15 Temmuz 2011 Cuma

Bir Twilight Fanfiction: Jasper/Angela

Daha önceden blogumda fanfiction ile ilgili genel bir bilgi vermiştim. Bir zamanlar ben de kalemim el verdiği ölçüde bir şeyler karalardım. Alacakaranlık serisinn hayranı falan değilim ancak kitapta beni çok etkileyen iki karakter var. Birisi Cullen Ailesi'nin en karanlık vampiri Jasper, diğeri ise Bella'nın insan arkadaşı Angela...

Ne yazık ki ben kitaplarda onlar hakkında yeterli bilgi olduğunu düşünmüyorum. Kendi çapımda onlar hakkında hikayeler uydurdum. Eğer burada beğenilirse başka hikayelerimi de yayınlamak isterim. Ne yazık ki Türkiye'de Twilight çiftlerine yönelik hikayeler yok denecek kadar az. Ben bütün forumlarda Edward/Bella çiftinin farklı versiyonlarını gördüm. Karakterler Meyer'e aittir. Bu yazılardan herhangi kişisel çıkarım yoktur. Keyifli okumalar...




İçimdeki Şeytan


Soğuk elimi yavaşça puslu cama yasladım.

Serin… Yağışlı… Kapalı bir hava…

Forks için beklenmedik bir gün değildi… Benim için de…

Beklenmedik olan bugün ekstra Biyoloji dersi konmuş olmasıydı.

Beklenmedik olan bir anda Bay Banner’ın kan grubu testi yapacağı gün olarak bu günü seçmiş olmasıydı.

Beklenmedik olan, daha da kötüsü Alice ve Edward’ın bir anda birlikte ava çıkmaya karar vermiş olmasıydı.

Beklenmedik olan okula gelen şu yeni kızın kardeşimi bayağı rahatsız etmiş olmasıydı.

Her şeyin nedeni olması…

Sevgili kardeşim Edward’ın başı onun yüzünden büyük bir beladaydı. Küçük bir insan kızı… Tek ısırıklık bir hayat nasıl bu kadar önemli olabiliyordu? İşi bana bırakmaları yeterliydi. Onun için bu işi seve seve yapabilirdim.

Bütün bu nedenleri bırakıp etrafıma göz attım. Belki de çoğunu okumuş olabileceğim bir yığın kitabı barındıran uzun, geniş raflar beni meraklı gözlerden rahatlıkla saklayabilecek en uygun yerlerdendi.

Ne komik…

İnsanların bizden kaçması, saklanması gerekirken, biz onlardan kaçıyorduk.

Şimdi burada kütüphanenin bir köşesinde, kendimi bir deliğe hapsedilmiş fareler gibi hissediyordum.

Sanki vampir ailemde en tehlikeli olan ben değilmişim gibi…

Başımı çevirip tekrar pencereye dayadım. Daha birkaç saniye geçmeden orada yalnız olmadığımı anlamam fazla zamanımı almamıştı.

Birkaç adım sesi… Ardından gelen kısık sesle söylenmiş birkaç kelime…

“Hangi bölümdeydi bu? Off! ”

Bir kız sesiydi. Ardından birkaç adım daha… Sonra bir duraklama… Bir iç çekiş…

“Kesin buralarda bir yerde olmalı. ”

Ardından bir duraklama ve yüksek sesle bir hapşırma sesi…
 
Anlaşılan gelen her kimse hasta olmanın eşiğindeydi. Forks’ta gayet doğal bir durum… Yağmur, kapalı hava gibi…

Olduğum yerde kalarak davetsiz misafirin işini bitirip, beni fark etmeden bir an önce gitmesini diledim.

“Off! Nerede bu? ” dedi tekrar aynı ses…

Duygularının da tıpkı sesi gibi yükselmesi üzerine gelenin giderek yaklaştığını fark edebiliyordum. Sonunda benim bulunduğum iki raf arasına geldiğinde başka çaremin kalmadığını anlamıştım.

“Bir şey mi arıyorsun? ”

Davetsiz misafirimin olduğuna dönüp bakmadım bile. Ne gerek vardı? Onun şu an ne durumda olduğunu anlamam için gözlerimi illa ona yöneltmem gerekmiyordu.

Korku… Beklediğim bir duyguydu. Bizi gören herkesin bir şekilde hissettiği ama bunu başka duygularla örttüğü bir duygu… Ona bakmadığım halde ani bir reflekse bana döndüğünü anlamam kanın kokusunu getirmesi büyük bir işaretti.

Gelen her kimse korku damarlarından kanla birlikte akıp gidiyordu. Bedenimde bir alev gibi dolaştı. Bu bana pek yardımcı olmuyordu. Kokusunu bana daha çok ulaştırmaktan başka bir şey yapmıyordu. Kütüphanenin boğucu, iç karartan havasız ortamında bile… Ben küçük bir çocuktum ve o yasak olan ama istediğim bir oyuncak gibiydi sanki. Her hareketiyle onu istemem için bana bir neden daha veriyordu.

Ona birkaç nefeslik zaman verdim. Şu an ne tür bir tehlikeye kendi ayaklarıyla geldiğinin farkında bile değildi.

Bir şeytanın karşısında durduğunun…

Onun kanı için her şeyi yapabilecek bir şeytanın…

Sonunda düzensiz nefeslerinin arasından “Evet, bir kitap! ” diyebilmişti.

“O zaman en uygun yer burası sanırım. ” dedim hala dışarıyı izlemeye devam ederek.

“Ben de öyle düşünmüştüm. ” diye yanıtladı beni kız.

Elbette ne arıyorsa doğru yerdeydi.

 Yanlış olan benim orada bulunuyor olmamdı. Bir vampirin okul kütüphanesinde bulunacağı hangi korku filminde görülmüştü ki? Tabi bu genç kız için işler biraz değişiyordu.

Bu cevabımla beklemediğim şekilde duyguları değişti. Korkunun yerini giderek cesaret almaya başladı. Cesur bir insan… Üstelik bu durumda… Onu istemem için bir neden daha… İşleri zorlaştırmak yerine bana istediğim şeyi kendisi veriyordu.

Bu gelen cesur misafirim kim olduğunu görmek için yavaşça ona doğru döndüm. Önce bir çift ateş gibi parlayan iri kahverengi göz karşıladı beni. Ardından dikleşmiş bir çene, hafifçe sertleşmiş bir yüz… 

Karşımda benimle aynı dönemde olan Angela Weber’i görmem beni neden şaşırtmıştı ki? Bu sese sahip başka biri olmazdı.

Korku, cesaretin yanında yeni bir duygu alevlenmişti bir anda.

Heyecan…

Düşündüğüm gerçeği beynimin en uzak köşesine fırlatmaya çalıştım. O karşımda böyle dururken, ben de bu lanet özelliklere sahip bir psişikken yok saymanın imkânsız olduğunu bilerek…

“Bayağı korktun galiba? ”

“Biraz! ” diye yanıt verdi. Eğer onun birazla kast ettiği şey buysa çok korkmuş hali nasıl oluyordu? Buna bir cevap veremiyordum.

“Bu saatte kütüphanede birilerinin olmasını beklemiyordum. ” diye devam etti.

“Ama sen de buradasın. ” dedim. Her ne kadar burada bulunma sebebi benimkinden ne kadar farklı olursa olsun şu lanet yerde kapalı kalmıştık.

“Tıpkı senin gibi. ” diye yanıtladı beni.

Hiçbir zaman altta kalma gibi bir şeyi kabul etmiyordu anlaşılan.

Nefeslerinin düzenlendiğini hissedebiliyordum. Bu iyiydi. Eğer kalp atışları hızlanır ve kan damarlarında daha hızlı akmaya başlarsa bu onun için hiç de iyi bir durum olmazdı.
 
“Aradığın kitap hangi bölümde? ” diye sordum daha önce dilediğim ama gerçekleşmeyen aradığı şey her ne ise bir an önce bulup gitme fikrinin şu an gerçekleşmesini umarak. 

Bir an bana bakarak.

“Kitabın yeri B 45 C 789 olarak görünüyor. ” dedi elindeki Bayan Jackson’ın karaladığı belli olan kâğıda bakarak.

“Bu bölümde. ” diye söylendim. Ne şanstı benimkisi. İlla burada olması mı gerekiyordu. Yerimden kıpırdamadan bir an önce bulup gitmesini bekledim. Yoksa giden o değil her ihtimale karşı ben olacaktım.

Weber kızı en sonunda benim bulunduğum iki rafın arasına girdi. Tek tek raflarda bulunan kitapları inceleyerek yavaş yavaş pencere tarafına doğru yaklaşmaya başladı. Bir yandan da “Hayır bu da değil. ” gibi şeyler mırıldanmaktan da geri kalmıyordu.

En sonunda bana bir adım kala durakladı. Gözleri en üst raflardan birine odaklanmıştı. Nihayet aradığını bulmuş ve benim de dileğim gerçekleşmişti.

Weber kızı yaşıtlarına göre uzun olmasına rağmen oraya erişemeyeceğinin farkındaydım. Bir kere denedi. İki kere denedi. Olmadı. Parmak uçlarında yükselirken az daha düşüyordu. Sonunda bundan kurtuluş olmayacağını düşünüp yavaşça ayağa kalktım.

Benim hareketlenmemle o da duraksadı. Garip bir ifadeyle yüzüme bakıyordu. Boyumun getirdiği avantajla uzanıp tek bir hamlede kitabı olduğu yerden çıkarttım. Ona vermek yerine yavaşça önüne bıraktım. Yapacağım en ufak hareket hayatına mal olabilirdi.

Ve ben bunun olmasını istemiyordum.

Gidip tekrardan köşeme oturdum. Artık yalnız kalmamak için hiçbir nedenim yoktu.

Ne yazık ki düşüncelerimde yanıldığımı anlamam, onun hala yerinde durduğunu anlamamla aynı saniye içinde gerçekleşti.

“Sen nasıl? ” dedi titreyen sesiyle.

“Sorun ne? ” dedim.

Bu kızın gitmeye niyeti yok muydu? Çok mu şey istiyordum?

 Bu okulda ya da daha düzgün bir ifadeyle bu kasabadaki herkes gibi Cullen’larla konuşma fırsatını hemen heba etmek istemiyordu.

“Bu kitap olduğunu nasıl bildin? ” dedi yeniden.

Nasıl bilmişim? Az önce yerini söyleyen sanki o değildi.

“Yerini söylemiştin. ” dedim. Bu iş giderek berbat bir hal alıyordu. Bugün huzuru bulmak o kadar mı zordu?

“Ama bu kitap başka bir yerde duruyordu. ” dedi ve bir elindeki kitaba bir de onu aldığım rafa baktı.

“Benim baktığım raftaki kitap çok farklı bir kitapmış. ” diye söylendi.

Elindeki kâğıda bakmamın bedelini çok iyi ödüyordum. Bir yalan söylemenin zamanı çoktan gelmiş geçiyordu.

“Çünkü o kitabı az önce ben incelemiştim. ”  dedim. Bu umarım onun için yeterli bir cevap olurdu.

Gözlerime baktı. Daha önce hiçbir insanın bu şekilde gözlerini dikip bana baktığını hatırlamıyordum. Genelde bunu yapacak kadar ömürleri olmuyordu.

İçimdeki şeytan…

Onu durdurabilmenin bir yolunu bulmuş muydum? Bulabilir miydim? Yoksa sadece öyle olduğunu mu sanıyordum. Kendinizden, içinizdeki artık hiç ayrılmayacak bir canavardan nasıl kaçabilirdiniz?

Hayır… Kaçacak yer yoktu… Bir yere gidemezdim… O, hep benimleydi…

 Ben kendi kendimle savaşırken Weber kızı hala dönmüş bana bakıyordu. Bu, kireç yüzlü, altın sarısı gözleri olan garip görünüşlü canavara karşı hissettikleri hiç de hoş değildi. Benden korkup kaçmasını, çığlıklar atarak koşarak gitmesini beklerdim. Ancak o, bunu yapacakmış gibi görünmüyordu. Ben kendimden kaçamazdım belki ama o, belki başarabilirdi.

Sonunda onun ne yapacağını boş verip, önüne geçerek olabildiğince sakin adımlarla iki rafın arasından yürümeye başladım.

“Teşekkür ederim. ”

Arkamdan gelen sesle durakladım. Ancak dönüp bakmak pekiyi bir fikir gibi gelmiyordu. Sadece “Ne için? ” diyebildim. Benim bile sınırlarım vardı.

“Kitap için! ”

“Önemli değil. ” diyerek aynı adımlarla rafların arasından kapıya doğru yöneldim. Bu teşekkürü kitap için değil, hayatını bağışladığım için ettiğini var sayarak…

10 yorum:

  1. Merhaba pastel sayfasında blog lınkınızı gordum ve ordanda buraya geldım ve sonra u yazıyı gördüm :) Alacakaranlık yeni ay tutulma şafak vakti ve edward ın agzındna yazılmış geceyarısı gunesını okudugum ıcın bu yazıınız ilgimi çekti ben en bastakı giriş kısmını okumadan hıkayeye gectım ve okurken aklımdan sunalr gecıyordu Allah ım ynı bir kitap çıkmıs ve haberım yok :) gercekten yenşi çıkmış bir kitaptan alıntı sandım ama cıksa duyardım ya acaba okudumda hatırlamıyomuyum acaba dedim ama hayır weberle jasper arasında gecen bısey yoktu kitapta :) ben cok begendım yazınızı gercektende tüm karakterler ıcın ayrıntılı bı aıklama yok ki jackob ı bile açıklamayı bşi diğer kıtaba bırakmıslardı neyse çok tesekkurler keyif aldım okurken :)

    ayrıca yorum kutusuyla alakalı bı sıkıntı var denememe ragmen gırıs yaarak goınderemedım yorumu bi incelersenız ıyı olur

    YanıtlaSil
  2. Yorumunuzdan anladığım kadarıyla fanfiction hakkında pek bir bilginiz yok. Ancak bu öyle bir dünya ki girdiğin zaman çıkamıyorsun. Biz kitapların, dizi ya da filmlerin beğenmediğimiz ya da değiştirmek istediğimiz kısımlarını kendi bakış açımızdan yazıyoruz. Bu da özgür bir dünyamız olduğunu gösteriyor. Meyer'in bu serisi öyle ahım şahım bir kitap serisi değil ama benim de beğendiğim kızımları vardı. Sadece belirtmek istedim.

    YanıtlaSil
  3. eee.. pericim.. devamı yok mu?? merakla bekliyoruz canım.. bu arada çok güzel yazdıkların :))

    YanıtlaSil
  4. Teşekkürler... :)

    Ben bu hikayeyi aslında tek bölümlük olarak yazmıştım ancak sonra uzun soluklu bir hikaye olarak değiştirdim. Ne yazık ki tamamlayamadım. İstersen bir adet Jasper/Angela ficim daha mevcut. Onu okuyabilirsin.

    YanıtlaSil
  5. Elbette ki blogumda... Linkini aşağıda veriyorum. Keyifli okumalar...

    http://perikanali.blogspot.com/2010/11/o-sevgili-sensin-jasper.html

    YanıtlaSil
  6. :)) görmemişim cnm :)) teşekkürler..

    YanıtlaSil
  7. yazdığını bilmiyordum yahu şok oldum :D

    YanıtlaSil
  8. Evet yazıyorum Mavicim. Twilight, Harry Potter v.s. İşin ehli olarak beğendin mi sen onu söyle bakim. :D

    YanıtlaSil
  9. çok güzelmiş özellikle sonu ''Bu teşekkürü kitap için değil, hayatını bağışladığım için ettiğini var sayarak… ''

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...