29 Nisan 2012 Pazar

Skin Food: Güney Kore'nin Doğal Kozmetik Markası


Son birkaç yazımda Güney Kore'nin kozmetik markalarından bahsettim. Şu yazımda ise hangi markaların Türkiye'ye getirilmesini istediğinizi tartışmıştık beraber. İlgi gösterip yorum bırakan arkadaşlara tekrar teşekkür ederim. Buna bile lüzum görmeyenlere yapacak bir şey yok. Oturduğunuz yerden kapınıza gelecek değil bu markalar... 

Yazıdaki yorumlarda Skin Food ve Etude House markalarının öne çıktığını gördüm. İki markanın ortak noktaları ambalajlarının çok hoş ve diğer markalara oranla fiyatlarının her bütçeye uygun olması... Benim açımdan ise Skin Food sanki Etude House'a göre bir adım önde... Bir kesinlik koymuyorum ama ilk izlenim olarak fikrim bu. Bunda ürünlerinin içeriğinin daha doğal olması da etkili. Bu marka tam olarak organik mi değil mi bilmiyorum. Okuduğum/gözlemlediğim kadarıyla benim için fazla bile organik... Bana şimdiye kadar kullandığım markalar açısından Oriflame'i hatırlatıyor desem yanlış olmaz. 

Ben bu yazımda bu markayı neden seviyorum ve neden bu markayı bir gün denemeniz gerektiğinden bahsedeceğim. Ondan önce Skin Food'un uluslararası İngilizce olan sayfasından dünya genelinde kaç mağazası varmış onu göstereyim sizlere. 



Listede Birleşik Arap Emirlikleri'nden, Filipinlere kadar 14 ülke var. Tabi alışkın olduğumuz üzere Türkiye listede yok. Dünya çapında bir marka derken sallamıyordum. Amerika'ya mağaza açtıklarına göre tutulan bir marka Skin Food... Gelelim Peri'nin nedenlerine;



1- Bir kere adamların ürünlerini, stratejilerini detaylı şekilde anlattıkları İngilizce bir web sayfaları var. Sizi bilmem ama bu benim için çok önemli... Ben bir ürünü alacaksam önce, onun hangi cilt tipine iyi geldiğini, nasıl etkiler gösterdiğini ayrıntılı öğrenmeliyim. Eğer bana vaad ettiklerini yerine getiriyorsa ne ala... O zaman zaten tadından yenmez. Birçok Kore markasıyla ilgili en büyük sıkıntım buydu. Adamların dilini zaten bilmiyorum, bir de bu markaları kullananlar net aleminde çok fazla değil. Nasıl anlayacağım bir ürünün hangi cilt tipine uygun olduğunu. Müneccim miyim ben? Skin Food'un sitesine girin bakın. Ürünler kategoriler şeklinde ayrılmış, dahası cilt tipine göre hangi ürünlerin size uygun olduğunu gösteren bir sistem konulmuş. Üstelik her ürünün başlığında nasıl kullanılması gerektiği, hangi cilt tiplerine uygun olduğu ayrıntılı anlatılmış. Daha ne olsun?   


2- Skin Food ürünleri hayvanlar üzerinde test edilmiyor. Bir hayvansever olarak bu konuya son zamanlarda daha temkinli yaklaşıyorum. Bazı markaların ürünlerini hayvanlar üzerinde test etmese de içeriğindeki maddeleri test ettiğini biliyoruz. Skin Food bunlardan değil. Tamamen cruelty free bir şirket... 

3- Skin Food ürünlerinin fiyatları bence çok uygun... Yine ebay'i baz alarak size birkaç fiyat vereceğim. Mesela üstteki resimde bulunan Olive Mask'ın fiyatı satıcısına göre 14 dolarla 17 dolar arasında değişiyor. Genelde tek kullanımlık maskeleri dışında ürünleri 10 dolardan başlıyor. Kırışık karşıtı ve serumları diğer ürünlere göre biraz daha pahalı... Onun için de en iyi örnek Platinum Grape Cell serisinin ürünleri. Bu seriye ait tonikler de 28 dolar... Eh o kadar olsun... 

4- Bu markanın her türlü soruna, cilde, yaşa uygun ürünü var. Kore'nin özellikle high-end markaları orta yaş ve üstü için cilt bakımı ürünleri üretiyorlar. ( Dikkat edin hepsi demedim. ) Ancak genel durum bu... Skin Food'un her yaşa hitap ediyor olması, buna rağmen bütçe olarak her keseye uyması bence bir marka için çok güzel bir şey...



5- Ambalajları çok şirin... Bazen bir kozmetik ürününü alırken ambalajı bizi cezbeder. Benim için Skin Food'un ambalajları bu tanıma çok uyuyor. Çok cicili bicili ambalajları sevmiyorum. Ancak bu markanın ürünlerinin ambalajları, bana küçükken annemin yaptığı doğal konservelikleri hatırlatıyor. Kavanoz şeklinde maskeleri, eski sürahileri anımsatan mistleri bence çok güzel... Aslında bu konuda markanın pazarlama tekniği çok iyi bence. Adamlar doğal kozmetik pazarlıyoruz diyorlar, ambalajlarını da buna uygun yapıyorlar. 

Ben kendi açımdan Skin Food'u tercih etmek için beş nedenimi sıraladım... Ben şahsen bu markanın bir gün Türkiye'ye geleceğini düşünüyorum. Adamlar kaç tane pazara girmişler, bizi de es geçmezler artık. Skin Food hakkında şimdilik öğrenebildiklerim bunlar canlar... Eksik varsa yazabilirsiniz. Her zaman dediğim gibi ben uzman değilim. Sadece bildiğim kadarını sizlerle paylaşıyorum. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere... 

Siz bu marka hakkında neler düşünüyorsunuz? Tercih etme nedenleriniz neler olurdu? 

24 Nisan 2012 Salı

Güney Kore'den Hangi Kozmetik Markalarının İthal Edilmesini İstersiniz?


Herkese merhaba;

Bir süredir sizlere Güney Kore'nin kozmetik markaları ile ilgili postlar hazırlıyorum. Bunlardan birine aşağıdaki gibi bir yorum bırakılmış. Aynen buraya koydum resmini...





Sizi bilmem ama ben öyle heyecanlandım ki anlatamam. Bizim ithalatçı firmalar geç bile kalmıştı Güney Kore kozmetiklerini keşfetmekte. Açıkçası yorum yazan şahsın nick v.s. bırakmaması ve firma ismi olmaması gibi durumlar nedeniyle biraz muallakta bir mesele -belki dalga geçti bu şahıs bilemiyorum- ama ben genede bu konuda ümitliyim. Belki burayı başka ithalatçı firmalar görür de onlar da fikirlerini değiştirir.

Hadi bayanlar! Soru kısa ve net! 

Bu yazının altına hangi markaların Türkiye'ye gelmesini istiyorsanız yazın! Merak etmeyin birkaç kelime yazdınız diye yorulmaz güzel parmakcıklarınız...  İlk ben başlayayım o zaman;

VIDI VICI, Sulwhasoo, IOPE, The Face Shop, Skin Food, Mamonde

Eğlence başlasın! Yorumlar FORA!


18 Nisan 2012 Çarşamba

Güney Kore'nin High-End Kozmetik Markaları


Biri, size "Birkaç tane markalı kozmetik ürünü söylesene..." diye sorsa, hemen Tekin Acar'ın markalarını saymaya başlarsınız: Chanel, Dior, Armani gibi... Ben de bir seneye kadar böyleydim, hak veriyorum o nedenle insanlara. Ancak bir de Uzak Doğu'da olan high-end markalar var. İlk izlenim olarak gerçekten kaliteli ambalajları ve fiyatlarıyla batılı markalarla yarışacaklarını söyleyebilirim. 

Şuradaki yazımda, Güney Kore'nin, Asya ülkelerinde, en tanınmış kozmetik markalarını yazmıştım. Bunlardan başka, bir de Kore'nin bizim "marka" olarak tabir ettiğimiz high-end firmaları var. Genel olarak cilt bakımında iddialı bu markalar, içerik olarak da daha çok o bölgenin bitkilerinden yararlanıyorlar. Benim ilk izlenimim ise özellikle ambalaj olarak dizaynları çok orjinal ve gerçekten çok kaliteli... Bu markaları, Kore'nin diğer kozmetik markaları gibi sokaklardaki kozmetik dükkanlarında bulma imkanınız yok. Sadece özel olarak satış yapan "department store" dediğimiz yerlerde bulunabiliyormuş. Bir gün Kore'ye giderseniz ve kozmetik dükkanlarını seviyorsanız en azından  gidip bir bakının...  

İşin bir de mali boyutu var tabii. Bu markalar gerçekten pahalı... En azından benim bütçeme göre pahalı... Bir şişe toniği 55 dolar, bir likit fondöteni 60 dolar olan firmalar bunlar... Ben bu sekiz markadan sadece birinin ürünlerini deneme şansı buldum. Oldukça da memnun kaldım. Pahalı, aldığı parayı hak etmiyor demek isterdim, ama doğruyu söylemem gerek: Yiğidi öldür hakkını yeme... Birkaç sene içinde bu ürünleri alabilecek ekonomik gücü sahip olabilirim umarım. O zaman bol bol yazılarını yazarım sizlere... 




AMORE PACIFIC

Benim blogumdaki kozmetik yazılarını takip ediyorsanız bu firmayı kesin görmüşsünüzdür. Amore Pacific, Kore kozmetik piyasasının büyük bir kısmını elinde bulunduruyor. Ürettiği market malı -Etude House, SKIN79 gibi- markaların dışında birkaç tane de high-end markası var. Şirketle aynı ismi taşıyan Amore Pacific de bunlardan birisi... 

Amore Pacific'in en çok satan ürünü  "Time Response" adlı kırışıklık karşıtı serisiymiş. Skin renewal kremi ise bunlar içinde en ünlü olanıymış. Bana sorarsanız bu ürünler ve bu seri gerçekten çok pahalı. Size bir örnek vereyim: Skin renewal kremin ebay'deki fiyatı 600 dolar... Bir Türkler'in klasik bir sözü vardır: Araba alırım ben o parayla... Araba olmasa da en azından ön takımı alırım.

Bunun dışında bu markanın Seul, New York ve Osaka'da kendilerine ait spa merkezleri bulunuyormuş. Ayrıca Amore Pacific ürünlerinin Amerika ve Japonya'da satış merkezleri varmış. Gidip göz atmayı isterdim doğrusu... 





SULWHASOO

Amore Pacific'in bünyesinde bulunan diğer, high-end firma ise; Sulwhasoo... Bu marka ambalaj olarak Kore'nin antik dönem eserlerinden ilham alıyormuş. Zaten gördüğüm tüm ürünlerinin ambalajları çok şirin ve dizaynları çok orjinal...

Bu markanın ürünleri birçok bitki içerdiği için, kokuları da çok yoğunmuş... İçeriğinde gingseng, çam, kayısı çiçeği ve kamelya bulunuyormuş. Gingseng bunlar içinde en baskın olanıymış. Çok baskın olmadığı sürece, ben kozmetiklerin biraz kokulu olmasından yanayım. Bu markanın fiyatlarına gelecek olursak, cilt bakım ürünleri 60 dolar civarında... Amore Pacific'e göre daha uygun fiyatlı bir marka bence...

Sulwhasoo'nun bir de erkekler için olan ürünleri mevcutmuş. Ayrıca Jamsil'de bir spa merkezleri de bulunuyormuş.






HERA

Bu marka da yine Amore Pacific bünyesinde... Sizi bilmem ama bu kozmetik firması Türkiye'ye gelirse diğer firmaları ezer geçer. Yarın bir gün Peri dediydi dersiniz. Adamlarda her bütçeye uygun ürünler mevcut yahu. Gelelim markaya;

Hera ismini, Antik Yunan'daki Tanrıça Hera'dan alıyor ve makyaj koleksiyonları çok meşhur. Özellikle editörler tarafından Hera'nın ürünleri dergiler için seçiliyormuş. Ürünlerinden birkaçına göz attım da Chanel'in koleksiyonlarına fark atar gibime geldi. Bunun dışında cilt bakımı, parfüm ve erkekler için olan serileri de var. Erkekler için olan kategori de bb creamler de mevcutmuş. Tıraş losyonlusu falan mı vardır acaba? Aklım takıldı şimdi... Fiyatları içinde bir örnek vereyim: Fondöten ve pudraları 40-50 dolar arasında değişiyor. 

HERA'nın Facebook sayfasından kendilerine neden Türkiye'de mağaza açmadıklarını sordum. Bana uluslararası alanda çok geri dönüş aldıklarını ancak şimdilik sadece Kore'de satışlarının bulunduğunu, umarım gelecekte bir gün ürünlerini deneme fırsatı elde edebileceğimi yazmışlar. Ben de cevap yazdım tabi kanun var, yoksa alıp deneyebilirdik diye... Bütün ürünleri olmasa da en azından bir fondötenini denemeyi isterdim doğrusu...





IOPE

Bu markalar içinde benim denediğim tek marka bu ve yine AP bünyesinde... Fiyatları diğer ürünlere göre daha uygun. İçeriğine göre 30 dolar ile 50 dolar arasında değişiyor. Genel olarak cilt bakımına yönelik ürünleri var. Makyaj malzemesi bakımından ise güneş ışığına karşı koruyucu özelliği olan pudra ve fondöten tarzı ürünleri mevcut.

IOPE, diğerlerinin aksine Asya ülkelerinde de bilinen bir marka... Nemlendirici seriye ait olan ürünleri de son yıllarda çok tutuluyormuş... Benim kullandığım ürünleri de bunlardan biri... Ben gerçi alışmışım ucuzcu gibi orta karar ürünlere. IOPE'nin high-end olduğunu öğrendiğimden beri elim gitmiyor. Anneme versem diye düşünüyorum. Zira bu markalar genelde orta yaş ve üstü için daha uygunmuş. Çok iyi geldi cildime ama bu kadar iyisi bana yaramaz sanki... Neyse, yaşım ilerlesin bu markanın ürünlerini kesin alırım, çünkü hem fiyatları daha uygun, hem de bana ne vaad ettilerse yerine getirdiler. Daha ne olsun...


http://www.iope.co.kr




THE HISTORY OF FU

Bu markaya ilk defa bu yazımı hazırlarken rasladım... Açıkçası isminin anlamı da bana biraz garip geldi. İsmi Korece'de kraliçe anlamına gelen kelimenin kısaltılmasından oluşuyormuş. Zaten ambalajlarının kapakları taç şeklini andırıyor.

Bu markanın en çok satan ürünleri hediye setleri, essence ve kremleriymiş. Ayrıca makyaj serisi de mevcutmuş. Tam boy ürünlerinin fiyatları ise 50-80 dolar arasında değişiyor. Açıkçası şimdilik almak istediğim ürünü yok bu markanın...

http://www.whoo.co.kr





O HUI

Bu markada yine IOPE gibi Asya ülkelerinde bilinen bir marka. Daha çok kırışıklık ve yaşlanma karşıtı, nemlendirici özelliği olan ürünlerde iddialı, aynı zamanda klinik testlerde isim yapmış. Ambalajları diğer markalara göre daha şirin, basit ve klinik testlerden geçmiş...

Markanın cilt bakımından başka makyaj serisi de var. O hui markası sağlık alanında birkaç projeye de sponsorluk yapıyorlarmış. Onları tercih etmek için bir sebep daha... O hui'nin ürün fiyatları 60 ile 80 dolar arasında değişiyor. Belki cilt bakım ürünlerini ilerde kullanabilirim. Belki de kullanmam bilmiyorum.  

http://www.ohui.co.kr




SU:M 37°

Bu markaya da bu yazıyı hazırlarken rastladım. İlk dikkatimi çeken 37'nin ne olduğuydu. İnsan vücudunun ısısı 37 derecedir. Bu marka da ismini ondan alıyormuş. Ayrıca bu marka sektörde diğerlerine göre yeni sayılıyormuş, bu nedenle, şimdilik diğerleri kadar çok tutulan bir marka değilmiş.

Dazzling Base ve Water Line serisi çok iyi yorumlar alıyormuş. Ayrıca incelemelerime bakarak ambalajlarının çok orjinal olduğunu ve her seri için ayrı dizayn yaptıklarını söyleyebilirim. Bu markanın fiyatları ise serilere göre değişiklik gösteriyor. 80 dolara da ürünleri var 160 dolara da... O nedenle net bir fiyat söylemek mümkün değil.

http://www.su-m37.co.kr





VIDI VICI

Diğer high-end markaların aksine, VDVC Koreli makyaj uzmanı Lee Kyung Min tarafından kurulmuş. Lee Kyung Min'in seneler içinde yerleşmiş makyaj anlayışı markaya da yön vermiş. Bu marka daha çok makyaj üzerinde iddialı. Ayrıca makyaj anlayışları daha dramatik ve onlara göre utangaç ve içe dönük insanlara göre değilmiş. Seul'de bulunan merkezini birçok ünlü, stil değişikliği için tercih ediyormuş. Markanın her sezon farklı bir serisi çıkıyor ve bunlar içinde LE olanları da mevcutmuş.

Kişisel görüşüm bu markanın MAC-Estee Lauder görünümlü olduğu, siyah bayık ambalajları ve sınırlı üretim olanların altın sarılı, gösterişli olmaları bana bu iki markayı hatırlattı. Ancak VDVC fiyat olarak bunları ikiye katlar. Benim göz koyduğum perfect refining foundation adlı ürünü tam 71000 won ya da 75 Dolar... VDVC'nin Facebook sayfasına HERA'ya yaptığım gibi mesaj attım. Bana teşekkürlerini iletip, mail adresimi verirsem kataloglarını göndereceklerini söylediler. Bakalım bekliyorum şimdilik.

http://www.vdvc.co.kr


***

Benim şimdilik öğrendiklerim/gözlemlediklerim bu kadar canlar... Kore'nin kozmetik piyasasıyla ilgili fırsat buldukça sizi bilgilendirmeye çalışacağım. Keşke elimde olsa, hem bu yazıdaki, hem de daha önce yazdığım yazıdaki markaları deneyip, burada sizlerle paylaşma imkanım olsa... Ancak şimdilik elimden bu kadarı geliyor. İdare edin artık.

Sizin Kore'nin high-end markalarıyla ilgili düşünceleriniz neler? Eğer bu ürünler bir gün Türkiye'ye gelirse alıp kullanır mısınız? Fiyatları hakkında düşünceleriniz nedir? 

Dip Not: Bu yazıda verdiğim fiyatlar ebay'i baz alarak verilmiştir. Çünkü bu markaları toplu olarak bulabileceğiniz bir kaynak yok.  



16 Nisan 2012 Pazartesi

Garraud Paris Markasını Duydunuz Mu?



Bu yazımda benim değil, annemin bir dönem kullandığı bir markadan bahsetmek istiyorum... Bir seferliğine değişiklik yapalım...

İlgi alanlarım gereği, birbiriyle alakası olmayan konularda yazılan birçok blog takip ediyorum. İtiraf ediyorum; en çok makyaj bloglarını gezerken eğleniyorum. Zaten kozmetik delisi biri olunca tam tersini beklememek gerek. Bu işin hakkını veren, gerçekten işin uzmanı olmuş, makyaj ve cilt bakımıyla ilgili -her türlü bilgi olmasa da- birçok konuya hakim bloggerlar var. Takdir de ediyorum kendilerini, çünkü zor bir iş...  Ancak ne yalan söyleyeyim, bazıları o kadar vasat ki, inanın, insan o başlık kısmının yanına açıklama olarak "Makyaj Blogu" yazmaya utanır. Hele bir de blogunu ticarethane gibi kullananlar var ki onlara söyleyecek söz bulamıyorum.

Diyeceksiniz ki "Sen de kozmetiklerle ilgili yazılar yazıyorsun, sen de utan!" Hayır, efendim utanmıyorum, utanılacak bir şey de yapmıyorum. Bir kere bile benim bu blogu makyaj-kozmetik blogu olarak tanıttığımı, öyle bir şey yazdığımı gördünüz mü? Göremezsiniz de... Burada yazdığım ürünler benim kullandığım ve kişisel yorumlarımı yazdığım ürünler... Arada bir de -bu yazıda olduğu gibi- annemin ürünlerini tanıtmaya çalışıyorum. Malum yaşı gereği onun kullandığı ürünler daha farklı... Belki o yaşlar için olan ürünler sizin için gereklidir. Belli mi olur?

Neyse, ben asıl mevzuya geleyim. Arnaud olsun, bu yazıda bahsi geçecek olan Garraud markası olsun daha önce hiçbir Türk bloggerın yazılarında bu markalara ratlamadım. Herkes kullanmak zorunda değil, ancak yasak gereği piyasada bulunan, pek bilinmeyen markaları da azıcık yazsalar güzel olarak. Hep aynı şeyler, aynı markalar, belli koleksiyonlar... Fotokopi çeker gibi, gına geldi artık...


Annemin cilt bakım ürünlerinin hepsini ben seçerim, arada cildinin durumuna göre değiştiririm ya da başka markalar denemesini sağlarım. Garraud markasının ürünlerini, üç sene önce yine bu denemeler sırasında, bana Arnaud markasını tavsiye eden bir cilt bakım uzmanı sayesinde tanımıştım. Arnaud ürünlerinden memnun kaldığım için bu markaya da çok fazla ön yargılı yaklaşmadım. Malum annemin yaşı gereği kırışıklık karşıtı ürünleri kullanması daha doğru -gerçi o pek umursamıyor bu durumu ama olsun, ben elimden geldiğince buna dikkat etmeye çalışıyorum- ve Garraud'un ürünlerinden memnun kalacağına garanti vermişti o uzman. Ben de hydro serisinden göz maskesiyle, göz makyaj temizleyicisini ve lüks serisinden de göz kremini almıştım annem için.

Üstteki resimde bulunan göz kremi lüks serisine ait... Annem kullandığı dönemde çok memnun kalmıştı. Hatta şimdiye kadar onun için aldığım göz kremleri arasında en sevdiklerinden biriymiş. Bulabilirsen tekrar al diye tembihlemişti beni. Bunun dışında hydro serisindeki göz maskesini ise arada bir kullanıyordu ama bitirememişti bir türlü. Uyguladıktan sonra nasıl hissettiğini sorduğumda, bir rahatlık var diyordu. Bitirememesinin sebebi ise taşınırken kaybolmuş, geçenlerde bir yerden çıktı, geldi. Neden atmamışız bilmiyorum ama iyi ki atmamışız. Aşağıdaki resim ona ait çünkü...


Bu ürünler dışında bu markadan bir şey almadım annem için... Nedeni ise markanın bulunmaması... Ben sadece Ankara-Pino Parfümeri'de bulabilmiştim. Üstelik internet üzerinde satışı yok. Kendi sitesini ziyaret etmek için tıklayın!  Dahası bu markayla ilgili bilgi bulduğum tüm siteler Fransızca... Fransızcam olmadığı için anlayamıyorum doğal olarak...

Bir eksi yanı da tipik bir Fransız cilt bakım markası olarak pahalı olması... Açıkçası Fransa'da high-end midir bu marka, yoksa değil midir, bilemiyorum ama Türkiye'deki satış rakamıyla olmaya aday... Üstteki lüks serisine ait 15 mllik göz kremini üç sene önce indirimli fiyatıyla 200 liraya almıştım... Sanırım şimdiye dek bir krem için verdiğim en yüksek rakamdır.(Gerçi annem için feda olsun...) Aldığım yerden şimdiki fiyatını öğrenmek için aradım ancak bu seri artık gelmiyormuş. Sadece hydro serisinin ürünleri bulunuyormuş. Bahsettiğim hydro serisine ait maskenin şimdiki satış fiyatı ise 78 lira...

Ürünleri kendim için alıp denemeyi düşünmüyorum. Nedenleri belli, her yerde bulunmuyor, nette marka ile ilgili araştırma yapabileceğim, kullananların yorumlarını okuyabileceğim yeterli kaynak yok. Hatta hiç yok. Üstelik lüks serisi bana göre pahalı... Belki annem için -elindeki ürünler bitsin- birkaç parça bir şeyler alabilirim ya da benim Arnaud ürünlerini bıraktığım gibi, onun için de Kore ürünleri seçerim. Hala karar veremedim. Önerisi olan var mı?

Marka hakkında daha detaylı bilgiler vermek isterdim ama dediğim gibi bu ürünleri annem kullanalı bayağı oldu. Onun hatırladıkları ve benim araştırdıklarımdan elde ettiklerim bunlardan ibaret...

Siz bu markayı hiç duydunuz mu? Ürünlerini denemek ister misiniz? 



14 Nisan 2012 Cumartesi

En Çok Bilinen 10 Güney Kore Kozmetik Markası


Geçen gün aklıma düştü, "Tamam ben elimden geldiğince Kore kozmetikleri deniyorum ama iyisi, kötüsü, markalısı hangileridir?" dedim. Kore ürünleri özellikle Çin olmak üzere Asya ülkelerinde çok popüler... Yazıda da popülaritelerine göre bir sıralama mevcut... Benim denediklerim dışında yorum yapmam mümkün değil zaten, ama bir gün bu markaları bir yerde görürseniz, aklınıza gelsin istedim. Sample falan bir şekilde alıp deneyin. İçlerinde benim duymadıklarım bile var. Ben Türkiye'de olmayan ve daha da kötüsü nette doğru düzgün kaynakları bulunmayan bir konuyu araştırıyorum değil mi? Neden iki de bir size, eğer bir şeyler biliyorsanız yazın/yorum atın diyorum. Bunun için işte... 

Bu konuda uzman olduğumu söylemiyorum, aslında hiçbir konuda uzman olduğumu söylemiyorum ama kafama bir şeyi taktığım zaman genelde elimden kurtulamaz. Az çok mutlaka bir şeyler öğrenir, o öğrendiklerimi de etrafımdaki insanlarla paylaşırım. Ben bu konuda bilgi edindikçe, sizlere de iletmeye çalışacağım. Beraber öğreneceğiz artık. O yüzden bu konuda azıcık sabır. Bütün aldığım o ürünleri elimde, yüzümde deniyorum ben. Kimi zaman faydalı oluyor ya da bazen tam tersi etki gösterip, farklı tepki veriyor ürünler. Misal şu aralar sivilce bastı yüzümü... Kim vurduya gideceğim bir gün neyse... Bu tarz yazılar ileride gelebilir. "Aman ya Türkiye'de yok, ne işimize yarayacak?" demeyin! Haklısınız bir yönden ama bir gün bu ülkeyi keşfedip, buralara yönelmeyecekleri ne malum... 

Edit:{Şimdi mi aklına geldi yaa} Şimdi bu markaları ben seçip koymadım buraya, araştırma sonuçlarına göre çıkan sonuçları kendi yorumumla yazdım. Daha da önemlisi bu listeye bakıp da "Vay, ilk ondaymış bu markalar, kesin bu ürünler süperdir, çok iyidir..." gibi bir mana çıkarmayın. Size şöyle bir örnek vereyim: Dior ve Makeup For Ever, Fransız markalarıdır. Türkiye'de, Dior'u sorun millete, bilmeyen kimse yoktur ama MUFE'yi ancak makyaj markalarını iyi takip edenler bilir. Ancak ikisi de kaliteli markalardır. Bilinmemesi MUFE'nin kötü bir marka olduğunu göstermez. Başka bir örnek daha size, benim bir önceki yazımda bahsettiğim IOPE'nin ürünleri son birkaç senedir Kore'nin en iyi cilt bakım ürünlerinde ilk beşte yer alıyor ve ben de kullandıklarımdan gayet memnunum ancak bu listede yok. Yani bilinilirlik her zaman iyi bir marka anlamına gelmez. Diğer bir örnek de Missha, bizim bloglarda görüp duruyoruz, öve öve bitiremiyorlar, bu listede de var. Ancak Asya ülkelerinde bilinmesi Missha'nın çok kaliteli, süper bir marka olduğunu göstermez. Hatta Kore'de oldukça vasat bir firma olarak görünüyormuş. Yorumunuzu ona göre yapın canlar... Dediğim gibi yine karar sizin...   


1- CHARMZONE: Ne yalan söyleyeyim, bu markayı ben de ilk kez duyuyorum. Charmzone Japonya'ya ihraç edilen ilk Kore kozmetik markasıymış. Kore'de kadınların makyaj malzemesi olarak en fazla övdüğü markaymış dahası. Kalitesi hakkında yorum yapamam ama ürünlerinin fiyatları 25-35 dolar civarında... High-end değil yani bu marka ama ucuz da değil... Sitelerini incelemek için tık! 


2- VOV: Bu markayı duydum işte. Özellikle ürünlerinin ambalajları çok şirin... Gerçi çok az Kore markasının ambalajları renksizdir. Vov markası renkli kozmetik ürünlerinde hep ilk üçte gösteriliyormuş. O halde bir bildikleri vardır. Alıp denemek lazım... Benim listemde ürünleri yok. En azından şimdilik yok... Sitelerini incelemek için tık! 


3- LANEİGE: Bu markada duyduklarım arasında ve netteki kullanıcı yorumları da gayet iyi... Hatta almak için birkaç cilt bakım ürününü listeme ekledim. Amore Pacific firmasının bünyesinde olan bu marka, Kore kozmetik piyasasında büyük bir pay sahibiymiş. Uzmanlara göre 25 yaş üstündeki kadınlar için iyi bir seçim olduğu söyleniyormuş. Fiyatları da ne ucuz ne pahalı... Sitesi için şuradan buyurun!



4- THE FACE SHOP:  Face Shop'ta kozmetik piyasasındaki üç büyüklerden birisi... Dahası Face Shop, Kore'de bir yıl içindeki satış hacmi olarak en büyük paya sahip markaymış. One-step cleanserı benim listemdeki yerini hala koruyor. İnternetteki yorumları da iyi, fiyatları da gayet uygun geldi bana. Sitesi için tıklayın! 



5- ETUDE HOUSE:  Bu markayı da duymayan yoktur herhalde. Bana göre cicili bicili ambalajlarıyla en sevimli görünen markalardan birisi... Etude House da, Amore Pacific bünyesinde ve özellikle renkli kozmetik ve genç yaştaki bayanlar için öneriliyormuş. Ben şimdilik denemeyi düşünmüyorum. Fiyatları diğer birçok markaya göre uygun... Sitesine bakmak için buyurun!



6- SKIN FOOD: Doğal kozmetik ürünlerini sevenler arasında çok popüler bir marka bu... Ben de birkaç ürününü deneme fırsatı buldum. Özellikle kokuları harika... Birkaç ürünü daha var almak istediğim. Aslında hepsini alıp, denemek istiyorum. Biri beni durdursun ya ne olur! Üstelik fiyatları da diğer markalara oranla uygun geldi bana... Sitesine girip bakın isterseniz. Hem çeşit bol, hem de her türlü cilde yönelik farklı ürünleri mevcut. Daha ne olsun...



7- MİSSHA: Bizim makyaj bloggerları sayesinde bu markayı Türkiye'de duymayan yoktur sanırım. Özellikle gençler arasında çok popüler bir marka Missha... Biz Missha için ölüp bitsek de Kore'deki en ünlü markalardan biri de olsa, -bunu bir değil birkaç yerden duydum/okudum- işin gerçeği Missha'ya, Kore'de "Fakir markası, ona kadar daha iyi ürünler var..." gibi şeyler söylüyorlarmış. Ben şimdilik hiçbir ürününü kullanmayı düşünmüyorum. Sitesi için şuradan! 



8- O HUI: Bu markaya ilk defa bu yazımı hazırlarken rastladım. İsmi bile bana biraz ofsayt geldi ama olsun, daha ne garip isimlere sahip markalar var. Bu marka ürünlerini doğal kozmetiğin, modern teknoloji ile birleşimi olarak tanıtıyormuş. Şimdilik alıp, denemek gibi bir niyetim yok. Sitesi için şuradan!



9- INNISFREE: Daha önce bu markanın ürünleri hakkında yorumlar okumuştum ama adının Yeats'ın bir şiirinden geldiğini bilmiyordum. Kim diye sormayın ben de tanımıyorum bu adamı. Herkesi tanımak zorunda mıyım canım... Amore Pacific'in bünyesinde olan bu marka, doğal, sağlıklı ve moda kozmetik ürünleri üretmeyi amaçlıyormuş. Açıkçası likit mineral bir fondöteni var, onu denemek isterim. Şöyle buyurun bakalım. 


10- MAMONDE: yine Amore Pacific'e ait bir marka daha... Mamonde de, makyajdan çok cilt bakımında önde olan bir firma. İsminin anlamı da Fransızca "Benim Dünyam" anlamına gelen ma monde'den geliyormuş. Fransızları bir katmasalar araya olmaz zaten. Bazen gerçekten çok sinir bozucu oluyor. Mamonde ürünlerinin fiyatları da orta karar... Ne pahalı ne ucuz... Bende de var birkaç ürünü... Deneyip göreceğiz. Sitesi için tık!

Benim naciz bilgilerim şimdilik bunlar dostlar... Umarım bir gün bunlar ve dahası Türkiye'ye gelir, bizler de kullanma imkanı buluruz. Lütfen kozmetik dünyasını Fransa'dan ve kozmetik markalarını da sadece MAC, NARS'tan ibaret sanmayın... Onları kötülemiyorum, hatta çok kaliteli ürünleri var ama kozmetik dünyası çok büyük bir deniz... Deneyecek, keşfedecek o kadar çok ürün var ki... 

Umarım birileri görüyordur bu yazıları ve o birileri anlar benim ne demek istediğimi. Bazen boşa mı yazıyorum bunları diye düşünüyorum. Zaman gösterecek her şeyi... 


11 Nisan 2012 Çarşamba

IOPE: Moisture Intense Softener + Emulsion {Koreliler'in Cilt Bakım Rutini}



Güney Kore kozmetik markalarından devam ediyoruz. IOPE, Amore Pacific adlı büyük bir Kore kozmetik firmasının ürettiği markalarından birisi... High-end ve/veya bir alt seviyesi olarak tabir edeceğimiz kalitede ürünler üretiyor desek yanlış olmaz. Bu yazıda bahsedeceğim tonik ve emulsionu bir alışverişimde hediye olarak göndermişlerdi. Ben de hazır Arnaud'un yerine başka marka cilt bakım ürününe geçeceğim, ona başlamadan bu seti deneyeyim dedim. 

Lütfen, bu ürünleri nereden alıyorsun tarzı yorumlar atmayın! Bunun açıklamasını birkaç kez yapmıştım. Blogumda var, aratın bulun... 

Ürünleri anlatmaya başlamadan önce Koreliler'in cilt bakım rutinlerinden bahsetmek istiyorum. Elimde olan Kore ürünlerinden şu kadarını söyleyebilirim ki, Uzak Doğulular'ın cilt bakım rutini bizimkilerden biraz farklı... "Softener" diye tabir ettikleri daha koyu kıvamlı tonikler kullanıyorlar. Cildi sadece kremlemek yerine losyon kıvamında "Emulsion" sürüyorlar. Bana kalsa bu emulsionlar bile krem yerine geçebilir. Onun dışında "Essence" dedikleri başka bir malzeme daha var yüzlerine sürdükleri. Onun yaptığı görevi ben bile çözemedim. Bilen birileri varsa bana da söylesin. Çünkü benim cilt bakım rutinim şu şekilde:

Temizleme yağı + Temizleme köpüğü + Tonik + Göz Kremi + Krem/Emulsion 

Bunun dışında ileri yaşlar için önerdikleri serumlar mevcut. Bizde de var gerçi bu. Kırışık karşıtı, dolgunluk verici ıvır zıvır işte... Uzak Doğulular'ın en sevdiğim cilt bakım ürünleri ise temizleyici ürünleri: Temizleme yağları, temizleme köpükleri, jelleri, sütleri ve benim daha önce pek raslamadığım bir ürün olan temizleme kremleri... Elimdeki ürünler bitsin bunlardan alıp, sizlere de yazmak istiyorum. 



   
Ben birkaç haftadır bu ürünleri kullanıyorum, dibi bulmak üzere zaten. Açıkçası kullanmaya başlarken biraz ön yargılıydım, çünkü bu Kore'ye ait kullandığım ilk set... Dahası Uzak Doğulular!ın cilt yapıları genelde yağlı olduğu için, kuru/hassas cilde özgü iyi bir ürün beklemiyordum, yanılmışım... 

Ben ürünleri sadece akşamları kullandım. Softener denen ürün zaten bir toniğe göre koyu kıvamlı bir ürün ve daha onu sürdüğüm anda bile bir krem misali cildimi yumuşattı. Sonra da emulsionu uyguladım. Emulsiondan sonra ayrı bir krem kullanmadım bile. Buna rağmen bu iki ürün bile benim için yeterli oldu. Gerçi çok kuru ciltler için -evet, benim cildimden daha kuru olanlarda var, misal annem- bu emulsion yetersiz gelebilir. Özellikle kışın ayrı bir krem kullanmak daha iyi sonuç almanızı sağlayacaktır. 

Bunun dışında, hafif, çiçeksi bir kokuları var. Cildi tahriş etme gibi bir durum yaşamadım ben. Nasıl tahriş edecek ki zaten... Bu ürünleri kuru, hassas ve normal cildi olanlara önerebilirim. Yağlı cilde sahip olanlar içn uygun bir ürün değil... Tam boy ürünleri bilemem ama testerların tek eksik yanı ambalajların kullanımının çok kötü olması... Zaten koyu kıvamlı ürünler, bir de ambalajı şişe şeklinde, pamuğa dökülsün diye elimi sallayıp ürünleri her yere boca ettim.  

Iope ürünlerinin dezavantajına gelelim. Ne yazık ki her yerde bulunmuyor. Ebay, G-market, ShopatKorea gibi sitelerde bulabilirsiniz. Bu sitelerde de tüm ürünleri bulma garantiniz yok. Dahası ve benim en sinir olduğum durum, uluslararası çalışan Amorepacific'in bu ürünleri ayrıntılı açıklayan bir sitesi yok. İngilizce sitelerinde sadece hangi markaların kendilerine ait oldukları yazıyor o kadar. Ben de seçtiğim ürünleri bu alışveriş sitelerindeki açıklamalarına güvenerek aldım zaten.  

Son olarak tam boy ürünlerin fiyatları 25-35 dolar arasında değişiyor. Kendi sitelerinde bulamadığım için tam bir fiyat söyleyemiyorum, zira her baktığım sitede farklı bir şeyler çıkıyor. Yasak nedeniyle bu ürünlere ulaşmak biraz zor. Gittigidiyor'da getirten satıcılar varmış, o konuda yorum yapamıyorum. 

Koreliler'in cilt bakım rutini ve Kore kozmetik ürünleri hakkında siz neler düşünüyorsunuz? Türkiye'ye bu ürünler gelirse tercih eder misiniz? 


8 Nisan 2012 Pazar

Institut Arnaud: Mousse Douceur {Köpük Temizleyici} + Yonca Kozmetik



Uzun zamandır bu ürünün yazısını yazmak istiyordum ama hep bir aksilik çıktı, hep diğer yazılara öncelik verdim ya da vermek zorunda kaldım... Sonunda geç olsun, güç olmasın mantığıyla yazayım dedim. Malum kozmetik yasağıyla ulaşacağımız ürünler kısıtlı, bu nedenle içlerinde iyileri bulup ayıklamaya çalışıyorum. Elimden geldiğince sizleri de bilgilendirmeye amaçlıyorum ki bu markalardan biri de Arnaud... Bunu hava basmak için falan yapmıyorum ama söyleyin Allah aşkına, benden başka bu markayı yazan/tanıtan kimse var mı? Ben görmedim şahsen... Birkaç forumda vardı sadece o kadar...

Bu üründen birkaç sene önce anneme almış ve ondan otlanarak denemiştim. O denemeler aşamasında memnun kaldığımı da hatırlıyorum. Bu nedenle geçen sene kendime de aldım bu üründen... Ürünü ayrıntılı olarak anlatacağım zaten ama öncelikle bir takım şahsiyetlere hazırladığım birkaç söz var. Sevgili Arnaud yetkilileri ve Türkiye dağıtımını yapan Yonca Kozmetik...

Öncelik tabi ki Arnaud'un... Aylar önce girdiğim sitesine gidip hem resim almak, hem de "Acaba siteyi İngilizce'ye çevirmişler mi?" okuyup belki başka ayrıntılar yakalayabilirim dedim kendi kendime. Siz de girip bakarsanız siteleri hala Fransızca. Başta ben mi yanlış görüyorum acaba dedim. Ama ne ayrı İngilizce siteleri var, ne de siteyi İngilizce'ye çevirecek bir sekme. Bizim çoğu zaman beğenmeyip, burun kıvırdığımız markalar Flormar, Golden Rose'un bile birkaç ayrı dilde siteleri mevcut. Yanlış mı biliyorum yoksa? Sanki dünya üzerindeki herkes şakır şakır Fransızca bilmek/konuşmak zorunda... Tamam anlıyoruz sizi, dilinize düşkünsünüz, burnunuz da havada, gidip öğrenin de diyebilirsiniz ama özellikle uluslararası ticaret yapan bir şirketin tüketicilerine bu eziyeti yapma hakkı yoktur. YOKTUR işte... Daha ne diyebilirim, bilmiyorum.

Gelelim Yonca Kozmetik'e... Yonca Kozmetik benim sevdiğim ürünleri Türkiye'ye getiren bir marka, bu nedenle takdir de ediyorum kendilerini... Ancak bakalım, bir firma olarak yapmaları/yapmamaları gerekenlere... Ben bu ürünü -tam hatırlamıyorum- 70 TL civarında bir rakama almıştım. Bir de markanın kendi sitesindeki satış rakamına bakalım. İndirimli fiyatı 8 Euro!!! Onu da geçtik, hadi normal satış fiyatı 15 Euro, günün kuruna göre hesap yaptığımızda çıkan rakam: 35 TL!!! Aynen öyle, elin Fransız'ı bu ürünü 35 TL verip alabiliyorken, ben iki katı rakam ödüyorum. Tamam anlıyorum, gümrük masrafı, getiren firmanın kar payı v.s. fiyatlar elbette, aynı olmayacak ama bu da resmen kazıklanmak... Birçok marka ürünlerini 10-15 TL kar payı koyarak getirtiyor. Sizin amacınız ne? Kolay yoldan parayı bulmak mı? Yerinizde olsam, o kar paylarınızı biraz reklamınızı yapmak için kullanırdım. Zira bu markayı hangi kozmetikçiye sorsam, bön bön yüzüme bakıyor.

İkinci olarak, hadi onları da geçtik, bari şu ürünlerin üzerine ayrıntılı açıklamalarını yapıştırın. O koyduğunuz küçücük kağıttan ben pek bir şey anlayamadım zira. Ben bile anlayamadıysam kozmetikle çok haşır neşir olmayan birinin halini düşünemiyorum. Belki ilk defa aldı bu üründen. Malum her tezgahtar cilt bakım uzmanı değil ve sırf satmak için uydurmadıkları yalan kalmıyor. Bari izin verin ya da yardımcı olun da insanlar kendi kendilerine öğrensin. Yazılar silik, onu da geçtik, o kadar küçük yazılmış ki görmek için bırakın merceği, dürbün lazım. DÜRBÜN!!!

Durun daha bitmedi. Hadi diyelim yazılarını geçtik, netten sitesine girip bakayım, belki orada kısa da olsa açıklama vardır dedim ama ne gördüm? Yonca Kozmetik'in aylar önce girdiğim ve hala ısrarla düzenlemediği sitesine de göz atın. Aylar önce Yonca Kozmetik'ten görüştüğüm bir yetkili en kısa zamanda düzenleyeceklerini, alt yapı çalışması yapıldığını söylemişti. Maşallah, ne alt yapıymış, İstanbul'un metro hattı gibi düzene giremedi bir türlü.


Arnaud markasının yetkililerinin bu yazıyı göreceğini sanmıyorum, görse ve cevap yazsa da inatla Türkçe yazacağım. Malum nasılsa onlara göre herkes Fransızca bilmek zorunda. O halde aynı şeyi benim de kendilerinden beklemem yanlış olmaz. Ancak Yonca Kozmetik'ten mutlaka birileri bu yazıyı okuyacaktır diye umuyorum/tahmin ediyorum. Biz kendilerinden biraz daha profesyonellik bekliyoruz. İyi markaları getirten bir firmadan da daha azını bekleyemem ben.

İçimi döktüğüme göre ürün hakkındaki yorumuma gelebilirim artık. Bu ürün 1 seneye yakın ben de bulunuyor. Temizleyici olarak farklı farklı ürünler denemeyi sevdiğim için bitirmeye fırsat bulamadım henüz. Buna rağmen ne kokusunda ne akışkanlığında bir bozulma oldu. Zaten Arnaud, ürünlerinin içine ne koyuyorsa hep uzun ömürlü oluyor.



Ürün 150 ml... Ambalajı gayet hijyenik ve kullanışlı... Pompalı olması zaten büyük bir artı benim için... Şişenin içinde turuncu su gibi görünen ürün pompaladığınız zaman böyle beyaz bir köpük haline geliyor. Genelde bir pompa yüz ve boyun için yeterli ama fındık, ceviz büyüklüğü sizin için de yeterli gelmiyorsa -misal ben- o halde iki pompa işinizi rahatlıkla görecektir. Hafif çiçeksi bir kokusu var, bu tarz  ürünlerde kokudan hoşlanmayanlar bile rahatsız olmayacaktır. Her cilt tipine uygun bir ürün bu... Genelde ben bu zırvalığa pek inanmam ama yazın alın bölgem yağlı göründüğü için bazı ürünleri test etme imkanı da buluyorum.

Bu ürünün makyaj temizleme gibi bir özelliği yok. Zaten öyle bir amacı da yok. Ben temizleme yağımla makyajımı çıkardıktan sonra suyla yüzümü yıkıyorum, sonra bu ürünü yüzüme uygulayıp, tekrar yıkıyorum. Nemlendirme özelliği var ama çok yoğun değil. En azından yanaklarımda bir gerilme olmuyor. Sonra da tonik ve kremimi sürüp rutinimi bitirmiş oluyorum. Kullandığım çoğu Arnaud ürünü gibi bu üründen de memnunum ben... Bitince alır mıyım bilmiyorum. Bulması zor bir marka çünkü Arnaud...

Son olarak sizler için Yonca Kozmetik'in kutunun arkasına yapıştırdığı Türkçe açıklamayı koydum. Kutunun arkasındaki yazıyı okumak pek mümkün değil, tabi iyi bir makineyle zoom yapıp çekmeden...

Arnaud ürünlerini deneyen var mı aranızda? Memnun kaldınız mı? Belki sesimizi Yonca Kozmetik duyar... 

5 Nisan 2012 Perşembe

Alix Avien: Terracotta Pudra


Saç ve cilt bakım ürünlerinden biraz uzaklaşarak son zamanlarda kullandığım bir üründen bahsetmek istedim bu yazıda. Genel olarak fırınlanmış ürünleri çok sevdiğimi söylemiştim birkaç yerde. Alix Avien'in bu ürününü bir alışverişim sırasında önermişlerdi. Almayı unutup duruyordum.

Ürün hakkında genel bir bilgi vereyim, 27 gr ağırlığında... Satış fiyatı 31.5 TL.. Resimdeki gibi 4 farklı rengi mevcut. Bazı sitelerde tek renk olduğunu ve bütün cilt renklerine uyduğunu okumuştum. Onu yazan ya sallamış ya da ürün hakkında pek bir bilgisi yokmuş. Ben sitesinde 4 renk olduğunu görmüştüm ve standında da teyit ettim. Eğer alacaksanız birini deneyip alın.   


Kışın pudra kullanmak benim için birincil ihtiyaç değil ama yazın işler biraz değişiyor. Ne yazık ki alın bölgemde hafif bir yağlanma durumu seziyorum. O nedenle özellikle o bölgeyi nötrlemek ihtiyacı hissediyorum kendimde. Bu ürünü seçme nedenim de bu. Fırınlanmış bir kozmetik ürünü olduğu için de diğer ürünlere göre ömrü daha uzun.

Ben BB kremimin üzerine bundan hafif sürüyorum, ten makyajım tamamlanmış oluyor. Ben en iyi sonucu pudra fırçamla aldım. Yapısı nedeniyle disko topu misali görünmeniz zaten mümkün değil. Ancak cildiniz kalıp gibi cansız bir şekilde de görünmüyor. Ürünü fırçayla uygularken biraz etrafa toz dağıldığını itiraf etmeliyim ama her yeri batırma gibi bir durum yaşamadım ben.


Bende ki üç numaralı olan rengi... En koyu rengin bir açığı olarak görünüyordu stantında. Spotlardan da öyle görmüş olabilirim, zira sitesinde renk skalası daha farklı görünüyor.  Aslında yazın cildim çok çabuk yandığı için en koyu olan rengi de cildime uygun düşebilirdi. Denemeden bilemem. 

En sevdiğim yanı ise son kullanma tarihinin kutunun altında yazması oldu. Bu ürünü, bir de kutusuyla satsalar benden daha iyi bir puan alırlardı ama Türk markaları nedense bu konuda hep sınıfta kalıyor, akıllanmıyorlar. Genel olarak memnun kaldığım bir ürün bu... Bu tarz fırınlanmış ürünlerden hoşlanıyorsanız bir şans vermenizi tavsiye ederim. 

Aranızda deneyen var mı bu ürünü? Memnun kaldınız mı?

4 Nisan 2012 Çarşamba

Ben Bugün Pazara Gittim



Ne zamandan beri ilk defa bugün(yani aslında dün oluyor) annemle semt pazarına gittik. Sizi bilmem ama ben semt pazarlarını çok severim. İşe başladığımdan beri pek uğradığım söylenemez ama çocukluktan gelen bir alışkanlık olduğu için kendimi orada pek yadırgadığımı söyleyemeyeceğim.

Küçükken babaannem beni yanına alır çarşı pazar dolandırırdı. Bu mekanlar haftada bir gittiğimiz semt pazarı, ayda bir-iki kez gittiğimiz Ulus'ta bulunan Samanpazarı'ydı. (Ankara'da olanlar bilirler.) Daha okula başlayacak yaşta olmayan ben, bu mekanları avucumun içi gibi bilirdim. Babaannem deyim yerindeyse hükümet gibi kadındı. Evin işlerini kadınım falan demez bir şekilde hallederdi ki bunlara badana boya da dahildi. Çevremde o tarz olan tek kadında kendisi değildi. Eğer maddi zorlukları çok yaşamış bir aileden ve aynı şekilde olan bir çevreden geldiyseniz büyük ihtimalle evin erkekleri genelde tüm gün, hatta mesaiye kaldıkları günler gece yarılarına kadar çalışıyor olurlar. Bu nedenle faturalarından tutun da, evin eksiklerine kadar bazen, hatta çoğu zaman evin kadını alır sorumluluğu. Bizde de aynı durum vardı.

Biraz büyüdüğümüzde de annem aldı babaannemin yerini. Gücümüz yettiğince bir-iki kiloluk poşetleri alır, annem can hıraş bizi uyarıp, hatta bağırsa da elimize birer meyve alıp, ısıra ısıra yolu arşınlardık. Bu meyveler yazın erik, şeftali, kışın ise elma olurdu çoğunlukla.

Özellikle dar gelirli ya da orta direk aileden geliyorsanız kesin bilirsiniz, pazardaki ürünler akşam vakti toplanmaya yakın çok ucuz olur. Mecburen satan esnaf ya malını toplayıp ertesi günkü başka bir pazarda satacaktır ya da bir şekilde ucuz da olsa elinden çıkarmaya çalışacaktır. Genelde ikinci seçenek olur. Biz de genelde bunu fırsat bilerek akşam, hava kararmaya yakın giderdik pazara, birkaç komşu ve çocuklarıyla birlikte. Özellikle yazın bu iş daha da eğlenceli hale gelirdi. Günlerin uzun olması, okul tatili gibi nedenlerle hem pazara giden grup daha kalabalık, hem de meyve-sebze çeşidinin kışa göre çok olması sebebiyle taşınacak yükte fazla olurdu. Hepimiz elimize birer kavun alarak koşarak yola koyulurduk mesela.



Ben size dünü anlatacaktım ama biraz fazla geçmişe uzandım galiba. Bunun nedeni ise pazarların artık kalkıyor olması. Ben kesinlikle karşıyım buna. Pazarlar özellikle dar gelirlinin alışveriş yeri... Bizim gibi çalışanların sinir, stres atıp, kafalarını dağıttıkları, eskiyi yad ettikleri mekanlar... Yok Avrupa Birliği standartları, yok yeni yasalar bilmem ne... Umurumda bile değil Avrupa Birliği... Almazlarsa almasınlar. Çok da lazımlardı sanki. Şimdiye kadar hayırlarını mı gördük Allasen. Bir vize bile alırken göbeğimiz çatlıyor, kapılarda bekliyoruz, evrakları gözlerinin içine sokuyoruz. O da yetmiyor çoğu zaman. Gelmiyorum lan hiçbir yere. Ben mutluyum ülkemde. Siz de dokunmayın lan semt pazarlarımıza. Ayrıca yeri gelmişken kokoreçi de kaldırma meselesine kılım. Kokoreçi seviyorum. Evet, bu konuda eski usulüm ve alaturkayım. Ellemeyin değerlerimize...

Onlara bu kadar laf saydırmışken sakinleşeyim, biraz da içimizde bulunan kesime bir şeyler söyleyeyim. Zaten özentilerden oluyor ne oluyorsa. Bu yaşıma kadar pazardan alışveriş yapmak benim için ayıplanacak ya da -daha da kötüsü- utanılacak bir durum olmadı hiç. Mesela pazarlarda satılan meyve-sebze günlük geldiği için -hele ki yeşillikler- marketlere göre daha taze ve lezzetli olur. Üstelik daha da ucuzdur.

İlla mağazalardan ürün alıp kullanacağım diye de düşünmedim. Resimde zaten bunun en büyük kanıtı. Büyük mağazalardan alışverişlerim ve bunu pazardan aldığım ürünlerle kombin yapmışlığım da vardır. Seneler önce -lise yıllarıydı sanırım- aldığım bir buluzu marka tabir ettiğimiz bir pantolonla giymiştim ve o gün sormayan arkadaşım kalmamıştı. Hepsi de hangi markanın ürünü olduğunu sorup durmuştu. İçimden az gülmemiştim hani...

Şimdi diyeceksiniz ki "Oh Peri, alıyorsun kozmetikleri falan markalı, koleksiyon şöyle böyle, koyuyorsun buraya, sonra da gelip burada pazardı, bakkaldı edebiyat yapıyorsun. " Canım kardeşim hepimiz bu yoldan geçtik. Allah'ınızı severseniz bu yaşınıza dek pazara gitmeyen var mı aranızda? Gitmeyen varsa da lütfen, bir ara yarım saatliğine de olsa uğrasın. Ben çok gittim, zaten yazdım da. Keşke hala çocuk olsam da derdim, sadece pazarda görüp, anneme aldırmak için sızlandığım bebek olsa. Yeminle söylüyorum ki bir bebek için kaç gün ağladığımı bilirim.  Tabi bunu ancak benimle aynı durumu yaşayanlar bilir. Yoksa klasik bir söz vardır hepinizin bildiği. Tok, açın halinden anlamaz. Sadece anlamış gibi yapar. Yalan değil... Kozmetik meselesini de bir ara anlatırım belki ama şu kadarını söyleyeyim. Küçükken etrafımda, annem ve babaannem dışında, bayan namına kimse yoktu. Onlarda geçim sıkıntısı nedeniyle bu tarz şeyleri pek umursamazlardı. Ben de o nedenle hep ukde kalmıştır, bir ablam olsa da rujlarını çalsaydım falan diye. O nedenle kendim için aldığım çoğu makyaj malzemesini kullanmadan dağıtırım, küçük bir kızın yüzümdeki allığa, dudağımdaki ruja, gözü düşerse hemen çantamdaki ruju eline sıkıştırırım falan... Bu liste böyle uzar gider...

Neyse okuyucu, takipçi ya da buraya tesadüf eseri gelen her kimsen, bu kadar yazıyı okuyup, için bayıldıysa kusuruma bakma... Sinirlerimi bozuyorlar, delirtiyorlar beni. Sonra iş, güç de var atamıyoruz ki kendimizi sokaklara, pazarlara... Stresimizi boşaltamıyoruz. Umarım senin daha iyi bildiğin bir yol vardır. Sağlıcakla kalman dileğiyle...

2 Nisan 2012 Pazartesi

The Imaginarium Of Doctor Parnassus



Geçen gün çok değişik bir film izledim. Uzun zamandır insanın düşünce akışını işleyen fantastik iyi bir yapımla karşılaşmıyorum. Ancak kısa ismiyle Dr. Parnassus  eksik yönlerine rağmen benden geçer not alan ve beni düşünmeye iten ender filmlerden birisi oldu. 

Filmin konusu; gezgin bir tiyatronun sahibi ve eski bir keşiş olan 1000 yaşındaki Dr Parnassus şeytanla yaptığı anlaşma gereği, insanların bir aynanın ötesine geçerek zihninde bir yolculuğa çıkmalarını sağlamaktadır. Bir gün yolculuk sırasında asılmış halde bir adam bulurlar. Şeytan bu adamın peşindedir ama daha da önemlisi, Dr. Parnassus'tan anlaşma gereği hakkını istemektedir. 

Filmle ilgili belirtmek istediğim ilk şey, başrol oyuncusu Heath Ledger'in film çekimleri devam ederken evinde ölü bulunması. İlginçtir ki filmde canlandırdığı karakterde birkaç kez ölümle karşı karşıya kalıyor. Bazı çevreler onun öldürüldüğünü bile düşünüyorlar. Doğruluğu kanıtlanmadığı için ben biraz bu konuda agnostik takılıyorum. Olabilir de olmayabilir de... Öyle bir durum varsa da Heath Ledger kesinlikle bu konudaki tek örnek değil. Benim fikrim bu...
Film şeytan ve insan arasındaki çekişmenin bir kanıtı gibi... İnsanların aklını çelmekte olan -filmde tabi ki bir vücuda büründürülmüş- bir iblisimiz var. Onları kendi tarafına çekip, ne kadar çok insan ayartmanın peşinde... Dr. Parnassus ise bu insanların en iyi örneği... Şeytanın bütün o bahislerine kanması, kelime arasındaki oyunları fark edememesi ve sonunda ona yenik düşüp o oyunlara ait olması, bazen bana çok tanıdık gelmedi değil. Filmin bir mesajı da şuydu: Şeytanın hiçbir gücü yoktur. O sadece çağırır. Size gelip, kulağınıza fısıldar ve bazı şeyleri olduğundan farklı, daha güzel gösterir. 

Heath Ledger'in ölümü nedeniyle, yarım kalan çekimlerin tamamlanması için Tony karakterini oynaması için birbirinden farklı üç oyuncuyla anlaşma sağlanmış ve ayna arkasında Tony karakterini Jonny Depp, Jude Law ve Colin Farrell canlandırıyor. Filmi izlerken hiçbir oyunculuk benim gözlerimi yormadı. Bu karakter olmamış, iyi canlandıramamış, bana karakterin hislerini yansıtamadı dediğim tek sahne bile yok. Sonradan kadroya dahil edilen oyuncular da Tony rolünün hakkını vermişler ve seyirciye ellerinden geldiğince Ledger'in eksikliği hissettirmemeye çalışmışlar. Bu nedenle bazı sahnelerde kopukluk yaşansa da kimi sahneler tadına doyulamayacak şekilde çabuk geçip, kimi sahneler de çok can sıkıcı şekilde yavaş ilerlese de konuya hakim olduysanız ve içerdiği mesajları alabiliyorsanız, seveceğiniz ve izlemekten hoşlanacağınız bir film Dr. Parnassus...

Çekim teknikleri olarak çok beğendiğim bir film değil Dr. Parnassus, özellikle karanlık ortamların kullanılması, pastel renkler yerine puslu bir havanın hakim olması benim film için düşündüğüm notu düşürdü. Zira özellikle ayna arkasındaki dünyanın çok daha etkileyici olmasını beklediğimi söylemeliyim.

Film hakkında eleştirileri okuyup ona göre izlemeye karar verdiğimi itiraf etmeliyim. Zaten film 2009 yapımı... Kimileri çok beğenmiş, hakkında methiyeler düzmüş olduğu halde, filmi izlemenin sadece vakit kaybı olduğunu düşünenlerde mevcut ki, benim onlara tek sözüm gidip piyasa filmlerini izlemeleri ve bilmedikleri konular hakkında yorum yapmamaları. Zira bu film içinde çok bariz mesajlar içeren ve ikinci, belki de üçüncü defada anlaşılabilen bir film... Ne tür mesajlar olduğunu burada açıklamayacağım. Bana ve yazılarıma biraz güveniyorsanız nette küçük bir araştırma yapın. sonra burada yorumlarınızı paylaşın.  

Son olarak filmin sevdiğim en güzel diyaloğunu sizinle paylaşıyor, film hakkındaki genel düşüncelerimi bitiriyorum.



Lady: Rudolf Valentino, James Dean, Prenses Diana, tüm bu insanlar hepsi ölü... 


Tony: Evet ama aynı zamanda ölümsüzler... Ne yaşlanıyorlar, ne kilo alıyorlar, ne hastalanıyorlar, ne zayıflıyorlar. Hiç korkuları yok. Çünkü sonsuza kadar genç kalacaklar. Artık Tanrılar... Ve onlara katılabilirsin. 

1 Nisan 2012 Pazar

MIT ve Harvard Üniversitesi


Şu yazımda Boston'dan birkaç kare yayınlamıştım. Oraya kadar gidip Harvard Üniversitesi'ni ve MIT'i görmesek olmazdı. Yalnız bir uyarı yapmadan geçemeyeceğim. Ben bu yazıdaki yerleri gezeli uzun zaman oldu. Ona göre çok ayrıntılı bir yazı olmadı. Bunu belirtmem gerek.

Üstteki resim MIT'e ait... Bilmeyen yoktur ama ben gene de açılımını yazayım... MIT: Massachusetts Institute of Technology


MIT'e metroyla gitmiştik. Durakta indikten sonra yukarıdaki kıyı boyunca yürüyüp oraya ulaşmıştık arkadaşımla. Amerika'da bulunduğum süre boyunca yollarda spor yapan insanlara pek rastlamadım. İki yer dışında: Biri Central Park, diğeri de bu kıyıydı. Adını şu an hatırlayamadım. Yürüyüş yapanlar, köpeğini gezmeye çıkarmış insanlar vardı.


Binanın yakından çekimi...



Kampüs içinde bu tarz binalarda az değildi. Tahminime göre öğrencilerin kaldığı apartmanlar olsa gerek. Allah bilir aylığı kaç bin dolardır bu apartman dairelerinin... Çatı katında yaşamayı isterdim.

Bu binalar dışında Harvard'ın kütüphanesine aşık oldum desem yeridir. 15 milyon kitap ne demek? Türkiye'deki tüm üniversite kitaplarını toplasanız o kadar etmez. Tabi kütüphaneye giremedik. Öğrencisi dışında içeri almıyorlarmış. Sanki kitap çalacağız. Hayret bir şey!



Bu Harvard Üniversitesi'nin kampüsünden bir bina. Harvard'ı bizim kampüs içindeki üniversiteler gibi düşünürseniz çok yanılırsınız. Orası bir şehir gibi... Her yerde binalar, yurtlar, öğrencilerin kaldığı apartman tarzı yerler var. Harvard'la ilgili hediyelik eşya satan dükkanlar, mağazalar, lokantalar bulunuyor. Caddelerde ve sokaklarda günlük hayat devam ediyor. Hepsi öğrenci sayılmaz elbette yolda gezenlerin.


Yanlış hatırlamıyorsam burası mimarlık fakültesine ait bir binaydı. Harvard'ın en fazla yapılarını beğendim. Şehrin ortasında olmasını sevmedim diyebilirim. Ben şehir içinde üniversite yaşamını seven birisi değilim. Küçükken aklıma hep kasabalara yakın yerlerde kurulmuş, uçsuz bucaksız kampüs içinde üniversiteler gelir. Bu düşüncem de hala değişmedi gerçi.


Okul içinde böyle belki de yüz yıllık kocaman ağaçlar vardı. Her yer özenle çim ekilmiş ve bakılmış gibi görünüyordu. Yaşadığımız ve sonra çok güldüğümüz bir şeyi de aktarmadan geçemeyeceğim. Orada karşılaştığımız tüm Türkler arkadaşım ve bana burada mı okuyorsunuz diye sormuştu. Sanırım gördükleri herkesi Harvardlı sandılar. Eminim orada okuyup bu muhabbeti duyan Türk Harvardlılar varsa kaçarak uzaklaşmışlardır bizden.


Kampüsten başka bir bina... Bu binada sanırım bir fakültenin dekanlığıydı. Bizim dekanların değil binasıolsun, odası bile toplantı salonlarından küçüktü.


Yine Harvard'dan başka bir bina... Neden hep bina resimleri var derseniz cevabım basit. Çünkü en fazla binaların mimarisini sevdim ben. Kampüs ya da okulun olduğu bölgeyi sevdiğimi söyleyemem. Sokaklarda dolaşan "Free Hug" üyeleri dışında pek bir özelliği yok gibiydi. Gerçi orada okuyan birileri bunu okursa beni de aydınlatabilirler. Çünkü bir üniversitenin öğrencisi olmadan oradaki yaşam hakkında yargıya varmak pek doğru değil. 

Kısa süren MIT ve Harvard turumuz burada sona erdi. Eğer bir gün tekrar gitme fırsatı bulursam ya da bu yazı vesilesi ile orada okuyan birileriyle tanışırsam -ki bu uzaya gitme ihtimalimden daha düşük- sizi bu okullar konusunda daha fazla aydınlatabilirim.

Sizin var mı bu okullarda okuma ya da en azından kampüsünü görme hayaliniz? 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...