15 Ağustos 2013 Perşembe

Paşalı Bayram



Hepinizin geçmiş bayramı kutlu olsun...

Geçen sene ve tabi ki bu sene bayramı ailemden ve sevdiklerimden uzakta geçirdim. Bu tarz özel günlere önem veren bir aileden geliyorsanız ve bu tarz değerleri önemseyen biri iseniz -benim gibi- haliyle bayramlarda biraz buruk geçiyor. Yine de bu demek değil ki, ben bir garip Peri boş dururum.

Bayramın ilk günü sabah kalkar kalkmaz Türk ev arkadaşıma elimi uzatıp "Öp!" dedim. Uykulu gözlerle, boş boş baktıktan sonra evin içinde çığlığı bastı. "Bugün bayramdı değil mi? Unutmuşum. " İkimiz bayramlaştık ancak kendisi aynı gün şehir dışına çıkacağı için pek bir şey yapma fırsatımız olmadı. Daha da kötüsü ertesi haftaya yetiştirmem gereken bir sunum, bir vize ve bir adet proje masamda boylu boyunca uzanmış beni bekliyordu.



Hal böyle olunca evde bayram geçirme planımı hayata geçirdim. Ailemi ve arkadaşlarımı aradım. Pislikler, bir araya toplanmışlar, bir de üstüne beni çekiştirmişler.. Neyse bayram akşamı Paşa'yı yine balkondan beni izlerken bulunca zaten evdeyim mantığıyla ertesi gün bir ziyarette bulunmaya karar verdim. Nasılsa bahanem hazırdı. Bayram kutlayacaktık. Yine bayram için hazırladığım irmik helvası ile düştüm üst katın yollarına... Amel ve Rhazwa nasılsa benim yüzsüzlüğümü hoş karşılıyorlardı. ^--^

Paşam beni yine kapıda karşıladı. Kıpır kıpırdı... Miyavlamalar, bacağıma sürtünmeler... Rhazwa'nın kızı Süreyya da vardı evde. San Francisco'dan bayramlaşmak için gelmiş. Ne güzel... Başta şaşırsa da Paşa'nın davranışlarına, Rhazwa Hanım hemen açıkladı durumu.

Hal hatır sorduk ama Paşa ilgi odağı olmak için yaratılmış sanırım. Hep sabote etti bizi. Kucağımdayken gözlüğümle oynadı, yanaklarıma patisiyle dokundu, çenemi ısırdı. Ancak o kadar sevgi doluydu ki onu görmezden gelmek mümkün değildi. Rhazwa Hanım "Paşa senin de kedin sayılır artık. İstersen şehir dışına çıktığımda sana bırakayım. Bakmak ister misin? " diye sordu. Ev arkadaşlarım onaylarsa hiçbir sorun olmayacağını belirttim.




Bana tatlı ve şeker ikram ettiler. O sırada biraz sohbet etme imkanı bulduk. Amel Hanım birkaç haftaya kadar ülkesine dönüyormuş. Rhazwa Hanım biraz buruktu bu yüzden... 20 senelik dostlukları varmış. Maşallah, Allah herkese böyle dostluklar nasip etsin dedim kendi kendime...

Paşa'nın güzel güzel resimlerini çekeyim diyordum ama kıpır kıpır bu veled, iki saniye hareketsiz yakalamak imkansızdı. Rhazwa Hanım video çekmemi istedi. Benim de işime geldi. Ben, Paşa'yı daha çok "Canım!", Rhazwa Hanım ise "Zuzu!" şeklinde seviyoruz. O nedenle garibim hayvan bayağı bir isim karmaşası yaşadı misafirliğim boyunca...

Umarım sizlerin bayramı çok güzel geçmiştir. İnsan eğer isterse dünyanın herhangi bir yerinde, sevgisini verecek ve kendini sevdirecek birilerini buluyor. İster insan, ister hayvan olsun...


 

 

6 Ağustos 2013 Salı

Uluslararası İlişkiler VII - Amerika'da Komşuluk İlişkileri



"Amerika'ya gelmiş kaç Türk öğrenciye hiç tanımadığı komşusu tarafından yemek verilir?"

Bu yazıda Peri'nin kedi manyaklığının ona neler yaptırabileceğine şahit olacaksınız. O nedenle okuyacaklarınıza şimdiden hazırlıklı olun. Arkanıza yaslanın.

Komşuluk ilişkilerini çok önemseyen bir anne tarafından yetiştirildim. Atalarımızın söylediği "Ev alma, komşu al..." sözünü ilke edinmiş anneciğim "Allah korusun evinde başına bir şey gelse sana ilk koşacak olan kişi kapı komşun olur." derdi. Bu nedenle küçüklüğümden beri sürekli misafirliğe gidip geldiğimiz teyzeler, bir sorun olduğunda çekinmeden kapısını çalacağımız bir sürü ev vardı. Nitekim apartman kültürü de bu geleneği bozamadı. Taşındığımız her apartmanda mutlaka bir-iki samimi komşumuz olmuştur. Hala da öyle... Özellikle üniversitedeyken 4 sene yalnız yaşadığım dönemde komşularımın çok yardımını gördüm, o nedenle annemim ilkesini devam ettirmek için ben de zaman zaman çaba göstermişimdir.

Amerika'ya geleli bir seneyi aştı. Bu süre zarfında komşudan ziyade ev arkadaşlarım için umarım anlaşabileceğim insanlardır temennisinde bulundum. Çünkü Amerika'da komşuluk gibi bir kültürün olmadığının farkındayım. Üstelik seri katilleri ile ünlü bir ülkede insanların komşularını pek önemsememesini, hatta zaman zaman korkmasını anlayabiliyorum. Bunlar elbette haklı gerekçeler ama görgüsüzlükle ikisini ayırmak gerekir diye de düşünmüyor değilim.

Mesela insan en azından asansörde gördüğü kişiye bir merhaba, iyi günler falan der. Hiç olmadı giriş kapısından girdiği zaman bir adım arkasından gelen, eli kolu dolu insan için kapıyı açık tutabilir. İki elimde kitap dolu olduğu halde kapının kaç kere yüzüme çarpıldığını, asansör kapısının umarsızca kapatıldığını bilirim. Eh yani hiç mi kibarlık görmedin be hayvan! Üstelik bunu yapanlar Amerikalılar da değil. Kaldığım apartman kampüse 15 dakika mesafede olduğu için oturanların çoğu öğrenci ve bu öğrencilerin de büyük çoğunluğu Asyalı... Karşılaştığım gariplikler bu kadarla da sınırlı değil...




Üstteki resimde gördüğünüz güya barikatı bizim yan kapı komşumuz aile, biz eve yerleştikten bir-iki ay kadar sonra koydu oraya. Hayır, gerçekten amaçları özel hayatlarını korumaksa pek bir işe yaradığını söyleyemeyeceğim. Çünkü evin içerisi hala sinema gibi, izlemek isteyene gayet seyretmelik...  
 
Neyse bu sevimli komşularımız Güney Koreli olup bir kız, bir erkek sahibi bir çekirdek aile... Gel gelelim gürültüleri biz öğrenci evinden fazla olur. Akşam kore barbeküsü eşliğinde misafirleri haftanın en az 2-3 günü eksik olmaz. Kızlarının çalmaya uğraştığı ama beceremediği, hep aynı melodiyi döndürüp durduğu kemandan bahsetmiyorum bile. Ancak haksızlık olmasın 11-12 dedin mi ayakta bulamazsınız bunları. En büyük avantajımız bu zaten. Gece gürültüleri hiç olmuyor nazar değmesin.



Gel gelelim güzelliklerle de karşılaşmadım değil. Güzel ülkemden buraya döndüğümde, beni üst katta çok güzel bir sürprizin beklediğinin farkında değildim. Daha önceleri bizim gibi birkaç öğrenciye ev sahipliği yapan daireyi bir aile tutmuş. Balkonda keyif yaptığım bir akşam yukarıdan beni gözetleyen bu sevimli afacanla karşılaştım. O yukarıdan mazlum mazlum beni izliyor ama ben nasıl mutluyum, nasıl mutlu... Allah'ım, Sarı ve Tekcan'dan sonra kedi alamadım, zaten burada kedi-köpek de sevemiyorum diye kuduruyordum. Üst kattaki bu sevimli yaramaz tüm beklentilerime değdi.

Gel zaman git zaman bu şekilde bakışmalarımız devam etti. Kıpırdamadan, sessizce dakikalar boyunca beni izlemesine dayanamadım, kararımı verdim. Ne yapıp edip o kediciği mıncıklayacaktım. Tabi önce ailesiyle tanışmam gerekiyordu ki asıl sorun oydu. Kediciğin bana dayanamacağını biliyordum. (Evet, beni sevmeyen kediye raslamadım daha önce... ^_^)   


 
 
Kafama taktım, üst kattakilerle ne yapıp edip tanışmam lazım ama nazik bir yöntem bulmak için çabalıyorum. Hani birisi balkondan falan baksa direk tanışacağım ama yoki kimse grünmüyor ortada. Adamların kapısını direk çalıp "Kedinizi sevmeye geldim." diyemem ki? Bu hem çok kaba olurdu hem de Amerika gibi bir ülkedeyiz. "Deli mi lan bu?" şeklinde polisi arama ihtimalleri de mevcut yani. Sonra gazetelere manşet olurdum "Türk Kızı Komşunun Evini Bastı" diye... Tabi saksıyı biraz çalıştırınca çok güzel bir yol bulmam zor olmadı. 
 
Malum mübarek ramazan ayındayız. Üst kattaki ailenin Arapça konuştuklarını duymuş, iftar ve sahur saatlerinde gürültülerin arttığını fark edince belki oruç tutuyorlardır düşüncesine kapılmıştım. Yanılmamışım. Elbette ki annemden gelen genetik özellik ve biraz da becerikliliğim sayesinde tatilde İzmir'de yediğim Şambali'nin tarifini alıp evde hazırladım. Neyse ki ilk denemeye göre fena değildi. Türk ev arkadaşım tatlıyı "Efsane! ", beni de"Los Angeles'ta tatlı da yaptı. Manyak! " şeklinde tanımlasa da planım yolunda gidiyordu.
 
Ertesi gün elimde bir tabak tatlıyla iftar saatine yakın üst katın yolunu tuttum ama tüm cesaretimi topladım. Kapının suratıma çarpılmasını bile bekliyorum o kadar yani... "Aman!" dedim sonra da kendi kendime, o kadar da ayı değillerdir herhalde. Zaten Arapça konuşuyorlarsa büyük ihtimalle Türk hayranlıkları da vardır diye düşündüm. Çünkü dizilerimiz sağ olsun, burada tanıştığım ne kadar Arapça konuşan insan varsa -ülkeleri önemli değil- bana çok iyi davrandılar. Diyorum ya size Beren Saat muamelesi görüyorsunuz diye, ona da güvendim biraz.
 

 

İlk önce kapı biraz çekingence açılsa da bayan, üstelik yalnız olduğumu fark edince rahatladı içerideki iki hanım. Kendimi tanıtıp, alt kat komşuları olduğumu, tatlı yaptığımı ve Ramazan ayında olduğumuz için onlara da getirdiğimi söyledim. Yüzlerindeki ifadeyi görmeliydiniz. İnanamamazlık, şaşırma, kuşku gülümseme ile karıştı. Biraz çekingence elimdeki tabağı aldılar ve nereli olduğumu sordular hemen. Türk olduğumu öğrenince yüzlerindeki tüm kuşku yerini samimiyete bıraktı. İşte o an yaptığımın doğru bir şey olduğuna karar verdim.

Tatlıyı neden yaptığımı ve onlara getirdiğimi merak ediyorlardı, zaten o sırada da bizim afacan kedi meraklanıp kapıya gelmişti. Ben dayanamayıp hemen cevapladım. "Sizin kediciğinizle biz uzun zamandır balkon muhabbeti yapıyoruz. " diye... "Ben de sizinle tanışmak istedim. Annem bu ayda evde tatlı yaptığında komşularına da verir. Tanışmak için iyi bir fırsattı..." şeklinde cevapladım. O kadar memnun oldular ki anlatamam. Sadece gözlerinin içine baktığınızda bunu anlayabilirdiniz.

Yakışıklımın ismi Paşa'ymış. Bakmayın siz tüylerinin gri olmasına Ankara kedisi kökeni varmış Paşa'nın... Benim köylü yani... Tüyleri sıradan tekirlere göre daha uzun ve gür ve kuyruğu da normal kedilerinkine oranla daha uzundu. Hanımlardan birisi "Paşa, Türkiye'den geldi, o nedenle Türk ismi koyduk. " dedi. Paşa önce biraz uzak durup sadece ellerimi koklasa da, sesime de aşina olmasından ötürü hemen yaklaşıp, oyunlara başladı yaramaz. Hatta paspasın önüne oturup, gözlerini dikmiş şekilde benim konuşmamı dinledi.




Üst kat komşum tahmin ettiğim gibi bir aileymiş. İki arkadaş ve oğulları kalıyormuş. Bayanların birinin adı Rhazwa, diğerinin ise Amel'di. (Yazılışlarının doğru olduğundan emin değilim. ) Lübnanlılarmış. Amel daha 1 ay kadar önce İstanbul'daymış tatil için. İngilizceleri mükemmel olmamakla birlikte gayet iyiydi. Beni içeri davet ettiler ama daha ilk tanışmamız olduğu için kabul etmedim. Üstelik iftar saatinde insanları daha fazla rahatsız etmek istemiyordum. Ayak üstü kapı önü sohbeti yaptık. Bana neden burada olduğumu, kimlerle yaşadığımı, ne kadar kalacağımı -işte bildik sorular- sordular.

Paşa'ya veda etmek istemesem de ayrılık vakti gelmişti. Bu iki hoş hanımefendi bana üstteki kaplardaki tatlıyı ve yemeği verdiler. Her ne kadar bunun gerekli olmadığını, yemek yapabildiğimi söylesem de kabul etmediler. Eve elimde bu iki kap yiyecekle geldiğimde ev arkadaşımın gözleri kocaman açılmış "İnanamıyorum. Nasıl yani? " şeklinde bir tepki vermişti. Dedim bu Peri'nin sırrı... Afiyet olsun sana.




Üst kat komşularımı o günden sonra bir kez daha ziyaret ettim. Bu sefer tabaklarını iade etmek için... Beni bir gün yemeğe davet edeceklerini söylediler. Paşa bu kez direk gelip benimle oyunlar oynadı. Kucağımdan ayrılmak istemedi yaramaz... Amel ve Rhazwa bana "Senin sesini tanıyor. Eğer duyarsa hemen pencerenin önünde alıyor soluğu." dediler. Dedim aynı köylüyüz, kan kanı çekiyor ne de olsa... ^_^

Paşa'yla aşkımız son hız devam ediyor. Ben evin içinde konuşurken ya da kahkahamı duyduğunda miyavlayarak benim balkona çıkmamı istiyor. Gerçekten bunu yapıyor. Ben balkona çıktığımda ise her zamanki yerini almış beni izlerken buluyorum onu... Kapanışı da onun gölgesiyle yapmak istedim.

Ne yalan yazayım bu yazıma gelecek tepkileri çok merak ediyorum. Çünkü güzel ülkemde artık bu kültür de yavaş yavaş unutuluyor. İnsanlar yan dairede oturanların kim olduğunu değil, yüzlerini bile bilmiyor. Hatta öğrenmeye korkuyorlar. Bazen hak veriyorum onlara ama benim  yine de umudum var. kötülük var diye, iyiliği de göremeyecek miyiz yani...

Amerika'daki ilk komşuluk deneyimim böyle çok güzel bir şekilde sonuçlandı. Tabi, ben bir risk aldım ve sonucu olumlu oldu. Her zaman böyle olacak şeklinde bir kesinlik veremiyorsunuz. Dünyanın neresinde olursanız olun umarım sizin de güvenilir, kapısını çalacağınız komşularınız olur.

 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...