Harry Potter evreni ise bundan en fazla nasibini alanlardandır. Draco ve Herm sevgili olabilirler, Ron Pansy'e asılabilir ya da Harry azılı düşmanıyla dost olmuştur gibi... En zorlarından biri ise namı diğer Karanlık Lord Voldemort'u aşık edebilmektir.
HP ile ilgili birkaç hikayem olmuştu. Burada da daha önce yayınladım. Tom/Hermione çifti ise benim doruk noktamdı sanırım. Hikayeyi uzun soluklu düşünmüştüm ancak okul, sonra iş dünyası falan uzadı gitti. Ancak unutulup gitmesindense en azından blogumda bir bölümünü vermek istedim. Eğer Hortkuluk Avcisi ve geçen sene kapatılan Harry Potter Cafe'de üyeliğiniz varsa mutlaka görmüşsünüzdür. Keyifli okumalar... (Afişi hazırlayan MisSGuard'a sonsuz teşekkürlerle...)
KAYIP ZAMAN
1. Bölüm: Ulaşılamayan Esir
Kara saçları saçak saçak, gözleri az önce bir ruh emici görmüş gibi yerinden uğramış ama korkudan daha çok yemini almış olan bir hayvanın açlığını ve memnuniyetini taşıyan kadın taş duvarlar boyunca ilerledi. Efendisi az ileride her zaman kurulduğu şöminenin önündeki koltuğunda büyük bir azametle oturuyordu. Beyaz yüzünde hiçbir ifade, hiçbir duygu belirtisi yoktu. Onda yaşıyor belirtisi gösterdiği düşünülen tek şey bir yılanın yarık şeklindeki burnundan aldığı kesik kesik nefeslerdi. Kırmızı gözleri önündeki ateşin de etkisiyle iyice kan rengini almış ama yüzü yaşama belirtisini gibi kireç gibi iyice beyazlamıştı. Yanındaki bu dünyada adamlarından daha çok değer verdiği yılanı büyük bir azametle tıpkı az önce içeri giren cadı gibi önüne konan yemekten memnun sahibine aynı memnuniyeti göstermeye çalışıyordu.
Bellatrix Lestrange, savaşın önde gelenlerinden bugüne kadar birçok cinayet işlemiş, hala devam etmek için de elinde ne varsa vermeye hazır olan o ölüm yiyen gözlerindeki açlıkla efendisinin önünde neredeyse yere değecek bir şekilde diz çöktü. Karanlık Lord şöminenin her zaman üzerinde her zaman adamlarını izlediği o aynadan bakmaya bile cüret etmemişti. O da ne yaparsa yapsın ne kadar kendisine bağlı olursa olsun adamlarından biriydi ve öyle olmaya devam edecekti.
Lord Voldemort artık ne haberinin geleceğinden emin kan kırmızısı gözlerini kısarak karşısındaki aynadan kadına dikti. Bella efendisinin bakışlarının üzerine toplanmasından memnun pörtlek olan gözlerini büyük bir sevinçle iyice açmıştı.
—Görünüşe bakılırsa bana iyi haberlerin var Bella
Bellatrix Lestrange adının efendisi tarafından bu şekilde telaffuzundan memnun iyice gevşemişti. Şimdi vereceği haber değil efendisinin tepkisi ve ona ne şekilde bir ödül sunacağı daha önemliydi.
—Efendim emrettiğiniz üzere baskınlarımızı yaptık. Casuslarımızın verdiği bilgiler doğrultusunda-
“Sonuç Bellatrix” dedi Voldemort birden en sadık ölüm yiyeninin sözünü ağzına tıkarak. Bunun üzerine kara saçlı kadın gözleri hayal kırıklığı, biraz da az önceki yaptığı hatanın pişmanlığıyla dolu olarak efendisine dönerek konuşmaya devam etti:
—Efendim istediğiniz adamları yakaladık. Şimdi aşağıdaki zindanda sorgulanmak için emrinizi bekliyorlar.
“Güzel!” dedi. Lord Voldemort yüzünde ancak bir canavarın taşıyabileceği bir ifadeyle Bella’yı süzdü. Genç kadın efendisini mutlu etmenin sarhoşluğunu yaşadığı şu anlarda söyleyecek kelime bulamamıştı. Sadece yüzünde canilik ve zaferin verdiği o ifadeyle ödülünü bekliyordu.
—Aferin Bella İyi iş çıkardın Bu nedenle onlarla ilgilenme görevini, sana veriyorum. Ödülünün tadını çıkar.
Belatrixt Lestrange yeminden aldığı paydan memnun ancak hala hiçbir şey söylemeden efendisine bakıyordu. Karanlık Lord onun bu halinden bir şeylerin olduğunu çoktan anlamıştı.
“Yoksa ödülünden memnun değil misin Bella?” dediğinde genç cadı büyük bir özür mırıldanarak yere kadar tekrar eğildi.
—Üzgünüm efendimiz. Küstahlığım için beni affedin. Ben- Sadece- Size vermek istediğim başka bir haber vardı. En önemlisi.
Karanlık Lord karşısındaki kadının her halinden yaptığından pişman olduğunu ancak buna rağmen onda hissettiği bir şeylerin aslında onu ne kadar memnun edeceğini anlamıştı. Bu kadar önemli olan haber neydi?
—Konuş Bella Ancak çabuk ol. Bu her neyse daha fazla vakit kaybetmek istemiyorum.
“Tekrar özür dilerim efendimiz.” dedi genç cadı. “Onu, Bulanık’ı yakaladık.” dedi belli belirsiz bir sevinç nidasını zorlukla bastırmaya çalışırken.
—Efendim baskın yaptığımız yerlerden birinde tesadüfen bulunuyormuş bilgi almak için. Potter’ın en yakın arkadaşı artık elimizde efendim.
Genç cadı verdiğin haberin sarhoşluğuyla patlat gözlerini dikip artık efendisinin vereceği tepki için bekliyordu. Ancak buna rağmen hiçbir şey olmadı. Lord Voldemort, Karanlık Lord beklediği hiçbir şeyi yapmamıştı. Ne elindeki lokmanın büyüklüğü için bir sevinç hareketinde bulunmuş ne de başarısı için Bella’yı tebrik etmişti. Sadece, sadece koltuğunda oturmuş sanki çok sıradan bir haber almış gibi yılanının başını okşuyor karşısında harıl harıl yanan ateşi izliyordu.
Bellatrix Lestrange bunun karşısında neye uğradığını şaşırmış sadece efendisinin hiçbir ifade barındırmadığı yüzüne odaklanmıştı. Kimse hiç kimse Karanlık Lord’un ne yapacağını kestiremezdi ama Bella onu, bunca yıl emrinde çalıştığı efendisini biraz olsun tanıyorsa bu hiç de iyi şeylerin olmadığına bir işaretti. “ Efendim” dedi tekrar.
—Bırakın onunla ben ilgileneyim.
Bunun üzerine Karanlık Lord bu dünyayı karıştırmayı başaran tek kişi o heybetiyle ayağa kalktı. Ateşin karşısında şimdi daha da azametli görünüyordu. Yılanı Nagini bile bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Bella gelecek tepkiyi beklerken elini yavaşça kalbine koydu. Efendisi ne derse yapmaya hazırdı. Ancak ne yazık ki alacağı tepki hiç de onun beklediği gibi değildi.
— Onunla bizzat ben ilgileneceğim Bella. Gidebilirsin.
*--*--*--*--*--*--*--*--*--*--*--*--*--*--*
Bileklerine dolanan zincirlerin verdiği acı artık dayanılmaz bir hal almıştı. Kaç saattir bu şekilde asılı olduğunu bile bilmiyordu. Gerisinde bulunan taş duvar artık soğukluğunu sanki içine işlemişti. Çenesindeki derin kesikten süzülen kan artık kurumuş boynunda ve cüppesinin önünde bir kırmızlık bırakmıştı sadece. Ancak ne önemi vardı ki. Buraya gelene kadar ki yaşadıkları yaşayacakları yanında hiçbir şeydi.
Hermione Granger… Savaşın kilit isimlerinden birisi, Sağ Kalan Çocuğun en yakın dostu, Muggle’ların temsilcisi, düşmanlarının tabiriyle o değerli Bulanık artık bir tutsaktı. Bu günün bir gün geleceğini biliyordu. Eğer bir savaşın içindeyseniz ve bir taraf tutmanız gerekiyorsa ölmeyi, öldürmeyi, tutsak olmayı, işkence görmeyi çoktan kabullenmiş olmanız gerekirdi. İnsan kabullenmese bile ne olurdu ki? Sonuçta eğer gerçekten bir savaş varsa bunlar zaten gelip sizi bulacaktı. Kaçmanın ne anlamı vardı ki? Bazı şeyleri daha da geciktirmenin tek faydası alacağı nefes sayısını artırmak olacaktı belki de artık yaşanacak bir hali kalmamış bu dünyada.
Bilgi almak için gönderildiği son görevde esir alınmıştı tıpkı diğerleri gibi. Ölüm yiyenlerin sayıları o kadar fazlaydı ki elinden geleni yapmasına rağmen başarılı olamamış sonunda o da diğerleri gibi bu zindanların dibini boylamıştı. Ölüm yiyenler sadece en önemlileri yanlarına almış, geride kim kaldıysa hepsini öldürmüşlerdi. Zafer nidaları hala kulaklarında çınlıyordu. Baskının başarılı olması şöyle dursun ellerinde hiç beklemedikleri büyük bir balık vardı artık. Üstelik bu balık Hermione Granger’sa en az Potter kadar ilgi göreceğinden emindi.
Soğuk, karanlık, taş zindanın göremediği demirden kapısı büyük bir gürültü çıkararak açıldı. Ayak seslerine bakılırsa birden fazla kişi içeri giriyordu. Kim gelebilirdi ki onun için. Lestrange, Malfoy ya da belki Snape… Lütfen Greyback olmasın diye geçirdi içinden. Herkese katlanabilirdi, dayanabilirdi ama Greyback ona lanet atmanın yanında en acınası hayvana bile yapılamayacak çok daha başka şeyler yapacaktı. Buna adı gibi emindi.
Zindanın kapısı ardında büyük bir gürültü bırakarak tekrar kapandı. Bu sefer sadece bir kişinin adım sesleri duyuluyordu karanlık zindanda. Genç kız yavaşça göz kapaklarının biraz daha aralayarak etrafına bakınmaya başladı. Gelen kişi her kimse ona adımlarıyla yaklaştıkça duvarlardaki sönük meşaleler de teker teker yanıyor onun yoluna ışık tutuyordu. Genç kız başından aldığı darbenin verdiği etkiyle az buz olan görme yetisiyle gözlerini iyice kıstı. İçeriye giren her kimse ne onun bu haline gülmüş ne de dalga geçecek bir şey söylemişti. İşte bu onun daha da ürkmesine neden olmuştu. Bu hiç de Ölüm yiyenlerin yapabileceği türden bir davranış değildi. Gelen kişinin kimliğini aklından silmek için uğraştı durdu. O olamazdı değil mi?
—Çok haklısın Bulanık. Evet benim…
Genç kız kanı donarak bileklerini kesen zincirlere rağmen soğuk taş duvara biraz daha yaslandı. O Karanlık Lord’du. Nasıl oluyordu da Bir Bulanık’a işkence yapmak için bizzat kendisi geliyordu.
—Kendini o kadar küçümseme Bulanık Belki damarlarında pis kan aksa da sen buna rağmen onlar için çok büyük işler başardın ve ben her kim olursa olsun ona hak ettiğini veren bir Lordum.
Hermione Granger hiç bu kadar korkmuş muydu hayatında bilmiyordu. Savaştığı onca yıl, düşmanlarıyla karşılaştığı onca zaman hiç bu kadar çaresiz hissetmiş miydi kendini hatırlamıyordu. Sanki biri beynini parçalar halde içine giriyordu. Bir şeyler arıyordu. Ne olduğunu biliyordu ancak sesini çıkarmadı. Bu belki de canının daha da yanmasına neden olacaktı. O ne Lestrange dı ne de Malfoy. Artık Greyback’in gelmesi için neler vermezdi. O en azından avıyla oynar, onu parçalar işi bitince de bir köşeye fırlatırdı. Ama karşısında duran Karanlık Lord’du ve onun ne yapacağı asla kestirilemezdi.
—Doğru düşünüyordun Bulanık Beni belki de Ölüm yiyenlerimden de iyi tanıyorsun. Ve bu hiç hoşuma gitmiyor. Dahası ben eğer kızarsam kötü şeyler yaparım Bulanık Biliyorsun değil mi?
Hermione ne yazık ki bunu geçmişte ki birçok deneyimden çok iyi öğrenmişti. Ne yapması gerekiyordu. İşte bunu bilmiyordu. Bakışlarını son bir gayretle toplayıp tam karşısında dikilen Lord’a yöneltti. Kırmızı gözler kan kırmızısı gözler büyük bir katliamın izlerini taşıyordu sanki. Bunca yıl onun yüzünden ölen, öldürülen insanların kanıyla doluydu.
Karanlık Lord yüzüne çarpan bakışlarla bir an öylece kaldı. Bu Bulanık ne yapmaya çalışıyordu. Bakışlarındaki ifade sadece korkuyu değil birçok duyguyu da beraberinde taşıyordu. Gözler kahverengi, hurma gözler aynıydı. Yüz aynı yüzdü her bir çizgisine kadar. Sanki son kez dün görmüştü. Sanki üzerinden hiç zaman geçmemişti. Ancak değişen bir şeyler vardı o ifadede. Her zaman kendisine büyük bir sevgiyle bakan o gözler artık kin, nefret, öfke doluydu. Ancak Karanlık Lord dünyanın önünde diz çökmeye hazır olduğu Lord Voldemort ona kızamıyordu bile. Ne yazık ki bu genç kız ona ne yaparsa yapsın çoktan hak etmişti.
—Görüşmeyeli uzun zaman oldu değil mi Bulanık?
“Hem de çok uzun” diye geçirdi Karanlık Lord içinden. Uzun, çok uzun zaman olmuştu görüşmeyeli. Tam olarak ne kadar olduğunu kendisi bile unutmuştu yıllardır süren bu savaşın karmaşanın içinde. Tek bildiği artık amacına ulaştığıydı. Ama ne için, kimin için. Her şeyi bilen Karanlık Lord işte bu soruya bir cevap veremiyordu.
Hemione durup bir an kafasının içinde dönüp duran onca düşünce fırtınasına karşı ortada neyin dönüp durduğuna bir anlam vermeye çalışıyordu. O Karanlık Lord’du değil mi? Ama zindana gireli hiçbir şey yapmamıştı. Tek söylediği bugüne kadar karşılaştığı tüm Ölüm Yiyenlerin yüzüne tükürürcesine haykırdığı Bulanık’tan başka bir şey değildi. O da artık Hermione’nin üstüne yapışmış, bu dünyada var olmaması gerektiğini aslında vurgularcasına her söylediklerinde artık umursamadığı bir söz haline gelmişti.
“Bunu yapma” diye iç geçirdi Voldemort. Kendisi ya da ölüm yiyenleri değil ama bu genç kızın kendi kendini aşağılamasına asla tahammül demezdi. O başına ne gelirse gelsin her zaman yüzünü yerden kaldırmaktan çekinmemiş, en zor anlarında söyleyeceği sözleri hiçbir zaman yutmamıştı. Neden bir kerede onu dinlemiyordu. Neden hep kafasının dikine gidiyordu. Lord Voldemort elinde olmadan gülümsedi. Yırtık bir yarık şeklindeki ağzı kıvrılmış, burun delikleri küçülmüştü. Zaten ona olan zaafı da bu yüzden değil miydi? Bu kadar çaresizken bu kadar güçlü durması ayakta kalabilmesi…
Daha fazla ona acı çektirmeyecekti. Asasını sessiz bir büyüyle çağırıp ona doğrulttu. Genç kız gözlerinde başına gelecekleri bilen insanların sahip olduğu o güçlü çenesini dikleştirdi ve son kez Lord’un gözlerine baktı. Ve her şey sona erdi…
Lord Voldemort hareketsiz bedeni zincirlerden kurtarıp yavaş ama dikkatli bir şekilde taş zemine bıraktı. Gür, her zaman sanki dağınık kalmak için büyük bir çaba harcanmış kahverengi gümrah saçlar yere saçılmış, uzun, çok uzun zamandır bakmayı beklediği o gözler kapanmıştı. Aynı gözler, aynı saçlar, aynı yüz, aynı koku… Ancak değişen bir şeyler vardı. Hissedilen duygular belki de hiçbir zaman geriye dönmeyecekti.
Voldemort bir elini genç kıza doğru uzattığında gerçek büyük bir tokat olarak yüzüne bir kez daha çarptı. O Lord Voldemort’tu. Karanlık Lord… Bütün bu kaosun nedeni… Genç kızın ne yapmasını bekliyordu ki? O en yakın arkadaşının düşmanıydı. Yıllardır onu ve yakınında kim varsa öldürmeye çalışmıştı ve genç kız da onlardan sadece biriydi. Üstelik en yakın arkadaşı olma sıfatıyla Potter için hayati önem taşıyordu. Bir süre eli havada genç kıza baktı. O hiç değişmemişti. Ama o artık Voldemort’tu. O artık bir zamanlar Hermione’nin sevgilisi olan yakışıklı Tom’dan çok uzaktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder