bir manzarayla karşıılaşabilir misiniz? Demek istediğim büyük köpekler olsa neyse de süs köpeğiyle yürüyüşe çıkmış -hem de iki tane birden- bir abiye hemen gay damgasını yapıştırıverirler...




Ben özellikle şehirdeki evlerin mimarisini çok beğendim... Bana Taksim civarındaki evleri hatırlattı. Tabi ki bizimkiler kadar tarih kokmuyordu ama bizim evler gibi döküntü de değildi. Eski bir tane ev olmaz mı yahu? Eskiden kastım boyası dökülmüş, ne bilim pencerelerin pervazları yıpranmış falan... Yok... Hepsi maşallah dün yapılmış gibi yeni ama evlerin belli bir geçmişleri oldukları da aşikar...



İkinci durağımız Lombard Yokuşu denilen şehrin en yüksek yokuşuydu... Bildiğiniz üzere San Fransicso tepe üzerine kurulu bir şehir. Hal böyle olunca yokuşları ve tramvayları meşhur... Ancak bu sokağın ayrı bir güzelliği daha var. Resimdeki gibi bizim kaydıraklara benzeyen döne döne inen bir yolu mevcut. Orta kısımlara ve kenarlara ise olabildiğince çiçeklendirme yapmışlar.




Yolun kenarlarına insanların rahat çıkabilmesi için merdiven yapmışlar ama bizim çıktığımız yerde merdiven yoktu. Anam ağladı resmen yokuşu tırmanana kadar... Bir de bildiğim kadarıyla bu civarda ev fiyatları çok çok yüksek... Tamam manzarası falan süperde o kadar araba ve insan kalabalığı da çekilmez ki yahu her gün her gün... Bir de o yokuşu tırmanmak var işin ucunda. Gerçi tembel Amerikalılar'ın arabalarından inip de eczaneye bile gittiklerini görmedim ben. Her yerde Drive-Thru denen arabadan inmeden alışveriş imkanı tanıyan yerleri mevcut...


 

Yokuşun ortasından bir görüntü... O kadar çok araba ve turist vardı ki bir an başım döndü. Çabucak ayrılmakla, manzaranın tadını çıkarmak arasında kaldım desem yeridir. Hele ki Çinli turist yoğunluğu had safhadaydı. Turlarla yakın diye atlayıp atlayıp gelmişler...




Yokuştan inerken bu manzarayla karşılaştım. O gördüğünüz ada meşhur Alcatraz hapishanesinin olduğu ada... Aslında orayı görmeyi de istemiştim ama tur planlarımız da yoktu. Yalnız şu manzara çok güzeldi şimdi. Hakkını yememek lazım.




Bu da meşhur tramvayımız... Biz arabamız olduğu için tramvaya binmedik ama binen turistlere el sallamayı ihmal etmedim. Komik bir manzaraydı gerçi... Onların da bana karşılık verdiğini bilmem söylememe gerek var mı?


 
 
Yokuşun inişini başka bir sokaktan tamamladık ama değdi. Baknız bu üstteki resimdeki manzarayla karşılaştım. Sokağın ortası bildiğin ağaçlık küçük bir orman mübarek... Kaç senelik olduğunu bile tahmin edemem ağaçların. Sadece iki yanına merdiven yapmışlar insanlar inip çıksın diye... Amerika'nın bazı özelliklerine sinir olsam da şu resimdeki düşünce tarzı bile sevmem için bir neden...
 
 


Bu da sokağın alttan görünüşü... Ağaçların gövdesinin ne kadar kalın olduğunu görüyorsunuz değil mi? Sırf onları kesip yol yapmamak için korumuşlar o bölgeyi... Valla helal olsun...

San Francisco yazım devam edecek. O kadar çok resim var ki sizlerle paylaşmak istediğim. Umarım hoşunuza gider...

18 Eylül 2012 Salı

Bitti... Bitti... {12}



Buraya geldiğimden beri bayağı ürün bitirmişim. Hatta birazı hala banyoda bekliyor. Çoğu burada aldığım ürünler gerçi... Bakalım neler varmış...

Soldan sağa;

Neutrogena Güneş Spreyi: Bu ürün 100 koruma faktörlüydü ve ben memnun kaldım. Kıyafetlerimde leke bırakmadı ya da yapış yapış bir his oluşturmadı. Sprey olması da zaten kullanım kolaylığı sağladı. Elimdeki ürün bitsin tekrar alacağım.

CVS Aseton: Eczaneden aldığım bu üründen memnun kalmadım. Bizim asetonlar kadar etkili değil. Kolay çıkarmıyor. Her seferinde ikinci kat geçmek zorunda kalıyordum. Kokusu güzel ama başka bir marka deneyeceğim.

Lubriderm Vücut Losyonu: Yine CVSten aldığım bir ürün. Dev gibi bir şişesi vardı ve bana ancak 3 ay dayanabildi. Neredeyse kokusuz bir ürün ve dermatolojik testlerden geçmiş... Ancak büyük ihtimalle bir daha almam. Çünkü denenecek o kadar çok ürün var ki...

Romance Duş Jeli: Bunu da yine CVSten almıştım. Kokusu güzeldi ve kurutmadan cildinizi temizliyor. Fiyatı da uygun bir ürün ama ben bir daha almam herhalde...

Uniq One Hair Treatment: Türkiye'den getirdiğim ürünün dibini buldum hatta ikincisini yarıladım bile... Tanıtım yazısı da vardı hatta blogumda... Bu ürün bulunduğum ülkede satılmıyor sanırım ya da ben bulamadım. Online aldım ama Türkiye'deki fiyatından daha uygundu.

Organix Şampuan ve Saç Kremi: Argan yağını ne kadar sevdiğimi bilirsiniz, şampuanım bitince bu ürünü denemek istedim ve aslında memnun da kalmıştım. Yalnız küçücük şişe 13 dolar... Tabi Türkiye fiyatıyla karşılaştırmıyorum ama bir blogger arkadaşım başka bir marka önerince ona geçiş yaptım. Yakında blogda görürsünüz.

Ürünler hakkında sorularınız varsa yorum kısmından atabilirsiniz...

16 Eylül 2012 Pazar

Ebay'den Laneige Alışverişi


Alışveriş yazısı atmayalı bayağı olmuş. Sizi fazla baymak istemiyorum aslında... O nedenle aldığım her şeyi burada paylaşamıyorum ama bunu yazmasam olmazdı. Nedeni ise bu sefer her zaman ki klasik satıcımı değil de başka bir satıcıyı tercih etmiş olmamdır.

Amore Pacific ürünlerinde genelde tercih ettiğim tek satıcı vardı. Alışveriş yazılarımda nickine mutlaka raslamışsınızdır. Nitekim bu ürünü almayı kafama koyduğumda yine kendisini tercih edecektim. Ancak son anda bu dönemde feedbackinde bir düşme olduğunu fark ettim. Tabi kıllandım bu durumdan, kim kıllanmaz ki ve o negatif feedbacklere göz gezdirdim. Ne yazık ki birkaç tane yorumda satıcının son kullanma tarihi geçmiş ürünleri gönderdiğini öğrendim. Bunu yazıyorum ki eğer alışveriş yapacaksanız kesinlikle satıcıların feedbacklerine dikkat edin. Sürekli alışveriş yaptığınız bir satıcı bile olsa ara ara yorumlara göz gezdirin. Ebay sonuçta bir pazar ve her pazarda sahtekarlar olacaktır.




Neyse gelelim yazının konusuna... Guzzi bacımın şurada anlata anlata bitiremediği essencei almayı ne zamandır istiyordum ama ne yazık ki her ay bir şey çıktı, alamadım. Ebay'de amorepaciific-korea nickli satıcıda ürünün indirime girdiğini görünce hemen aldım tabi... Normalde Ebay'deki ortalama fiyatı 40 dolar ve üzerinde... Bu satıcı benim aldığım dönemde 33 dolara satıyordu ancak şu ara fiyatı yine 40 doların üzerinde...

Satıcıdan biraz daha bahsedecek olursam... Koreli her satıcı gibi oldukça ilgili... Mesajlarıma çabuk cevap verdi, üstelik bana extradan sample göndermiş. Paketim bir hafta sonra elimdeydi, dahası takipli postayla gönderilmiş. Daha ne istenir ki...

Siz de bu üründen almak istiyorsanız bir yoklayın derim. Eğer indirim dönemine denk getiriseniz bayağı karlı çıkarsınız... 

4 Eylül 2012 Salı

Uzak Doğu Kozmetikleri #1: Skin Food

 
 
Uzak Doğu kozmetiklerini, Avrupa ve diğer ülke markalarından daha fazla merak ettiğinizi biliyorum. Zira aldığım maillerden bunu anlamamak elde değil. Sadece okuyuculardan değil, birkaç şirketten aldığım maillere bakarak şunu söyleyebilirim ki Türkiye pazarına girecek Kore markaları mevcut ama kesin değil. Zira bu durumu sizler etkiliyorsunuz. Şirketler artık araştırmalarını ilk olarak bloggerlar üzerinden yapıyor. Bence gösterin gücünüzü...
 
 


Neyse gazı verdikten soınra, gelelim asıl meseleye... Amerikan ya da Avrupa ürünlerini artık nadiren kullanıyorum. Ebay yeni evim gibi oldu zaten. Bir şey mi eksildi hemen orada alıyorum soluğu... Skin Food markası ilk tercihim tabi ki... Hem uygun fiyatlı hem de ürünleri bu fiyatlara göre gayet kaliteli...

Benim cilt bakımında vazgeçilmezlerinden birisi toniktir. Ebay'de gezinirken bu ürünün yeni çıkmış olduğunu fark ettim. Tercihim her zamanki gibi Gooditem2012 oldu. Toniğin nemlendirici özelliği var ki benim için de önemli olan bu. Makyajımı temizledikten aonra cildime uyguladığımda hemen rahatlatıyor ve nemlendiricim için zemin hazırlıyor. Üstelik 300mllik dev gibi bizim Sırma suyun şişelerini andıran bir ambalajı var. Üstelik bu ürün sanki güneşten fazlaca yanan cildime de iyi geldi.


 
İkinci ürün ise ne zamandan beri kullandığım en iyi göz kremi olan Salmon Brightening Eye Cream... Yine aynı satıcıdan aldığım bu ürünün yapısı ne çok cıvık ne de koyu... Göz çevrenize uyguladığınızda rahatça emiliyor, nemlendiriyor. Benim genetik olan morluklarıma pek derman olamadı ama göz çevremi rahatlattığını söyleyebilirim. Üstelik 30 grlık, camdan yapılmış dev gibi bir kutusu var. Bu bana en az 6 ay yeter... Skin Food'un zaten en sevdiğim yanı kokuları, doğal ambalajları ve fiyatlarına kıyasla olan dev gibi şişeleri...  
 
Firmalar umarım bu markayı Türkiye'ye getirir. Çünkü favorilerim arasında yer alıyor.
 
Sizin kullanmak istediğiniz Skin Food ürünleri var mı?
 

2 Eylül 2012 Pazar

Film Notları #1

 
Film yorumlarımı yayınlamayalı uzun zaman oldu biliyorum ama şu ara hiçbir şeye yetişemez oldum. Üstelik içimden hiçbir şey yapmak da gelmiyor. Kendimi filmlere adadım resmen. Ödevlerimi bitirdikten sonra yayılıp film seyrediyorum. Sıkıcı yapımlar kadar güzel yapımlarla da karşılaşmıyor değilim. Bu postta müzikallerden başlamak istedim. Herkesin şu günlerde biraz morale ve gülmeye ihtiyacı var sanki...
 
 

Hairspray'i bir hocam tavsiye etmişti. Başta pek şans vermedim ama sonunda ikinci kez izlerken buldum kendimi. Film 1962 yılının Baltimore adlı şehrinde geçiyor. Konusu ise kısaca şöyle: Tracy insanların kendisiyle ilgili düşüncelerini önemsemeyen, hayattan zevk almayı bilen ve dans, yaşama şekli olmuş bir kızdır ve ayrıca okulun göz bebeği link'e de sırılsıklam aşıktır. Bir gün Baltimore'un yerel kanalı için yapılan dans seçmelerini kazanan Tracy bir anda tüm şehrin ilgi odağı olur. Ancak siyahilere karşı olan sempatisi ve karşıt görüşleri nedeniyle Tracy'nin yaşamı pek istediği şekilde gitmeyecektir.

İll olarak bu filmden bahsetmek istememin nedeni ırkçılıkla ilgili daha önce bir müzikal yapımla karşılaşmamamdır. Bilmeyenler için 1960'lı yılların Amerika'sından bahsetmek istiyorum. Şu an özgürlük, eşitlik, dostluk, kardeşlik bıdı, bıdı, bıdı diye dünyaya yayın yapan bu ülke, bir elli yıl öncesinde siyahi kökenlilere yaptığı ikinci sınıf muamelesiyle biliniyordu. Okulda siyahiler için ayrı sınıflar, otobüslerde onlar için ayrılmış özel bölümler vardı. Sanırsınız ki onlar cüzzamlı ve diğerleri korunmaya çalışılıyor. Filmde de bu konu işlenmiş. Hairspray'i izlemeye başladığımda insanlar ne güzel gülüyor, eğleniyor ırkçılığın güzel yanı mı olur demiştim kendi kendime. Sonradan bunun sadece müzikal bir yapım olduğunu hatırlatmam gerekti kendime.

Filmin en ilginç yanlarından birisi, John Travolta'nın kadın kılığına girip Tracy'nin annesi rolünü canlandırıyor olmasıydı. O kadar makyajla tanımam pek mümkün olmamıştı başta. Ayrıca Zac Efron'u sevmesem de 1960'lı yılların popüler tiplemesi olarak görmek hoşuma gitti bu sefer. Benim favorim ise Corny Collins rolünü canlandıran James Marsden idi. Filmde hem çok yakışıklı görünüyordu, hem de Amerikalılar'ın tabiriyle kominist düşünceleriyle benim gönlümde taht kurdu. Michelle Pfeiffer ve Queen Latifah da filmin diğer ağır taşlarından.

Filmi tavsiye eder miyim? Kesinlikle bir şans vermenizi tavsiye ederim. Oyuncuları için bile izlenecek bir yapım... Benim notumsa 10 üzerinden 7.5...


İzlediğim diğer bir yapımda hep izlemeye başlayıp yarım bıraktığım bir yapım olan Chicago'ydu. 1920'li yılların Amerika yaşamını anlatan yapımda kimler yok kimler: Catherine Zeta Jones, Richard Gere, Renee Zellweger, Lucy Li, Queen Latifah... Filmin konusu: Velma Kelly şehrin en ünlü dansçısıyken kocasını ve kız kardeşinin ilişkisini öğrendikten sonra onları öldürmüş ve hapse atılmıştır. Roxie Hart ise ilişki yaşadığı adamın bir yalancı olduğunu ve kendisini kullandığını öğrenince onu kurşunlamış ve aynı hapse o da düşmüştür. İki kadın bir yandan birbiriyle yarışırken bir yandan da onları kurtarmaya çalışan düzenbaz avukat Flynn'in ilgisini kazanmaya çalışmaktadır.

1920'li yılların Amerika'sı hakkında çok fazla bir yorum yapamam çünkü çok bilgili sayılmam ancak birkaç soruma cevaban o dönemde adalet, siyaset ve basın sisteminin çok kötü olduğunu, insanların birbirini kandırıp işlerini istedikleri gibi hallettiklerini öğrendim. Filmde zaten bundan yola çıkmış. Düzenbaz bir avukat, şöhretin tepesindeyken hapishaneye düşmüş bir dansçı ve ünlü olmak için her şeyi göze almış sıradan Amerikalı bir kadın...


Filmde benim favorim Catherine Zeta Jones'tu. Hem sesi, hem oyunculuğu, hem de güzelliğiyle göz doldurdu. Richard Gere ve Renee Zellweger hakkında aynı yorumu yapamayacağım. Gere'in sesi kulaklarımı resmen tırmaladı. Zellweger'a ise nedense Bridget Jones tadında roller daha çok yakışıyor.

Benim notum ise 10 üzerinden 7...


Burlesque uzun zamandır listemde olan bir filmdi. Arkadaşlarla oturup izleme fırsatı buldum sonunda. Konusu ise kısaca şöyle: Ali küçük bir kasabada yaşayan ama şarkıcı-dansçı olmanın hayalini kuran bir taşra kızıdır. Bir gün aniden Los Angeles'a taşınma kararı alır ve Burlesque adında bir kulupte çalışmaya başlar. Bu kulüp onu şöhrete götürecek imkanlarla doludur.

Başta filme biraz tereddütle yaklaştığımı itiraf etmeliyim. Malumunuz başrolde Christina Aquilera vardı. Zaten filmin genelinde biraz tutuk buldum oyunculuğunu itiraf etmeliyim ama sahne performansı ve şarkıları ile arayı kapattığını söyleyebilirim. Cher hakkında söyleyecek sözüm yok. Bizim sözde orta karar yapımlarda araya bir tane Türkan Şoray ya da Ajda Pekkan eklerler ya aynen öyle olmuş. Filmi biri batırsa bile, diğeri mutlaka kurtarır hesabı...

Göklere çıkaracağım bir yapım değil Burlesque ama sahne şovları ve makyajlarına hayran kalmamak elde değildi. Benim notum ise 10 üzerinden 6.5....


Bu yapımlardan izledikleriniz oldu mu? Yorumlarınız neler? Benim için önereceğiniz müzikaller var mı?  


1 Eylül 2012 Cumartesi

Bitti... Bitti... {11}


 
 
Bu ürünleri bitirip resimlerini çekeli bir aydan fazla oldu. Neyse geç olsun güç olmasın. Soldan sağa doğru:
 
 
Uniq One Hair Treatment: Bu üründen daha önce bahsetmiştim. Blogda yazısı mevcut... Çok memnun kaldım. Netten ikinci şişesini sipariş verdim ve şu an kullanıyorum.
 
Natur Vital Şampuan ve Saç Kremi: Bu seri Türkiye'deyken favorimdi. O nedenle buraya gelirken de bir set yanımda getirmiştim. Ne yazık ki çok dayanmadı bana. Şu an başka bir set kullanıyorum ama bu seriyi arayacak gibiyim.
 
Nivea Double Effect Roll-On: Bir başka favorim daha ama ne yazık ki burada bulamadım yav... Başka bir marka kullanıyorum şu an...
 
CVS Cocoa Butter: Güneşlenirken kakao yağı sürmeyi çok seviyorum. Bu ürün ucuz olduğu için alıp denemiştim ama pek beğendiğimi söyleyemeyeceğim.
 
 
 

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...