27 Mayıs 2012 Pazar

Hoşçakalın!



Siz bu yazıyı okurken ben muhtemelen ülkemden 11000 kilometrelik uzaklıkta bir yolculuğa çıkmış olacağım. Uzun zamandır aklımda, kalbimde olan bir ukteydi bu. Beni nelerin beklediğini, geleceğin benim için nelere gebe olduğunu bilmiyorum. Her şeyin iyi olacağını umut etmekten ve dua etmekten başka bir şey de gelmiyor elimden. 

Sizden tek isteğim var. Benim için bol bol dua edin olur mu? İyi dileklerinizi eksik etmeyin. Çok sevdiğim bir büyüğüm "Sen insanlar için ne düşünürsen Allah da sana aynısını verir." demişti. Allah'ım benim dualarımı sonunda gerçeğe dönüştürdü, inşallah sizinkileri de gerçekleştirir.  

Hoşçakalın...   

Resim: Alıntı

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Tekcan... Gitti...



Bu yazıyı yazalı aslında birkaç ay oldu ama elim bir türlü yayınlamaya gitmedi. Sanki blogumda yazarsam gerçekten ayrılacakmışım gibi hissettim kendimi. Ne saçma! Ev o gittiğinden beri o kadar boş ki...

Yaklaşık 1.5 yıl olmuştu Tekcan hayatımıza gireli... Hiç beklemediğimiz ve artık pek de istemediğimiz bir anda hem de... Öbür kedim Sarı'nın ölümünün üzüntüsünü bile daha atlatamamışken başka bir canlının daha sorumluluğunu almak istemiyordum. Ne ben ne de ailem...

Tekcan'ı, bir apartman köşesinde, sitemizde oturan Koreli bir kadını onu beslerken görmüş annem... O zamana kadar fark etmemiş olması zaten başlı başına muamma. Birçok insanın yanından geçerken dönüp bakmadığı kedi, köpek, kuş ne varsa ilk annem görür, annem kanat gerer. Kavgadan nefret eden, mülayim bir insan olmasına rağmen, sokakta bir hayvana eziyet edildiğini görse kıyameti koparır, rezil eder adamı. Hiçbir şey yapamasa bile evdeki artıklarla onların karnını doyurur, misafirliğe gittiği yerlerde tabaklarındaki yemeklere burun kıvıranları görünce sinirlenir, ev sahibinden rica edip sokaktaki hayvanlara taşır. İşte böyle bir insandır benim annem. Ve Tekcan'ın annem gibi birini bulması bence kesinlikle tesadüf falan değildi. Allah'ın bir işiydi bana göre. Kaderdi...

Çünkü Tekcan sokakta yaşamını sürdürebilecek kadar şanslı bir kedi değildi.

Bir hayvan bir insana umut verebilir mi? Çoğu insan için bu aptalca bir soru olabilir ama Tekcan bana hayatımın belki de en sıkıntı yaşadığım döneminde ışık olmuştu. Çünkü Tekcan birçok insanın bile zor yaşamını sürdürdüğü bir şekilde sürdürmüştü bizden önceki hayatını..

Annemin, onu eve getirdiği akşamı hatırlıyorum da şimdi, içim hala bir garip oluyor. Tekcan, her sokak kedisi gibi kir pas içindeydi. Zayıflıktan kaburgaları sayılıyor ve gözünün biri diğerine göre daha kısık duruyordu. En kötüsü de sağ bacağı omzundan itibaren garip bir açıyla sallanıyordu. Resmen kurumuş ve biraz da morarmıştı. Ön ayaklarının çekeceği yükü sol bacağı taşıyordu. Tahmini olarak 5-6 aylıktı. Sokakta büyüdüğü için tam bir rakam vermemiz pek mümkün olmamıştı. O zamana kadar bu şekilde sokaklarda yaşaması bile mucizeydi.

Tekcan, eve getirdiğimiz o ilk üç gün sadece yemek yedi ve uyudu. Bize yaptığı birkaç soytarılık dışında, yaptığı tek şey bu olmuştu. Şişmiş karnı dışında eski halinden pek farklı değildi. Ancak daha büyük bir sorun vardı ortada. Onu sokağa atamazdık, zira bu şekilde yaşaması imkansızdı. Sokakların değil sakat bir kediye insanlara bile neler yaptığı ortadaydı çünkü. Daha onu evde gördüğüm ilk anda vermiştim kararımı. Tekcan o birkaç ayı tek başına atlatabildiğine ve annem onu bulduğuna göre o bize gönderilmişti. İster kader deyin siz buna isterseniz saçmalık. Ben inandığım gerçeği söylüyorum sadece. Annem istemese de -çünkü daha önceden 10 sene beslediğimiz ölen kedimden sonra en çok o üzülmüştü- razıydı aslında. Babamla konuşup onu eve almak istediğimi söyledim. Veteriner masraflarının hepsini değilse de bir kısmını karşılayacak ve onunla elimden geldiğince ilgilenecektim. Babam da bizimle aynı fikirdeydi. Büyütüyoruz, seviyoruz, sonra ölünce çok üzülüyoruz ama isterseniz alıp bakın dedi.

Tekcan ertesi gün soluğu veterinerde almıştı. Bacağı kurtulamayacak durumdaydı. Üstelik alınmazsa vücuduna yayılma tehlikesi varmış. Dahası hamile kalırsa bu şekilde yavrularını da koruyamazmış. Tekcan bütün tetkiklerinin sonunda ameliyata girdi. Sağ bacağı alındı ve kısırlaştırıldı. 1 aya yakın veteriner kliniğinde kaldı. Aşılar, dikişler, pansumanlar, akşam iş çıkışı gittiğimiz ziyaretler birbirine karıştı. Sonunda sağlıklı bir şekilde evimize geldi. O günden beri bizimleydi.

Tekcan'ı sokaktan aldığımız için sürekli dışarı çıkmak istiyordu. Üstelik tuvalet ihtiyacını eve ya da kumuna yapmıyordu. Dış kapının önüne duruyor, sürekli miyavlıyor ve kapıyı tırmalıyordu. Evimiz site içinde olduğu için en azından güvenli bir mekan diye düşünerek bahçeye çıkarıyorduk arada. Çünkü sitedeki herkes zilli tasması ve üç ayağı nedeniyle bizim kedimiz olduğunu biliyorlardı. Birkaç saat dolanıp geliyordu ta ki geçen haftaya kadar.

Tekcan'ı annem akşam üstü çok miyavlaması üzerine yine sitenin bahçesine çıkarmış, ancak Tekcan o akşam gelmemişti. Birkaç gün boyunca her yeri aradığımız halde bulamadık. Başka kedilerin peşine takılıp gitme ihtimali de vardı. Çünkü Tekcan çok hareketli bir hayvandı. Sonunda birisi ona araba çarptığını, muhtemelen çöp toplarken götürdüklerini söylemiş anneme.

O günden beri boş evimiz... Sanki arkamdan sessizce atlayacakmış gibi geliyor ya da yine laptop çantamın üzerine kurulup uyuyacakmış gibi... Sokakta gördüğüm her kediye odur belki diyerek iyice bakıyorum. Özellikle beyazlı olanları durup seyrediyor, bazen de kovalıyorum. Sitenin bahçesinde baktığımız bir sürü kedimiz var. Hatta yavruları olmuş sanırım birkaçının. Hele biri var ki beyaz tüylü, hiç ayrılmıyor peşimizden. Onu almak istiyorum eve ama gene durmaz, iki de bir dışarı gidip o da kaybolur ortadan, dahası bizim evimiz 5. katta, ya atlarsa, yine üzülürüz diye cesaret edemiyorum.

O kedilerden birkaç tanesini veterinere götürdüğümde adam kedimizi sordu. Öldü dediğimde "Çok üzüldüm ama siz üzülmeyin. Çok mutlu yaşadı o kedi. Ben eminim. Siz olmasaydınız o kadar bile yaşayamazdı." dedi. Bu lafına sevinsem mi, üzülsem mi bilemedim. Bize bir sürü yavru kedi bulmuş, annemi sıkıştırıp duruyor. Anneme eğer çok istiyorsan alalım bir tane daha, hatta iki tane alalım, birine bir şey olsa bile diğeriyle ilgilenirsin dedim. Olmaz dedi. O da haklı kendince. Sonuçta sağlık sorunları var ve bunun üzerine bir de onun üzüntüsünü eklemek istemiyor.

Tekcan'ım, bebeğim, kısacık yaşamında biraz olsun mutlu olabildiysen, ne mutlu bize... Umarım diğer minik patilerde en az bizim seni sevdiğimiz kadar, onları seven bir aileye kavuşurlar. Tek dileğim bu...



19 Mayıs 2012 Cumartesi

IOPE: Moisture Lasting Softener + Emulsion {Cildiniz Neme Doysun}




Guzzi'nin yazıları beni de gaza getirdi. O nedenle Güney Kore kozmetik ürünlerine devam... Şu yazımda size bu markanın başka bir tonik ve emulsionunu yazmıştım. O set bana bugün anlatacağım setin hediyesi olarak gelmişti. Neyse ki o deneme ürünlerini bitirip, asıl seti kullanmaya fırsat bulabildim. 

Makyaj olmasa da cilt bakımı olarak Kore ürünleri artık ilk tercihim ve bu tercihim nedeniyle şu ana kadar hayal kırıklığı da yaşamadım. Belki kullandığım markaları ara ara değiştiririm -rahat durmam ben çünkü biliyorum- ama onun dışında Kore kozmetik ürünlerini artık bu blogda sıkça göreceksiniz demektir. 




IOPE, Amore Pacific bünyesinde olan high-end bir marka... Bu nedenle fiyatları biraz pahalı ama kesinlikle hak ediyor. Uzun süreli kullanabileceğiniz dev gibi şişeleri var. Üstelik ürünler içeriğinde ne yazıyorsa onu aynen yerine getiriyorlar. Beklenmedik bir etkileri ya da eksikleri yok. Kuru ciltlere yönelik Moisture İntense serisi dışında, bir de bu yazımda bulunan Moisture Lasting serisi mevcut. Benim tercihim ikinci seriden yana oldu. Ben sadece tonik ve emulsionunu almıştım. Bu serinin ayrıca kremi de bulunuyor ama havalar ısındığı için cildim ayrıyeten bu ürüne ihtiyaç duymadı. Çok kuru cilde sahip olanlar elbette ki kremini de alsın. Daha iyi sonuç alırlar... 

Emulsion 120ml, softener ise 150 mllik dev şişelerinde geliyor. Toz pembesi renginde, camdan yapılan şık ambalajları var. İlk defa cam şişede bir tonik+emulsion kullanıyorum. Emulsionun şişesi pompalı olduğu halde, diğer ürünün ambalajı normal şişe şeklinde. Keşke o da pompalı olsaydı derken buluyorsunuz kendinizi.  




Gelelim benim yorumuma; ben bu ürünlere bayıldım. Gece alıp yanıma birlikte yatasım, ninniler söyleyesim var. Bir yandan kullanıyorum, bir yandan da "Bitme, sakın bitme, bitemezsin!" şeklinde gözlerinin içine bakıyorum. Kullandıklarım içinde en memnun kaldığım ürünler listesinde başı çekiyorlar artık.

Ürünlerin hafif çiçeksi bir kokuları var. Kesinlikle rahatsız etmiyor. Günde bir kere uygulamak yetiyor. Softener denen ürünü bile cildime uyguladığımda hemen bir rahatlama, bir yumuşama hissettim ki, benim cildim banyodan sonra hassaslaşır, elmacık kemiklerimin üzerinde gerilmeler oluşur. Emulsionu da üzerine uygulamak bana gereğinden fazlasıyla yetti. Hatta bu ürünleri kullanmaya başladıktan sonra nemlendirici maskelerimi de bir süreliğine rafa kaldırdım. Malum havalarda ısındı artık, kışın soğuğu kadar mahvetmiyor cildimi. Ankara'nın kuru soğuğuna alışmış gibi olarak, İstanbul çok fazla çarpmıyor beni. Ancak siz benim gibi yapmayın. Cildinizin nem dengesini hesaplayıp ona göre kullanın ürünlerinizi. 

Bunun dışında söyleyebileceğim tek şey, softener denen ürünü pamukla sürmeye gerek olmadığı... Bu IOPE'nin kendi ürünlerine yönelik bir durum mu, yoksa softener dedikleri ürünler koyu kıvamlı mı oluyor bilmiyorum, ama ben bu ürünleri parmaklarımla yedirdim cildime. Durum pamukla uygulanmış halinden daha iyi sonuçlandı benim için.

Elbette bizim için en büyük sorun bu ürünlere nasıl ulaşabileceğimiz... Ebay, ShopatKorea tarzı sitelerde satışı yapılıyor. Umarım bir gün deneme fırsatını bulursunuz. 

Tavsiye eder miyim? Kesinlikle ederim. Yurt dışına çıkan bir arkadaşınız, akrabanız varsa mutlaka sipariş edin. Al bu ürünlerden diyerek başının etini yiyin. Hiç yapamadınız tehdit edin. Türkiye sınırlarına bu ürünler olmadan girmeyin diye emir verin. 

IOPE ürünlerini deneyen var mı aranızda? Memnun kaldınız mı? Benim gibi çok sevip çıldırma noktasına mı geldiniz? Yazın bakalım! 




16 Mayıs 2012 Çarşamba

Wild Romance: Hem Seven, Hem Döven Bir Aşk



Uzun zamandır Uzak Doğu yapımlarından bahsetmiyordum. Bunun nedeni bir süreliğine ara vermiş ve dahası -ki bence en kötüsü- aradığım tarzda bir yapıma raslayamamış olmam. Son aylarda Spartacus: Vengeance, Game Of Thrones ve Once Upon a Time'ın da yayınlanması buna tuz biber ekti. Full House'u yarım bırakmış ve Baby-Faced Beauty bitirip hala yorumlayamamış biriyim şu an. Ancak bu diziden bahsetmeden geçemedim.

Twitter'daki konuşmalarımızdan sonra Sevda yani Miss Nefertiti bana bu diziyi önerdi. Bir Protect The Boss kadar olamasa da çok tatlı bir dizi Wild Romance... Başlarda birbirinden nefret eden klasik bir çiftimiz var yine başrolde. Zamanla ve zorlukların bir araya getirmesiyle ikisi birbirini daha iyi tanıyor ve bilindiği üzere aşık oluyorlar. Bu spoiler sayılmaz zaten bir-iki Kore dizisi izleyen 25 IQ'ya sahip birisi bile bunu çözebilir. O nedenle sorun yok.




Gelelim dizinin konusuna; Eun Jae, beyzbolu çok seven, deli dolu, biraz kaçık, korumalık yapan bir kızdır. Martılar ekibinin sıkı taraftarı olan Eun Jae, babasının doğum gününü kutladıkları akşam Park Moo Yeol ile karşılaşır. Park Moo Yeol ise, Martılar'ı şampiyonluktan eleyen takımdadır ve bunun en büyük nedeni ise kendisi olmuştur. O akşam çıkan tartışmada Eun Jae, asıl çocuğumuzu hırpalar ve olayın internette yayılmasıyla, kızımız Park Moo Yeol'un menajeri tarafından dedikoduların bastırılması için koruma görevine getirilir. Her şey yolunda görünse de en büyük sorun ikilinin birbirine tahammül edememesidir.


Diziyi izlediğim diğer romantik-komedi dizilerinden ayıran en büyük özellik başından itibaren belli bir temasının olması... Bu tema ne midir? Esas oğlanımıza zarar vermek isteyen bir sapık... Genelde romantik-komedi KDramaları ilerleyen bölümlerde drama yönelir ancak bu dizi için durum biraz farklı. Dizi son bölümlere doğru gerilim tadını alıyor. Olmuş mu, yoksa olmamış mı diye sorarsanız, ben konu olarak olmamış ama değişiklik bakımından olmuş derim. Dram izlemekten iyidir en azından.

Beyzbol dizinin içinde geçiyor ama ben bu spordan pek anlamam. Zaten dizinin içinde oynanan tek bir maç bile görmedim. Sadece bizim futbol fanatikleri gibi birbirlerini yiyen taraftarlar ve oyuncular vardı. Hepsi bu...

Karakterler ve çiftlere gelecek olursam, dizide aslında üç çiftimiz var. Bir de Park Moo Yeol'un eski sevgilisi giriyor devreye. Ben o tarz şahısları hem gerçek hayatta hem de izlediğim yapımlarda görmeye tahammül edemediğim için pek bahsetmek istemiyorum. Zira bu tipler sinirlerimi bozuyor. Hem ayrılmışsın, hem de onca zamandan sonra bir şeyler olur mu diye geri dönüyorsun... Var mı böyle bir dünya? Bir laf vardır. Köprünün altından çok sular geçti diyerek. Bu tabir ona çok uyuyor.


Neyse gelelim benim favori çiftime, ilk bölümlerde ana çiftimiz favorim olsa da, bakınız bitmek bilmeyen kavgaları, laf dalaşları, içte birbirlerinden nefret etseler de dışarıya karşı barışçıl bir tutum göstermeye çalışmalarını ben çok severek izledim. Ancak bölümler ilerledikçe favori çiftim de değişti. Araya aşk girdikten sonra duygusallaşmaya başlayan Park Moo Yeol-Eun Jae çiftinin yerini, başından dizinin sonuna kadar tatlı ve oldukça farklı bir ilişkileri olan Dong Oh-Menajer Kim aldı.

Dong Ah-Shi, bizim erkek tipli koruma kızımızın en yakın arkadaşı, üstelik de ev sahibesi... Matrak, eğlenceli, biraz uçarı ve çok, çok tatlı... Sohbetleri bir şekilde erotik yapımlara, kitaplara ve aşk konusu geçen her şeye getiriyor. Kore dizilerindeki utangaç tipli ev kızları geyiğini tamamen yerle bir etmiş bir karakter kendisi... Tek işi bütün gün evde oturup aşk romanları okumak, erotik tarzda yapılan filmleri izlemek... Ne yazık ki küçük yaşta ailesinin kaybetmiş ve bu nedenle korktuğu anlarda durmadan saçma şeyler hakkında konuşmak gibi bir özrü dışında hiçbir kusuru yok.

Menajer Kim ise onun tam tersi, oldukça kontrollü, az konuşan, üstelik çok ciddi bir şahıs... İşinin ehli ve bana kalırsa biraz bayık bir karakter... Buna rağmen Dong Oh-shi demesi, kızın yaptıklarına verdiği tepkiler, kızımız ona asıldığında kontrolünü kaybetmemeye çalışması ama bir yandan da onun yanında kalması gerçekten çok ama çok tatlıydı. Eğer zıt karakterlerin aşık olmalarından hoşlanan bir seyirciyseniz, sizin de izlediğinizde favoriniz olacak çift budur. Nokta...




Son olarak dizide kullanılan evlerden bahsetmek istiyorum. Kore dizilerinde kullanılan evlere hayranım. Full House, Secret Garden v.s. Kore'deki evler genelde minicikmiş, yazılanlardan okuyoruz ama sanki tersini ispatlamak için dizilerdeki tüm evler kocaman ve mimari harikası. Hiç olmasa farklı işlevleri olan dizaynı değişik yapılar...  Yemin ederim Türkiye'de olsa ve durumumun da yeteceğini bilsem bu evlerde otururum. Neden Türk dizilerinde böyle evler yok anlamıyorum ki... Benim gördüğüm en farklı tarzda ev, Adını Feriha Koydum'un ilk sezonundaki Hande'nin eviydi. O da bu evler kadar harika değildi bile. Ben bu dizideki Dong Oh-Shinin evine hayran kaldım. Hele iki odayı ayıran, ray sistemli kütüphanesi beni benden aldı. Eh mobilya sektöründe çalışan, üstelik kitap okumayı çok seven benim gibi biri için bulunmaz bir nimet bu...

Dizi için bir puan verecek olursam 10 üzerinden 8 derim. Romantik-komedi severler bir şans verebilir. Bana kalsa favori çiftim için bile izlenecek bir dizi bu...

Diziyi izleyenler neler düşünüyor acaba? En azından Dong-Oh Shi'ninki gibi bir evde oturmak istemezler mi? 

Son olarak evin resmi dışındaki tüm resimler Korea-Fans'tan alıntıdır. Bendeki videonun görüntü kalitesi çok kötüydü. Oradan almak zorunda kaldım. 

15 Mayıs 2012 Salı

En Çok Tanınan 10 Japon Kozmetik Markası


Önceki yazılarımda Güney Kore'nin, Asya ülkelerinde tanınan ve high-end markalarını yazmıştım. Sırada Japonya'nın tanınmış kozmetik markaları var.

Japonya ve Güney Kore, Uzak Doğuseverler arasında çok sevilen ve bu nedenle çok kıyaslanan iki ülke.(Kültürü, yeme alışkanlıkları, sinema sektörü v.s.) Buna dayanarak, Japon markaları mı daha iyidir, yoksa Kore mi diye bir ayrım yapamam. Her ne kadar Uzak Doğu markalarını bu blogda görseniz de, her iki ülke için bir genelleme yapacak kadar ürün kullanmadım. Yalnız şunu söyleyebilirim; dünya çapında, Japonya'nın kozmetik markaları, Güney Kore'ye göre bayağı önde... Reklam çalışmalarının, farklı ülkelere açılmanın bunda büyük etkisi var. Önceki yazılarımda belirttiğim markaları ancak bizim gibi Uzak Doğu markalarıyla ilgilenenler bilir. Ancak bu yazıdaki -hepsi olmasa da- bir, iki markayı mutlaka görmüş ya da duymuşsunuzdur.   

Japon ve Kore markalarını karşılaştıramam dedim ama bir konuyu da açıklığa kavuşturmak isterim. Japon kozmetik markaları Korelileri firmalara oranla daha pahalı. Bunda Japon Yeni'nin dünya pazarındaki gücü etkili tabi. Japon bir arkadaşıma bu durumu sordum: "Bu ürünler ne kadar pahalı, Japonya'da herkes alabiliyor mu?" dedim. Bana bu kozmetiklerin Japonya'da herkes tarafından rahatlıkla alındığını, oradaki ekonomik duruma göre fiyatlarının çok uygun olduğunu söyledi. Kurdan dolayı Türkiye'de ve dünya çapında fiyatları bence çok yüksek. Ben bu yazıdaki fiyatları yine ebay'i baz alarak yazdım. Bu ürünleri ebay dışında, Rakuten ve imomoko tarzı sitelerde de bulabilirsiniz. 




Sanırım Shiseido'yu Türkiye'de duymayan yoktur. Zira büyük kozmetik mağazalarında bu markanın satışları yapılıyor. Gitti Gidiyor tarzı sitelerde de var. 1872 yılında kurulan bu marka, dünyanın en eski kozmetik şirketiymiş ve şu an piyasadaki dördüncü büyük firmaymış. (Bu yazıyı hazırlayana kadar ben de bilmiyordum.)

Shiseido'nun kendi içerisinde birçok yan markası bulunuyor. Bunlardan birkaçı; Lunasol, UV White... Bu markaların bazıları daha uygun fiyatlı, bazıları daha yüksek... Nedenini bilmiyorum açıkçası. Benim Shiseido'nun rujlarında özellikle gözüm kaldı. Fondötenlerini de denemek isterdim doğrusu... 





Kanebo, Shiseido gibi Türkiye'de bilinen bir marka... Bu markanın bünyesinde tam 17 tane yan marka olduğunu biliyor muydunuz? Mesela jel eyelinerları çok ünlü olan Kate gibi... Fiyatları Kanebo'ya göre daha uygun ve kaliteleri en az onlar kadar iyi... Ben bu ilişkiyi Loreal-Maybelline tarzına benzetiyorum.

Kanebo Madonna'nın favori markalarından birisiymiş. Cilt bakımı ve makyaj malzemeleri çok ünlü ve bu marka high-end ve bir altı ürünler üretiyor. Eh, fiyatlarını tahmin edersiniz artık. Kate markası daha uygun fiyatlı ve ben en azından eyelinerlarını denemek istiyorum.

http://www.sensai-cosmetics.com/




Kao markası da tıpkı Shiseido gibi kökeni eski bir marka, 1887 yılında kurulmuşlar. Diğer Japon markalarına oranla ürünlerin ambalajları daha renkli... Marka yine bir çok alt firmaya sahip. Biore günlük cilt bakım ürünleri çok ünlüymüş mesela. Fiyat olarak daha uygun bir marka Kao, bu nedenle de daha ulaşılabilir. Ancak benim alıp kullanma gibi bir niyetim yok şimdilik. 





Kose, markası AWAKE gruba aitmiş, 1946 yılında kurulmuş ve şu an Japon kozmetik piyasasının 3. büyük firmasından biri olarak görünüyormuş. Açıkçası bu markayı duymuştum ama gözüme takılan, alıp kullanayım dediğim ürünleri olmadı hiç. Fiyatları da aslında diğer markalara göre daha uygun ama içeriğine göre 45 dolara satılan ürünleri de yok değil.


http://www.kose.co.jp/jp/ja/index.html




Sanırım kozmetik meraklılarından bu markayı duymayan yoktur. 1980 yılında kurulan SK-II, dünyanın en pahalı kozmetik markalarından biri olarak görülüyormuş ki bir toniği 60 dolar civarında olan bir marka olduğuna göre ucuz diyemeyiz zaten. Listemde olan bir marka değil, SK-II... 





Japonya'nın lider kozmetik markalarından biri de Fancl, dünya çapıda 200'den fazla mağazası bulunan markanın ayrıca, kataloglarından alışveriş yapan milyonlarca müşterisi bulunuyormuş. Bu marka da diğerleri gibi Türkiye'de yok bildiğim kadarıyla. Olsa eğer temizleme yağlarını kullanmak isterdim. Fancl'ın fiyatları da orta karar... Mesela temizleme yağları 30 dolar civarında...

http://www.fancl.co.jp/index.html




Bu markayı da, makyaj severler arasında bilmeyen yoktur. Çoğuna göre high-end tabir edilse de Shu Uemura high-end bir marka değilmiş. Ben de bu yazıyı hazırlarken öğrendim bunu. Fiyatlarının yüksekliğine bakarak bu şekilde söylemeleri gayet doğal tabi... Kabul ediyorum markanın fiyatları gerçekten yüksek. Bir fondöteni 65 dolar... 

Diğer markaların aksine bu markayı ünlü Japon makyaj artisti Shu Uemura kurmuş ve geliştirmiş. Meşhur eyelash curlerı Şeytan Marka Giyer filminde de gösterilmişti. 





Bu markayı ben de yeni duydum. Özellikle hassas ciltlere özgü ürünleri çok tutuluyormuş. Doğal ve sağlıklı kozmetikleri sevenler için önerilen bir markaymış Acseine.

http://www.acseine.co.jp/




Juju Cosmetics de yeni karşılaştığım bir marka... Özellikle ambalajları çok renkli, diğer markalara göre daha eğlenceli geldi bana. Bu markanın nemlendirici serileri çok meşhurmuş. Fiyatları da diğer markalara göre daha uygun ve ulaşılabilir. 15-20 dolar civarında maskeleri mevcut...




Sanırım DHC'yi duymayan kozmetik meraklısı yoktur. Özellikle temizleme yağı oldukça popüler... Bu markalardan sadece DHC'nin ürününü kullandım. O da temizleme yağıydı zaten. 1976 yılında kurulan marka sadece kozmetik ürünleri üretmiyor. Ayrıca vitamin, sağlıklı gıdalar gibi ürünleri de varmış. Fiyatları da orta karar... Mesela temizleme yağlarının tam boyu 30 dolar civarında...


Benim şimdilik öğrenebildiklerim bunlar canlar... Bundan önce 50 defa dediğim gibi ben dünya kozmetik piyasasının uzmanı değilim. Yazıda yanlış ya da eksik varsa belirtebilirsiniz. Sonuçta internetteki her bilgide %100 doğru değildir. 

Sizin bu markalardan kullandıklarınız ya da kullanmak istedikleriniz var mı? Türkiye'ye gelse alır mısınız? Japon markaları hakkında genel düşünceleriniz neler? 



13 Mayıs 2012 Pazar

Wishlist: Uzak Doğu Kozmetikleri


Uzak Doğu kozmetik markalarına artık sık sık yer vermeye çalışacağım. Bu yazıda araştırmalarım sırasında beğendiğim, yorumlarını okuyup, almayı kafaya koyduğum ürünleri listeledim. Size de "Böö!!!" gelecek ama artık idare edersiniz değil mi?  Aslında bir dizi yorumumu paylaşacaktım ama sonra sıkıldım ve vazgeçtim. Bu seferlik böyle olsun...

Sizin de son zamanlarda kafaya taktığınız ve almayı deli gibi istediğiniz ürünler var mı? 




Öncelik yine benim favorilerim cilt bakım ürünleri;

1- SKIN79 Sue Hydrating Skin Care Set: Bu seti istiyorum işte. Daha önce bu markanın birkaç ürününü kullanmıştım ve memnun da kaldım. Fiyatı da orta karar. O nedenle bu sete de şans vermek isterim. 

2- Cure Naturel Aqua Gel: Bu Japon markası hakkında o kadar iyi yorumlar okudum ki hemen olmasa da mutlaka denemek istiyorum bu ürünü. 30 dolar civarında bir fiyatı var ama uzun süre gider. 

3- Laneige Water Slleping Pack: Guzzi şurada bu ürünü yazmış, ben de kuru bir cilde sahip olduğum için denemeyi çok istiyorum. Gerçi uyurken nasıl rahat edeceğim o muamma. 

4- Skin Food Black Tea Honey Jelly Foam: Bu ürünün deneme boyunu denemiştim ve tek seferlik olmasına rağmen çok memnun kaldım. Bu seri sadece temizleme ürünlerine sahip. Keşke cilt bakımı için toniği falan da olsaydı. Fiyatı da bence gayet uygun... 

5- Skin Food Salmon Brightening Eye Cream: Göz çevresinde mor halkalara sahip olduğum için Skin Food'un bu ürünü tam bana göre. Yorumları da gayet iyi...   

6- Skin Food Eggplant Lash Serum: Kirpiklerim için bu tarz bir ürün istiyorum. Etude House ve Skin Food arasında kararsız kaldım ama Skin Food'a öncelik vermek istedim. Benim favori markalarımdan birisi çünkü. 





Makyajla çok alakam yok ama bunları da istiyorum. 


1- SKIN79 Total Power Serum: Bu ürünün 4 etkili olduğu söyleniyor. Baz olarak da kullanılabilir. Özellikle kuru cilde sahip olanlar için kurtarıcı görevi göreceğini düşünüyorum. 50 mllik ürünün fiyatı da 20 dolar. Bence gayet uygun...

2- Kanebo Kate Gel Eyeliner: Kanebo'nun yan markası olan Kate'in bu eyelinerları çok tutuluyor. Ben de mutlaka denemek istiyorum. Fiyatları da ne çok pahalı ne de ucuz. Japon markasına göre uygun...

3- Kanebo Kate Cheek Cream Blush: Aslında krem tarzı her üründen -allık, aydınlatıcı v.s.- nefret eden biriyim. Ancak Kanebo'nun bu ürünleri gönlümü çaldı. Tanesi 20 dolar civarında... Bir tane de olsa almak isterim.

4- Too Cool For School Essence Blending BB Cake: Bu markayı yeni keşfettim. Zaten 2009 yılından beri Kore piyasasında olan, kendi mağazalarını açmış bir marka Too Cool For School... O kadar şirin ambalajları var ki sırf onlar için bile olsa alınır bu marka. Bu ürün kuru ciltlere yönelik. Nemlendirici özelliği varmış. Tam benlik...

5- The Face Shop One Step Cleanser Oil to Foam: Face Shop denemeyi deli gibi istediğim ürünlere sahip bir marka. Önceliği de bu ürüne verdim. Çünkü temizleme yağı ve jelini bir araya getirmiş bir ürün bu. Ben genelde temizleme yağından sonra jel ya da köpük tarzı bir ürünle yüzümü tekrar silerim. Umarım bu sorunuma çare olur bu ürün.

Benim listem şimdilik bu kadar canlar... Aslında Vidi Vici, IOPE gibi high-end markalarından da istediğim çok ürün var ama onlar şimdilik kalsın. Bu liste bile beni oldukça aşıyor.

Sizin aklınızda olan Uzak Doğu kozmetikleri var mı kızlar? 

6 Mayıs 2012 Pazar

Oriflame: Optimals Clarifying Scrub



Uzun zamandır bu scrubı kullanıyorum ama malum cilt bakımı ürünü olduğu için ancak yazmaya fırsat bulabildim. 

Benim aslında bu tarz ürünlerle aram çok iyi değil. Sevemedim bir türlü... Bana maske, losyon, tonik falan deyin ama bu ürünlere sıra gelince anlaşamıyoruz bir türlü. Çoğu scrub sizde nasıl etki ediyor bilmiyorum ama benim cildimi, özellikle elmacık kemiklerimi hafif yakıyor. Yıkadıktan sonra bir gerilme oluşuyor. O hadiseyi sevmiyorum işte. Cildimle ilgili önemli bir sorunum da olmadığı için bu ürünleri çok sık kullanmıyorum. Haftada bir kez bana yetiyor.

Eğer bana uygun fiyatlı ama işini yapan bir ürün tavsiye et derseniz bu ürünü öneririm. Ben kampanya döneminde 13 TL gibi bir rakama almıştım. Cildinizi canlandırıyor, burun kenarlarındaki siyah noktalara iyi geliyor. Ben de işe yaradı. Hafif çiçeksi bir kokusu var. İçinde mavi topcuklar bulunuyor. Çok bastırmadan cildinize yediriyorsunuz. 



Ürünle ilgili söylemem gereken bir şey var. Başta kullandığımda nefret ettim. Suratımda üçer beşer sivilceler oluştu ki benim gibi bir cilde sahip birisi için bu çok anormal bir durum. Dedim bu ürün bana iyi gelmedi. Sonra aklıma kullandığım bazı ürünlerin önce sivilce yaptığı ama sonra cildime iyi geldiğini hatırladım. Kullanmaya devam ettikçe hem cildim düzene girdi, hem de ürün işlevini yerine getirdi. 

Tavsiye eder miyim? Uygun fiyatlı bir ürün arıyorsanız ve cildinizle ilgili çok büyük sorunlarınız yoksa denemenizi öneririm. 



5 Mayıs 2012 Cumartesi

Ebay'den Skin Food Alışverişi {Honey Pot Lip Balm}



Beni Twitter'dan takip edenler görmüşlerdir kesin. Anneler Günü dolayısıyla annem için minik bir sipariş verdiğimden bahsetmiştim. Özel günlerde posta geçişlerinde çok sıkı davranılmıyor malumunuz ki öyle de olması gerekir. Millet nasıl sevdiklerine hediye gönderecek yoksa. Daha önce şuradaki yazımda belirtmiştim bu durumu. Yurt dışında arkadaşımız var ama onun da Türkiye'ye gelmesi her zaman mümkün olmuyor. Hal böyle olunca, annemin de dudak kreminin dibi bulduğunu fark edince bu kez farklı bir şey yapmak istedim.

Skin Food hakkında benim düşüncelerimi okumak için tık! 

Şimdi birkaç kendini bilmez buraya mesaj atar diye önceden uyarıyorum. Yok "Yasa dışı işler yapıyorsunuz, millete yol gösteriyorsunuz, suç işliyorsunuz" diye saçma salak şeyler yazıp, tehdit amaçlı yorumlar savurmayın sakın. Çünkü sizi temin ederim ağzınızın payını alırsınız. Allah şükür blogumda böyle bir durumla karşılaşmadım henüz. Kimseyi de karşılaştırmasın ama bazı forumlarda, bloglarda yazarları tehdit ediyorlarmış. Siz kimsiniz ya? Hırsızlık mı yapıyoruz, rüşvet mi veriyoruz, insan mı öldürüyoruz biz? Ne yapıyoruz bir anlasam. Hayret bir şey... Bir defolup gidin lütfen! Bu blogun kapısı herkese açık ama insanların asabını bozmanın da manası yok.

Ben burada ufak bir risk aldım. Paketim gümrüğe takılsa da -anneme veremeyecek olmam dışında- üzülmezdim. Fiyatı da düşüktü zaten. Yine söylüyorum. Benim bu paketim geçti diye sizinki de geçer. Bilmiyorum. O nedenle tutup da, buraya bakarak yorumda bulunmayın. Hele ki büyük kutularla sakın alışveriş yapmayın! Başınız ağrır sonra...

Neyse gelelim konuya... Size bu yazımda belki de ebay'de bulabileceğiniz en iyi satıcılardan biri hakkında bahsetmek istiyorum. Bunun bir değil, bir kaç nedeni var. Açıklayacağım sırayla. Eğer Skin Food alışverişi yapmak istiyorsanız, mutlaka gooditem2012'yi tercih etmenizi öneririm. %100 feedbacke sahip... Ben daha önce bir kez alışveriş yapmıştım. Bu kez de tercihim o oldu.


Annem için üstteki resimde gördüğünüz Honey Pot Lip Balm - Honey'i aldım. Diğerleri hediye... Evet, hepsi hediye... Size boşuna bu satıcıyı önermiyorum değil mi? Sample ürünleri anlarım ama honey pot'u koyduğu o hediye kutusu o kadar çok hoşuma gitti ki anlatamam. Bu satıcıyı kolay kolay bırakmam artık.

Ürün hakkında söyleyebileceğim çok fazla şey yok. Malumunuz annem kullanıyor. Sitesindeki açıklamayı okumak isterseniz buraya buyurun! Tek yorum yapacağım konu; ambalajı çok şirin! Ayrıca kokusu tam annemin istediği gibi... Anneciğime sordum nasıl güzel nemlendirdi mi dudaklarını diye... Çok beğendim deyince daha çok mutlu oldum. Sampleları da bir ara deneyeceğiz hatunun cildinde.  

Gelelim artık satıcıyı tercih etme nedenlerine;

1- Mesajlarınıza çabuk yanıt verir. Bazı satıcılar gibi kaç gün beklemek zorunda kalmazsınız. Üstelik  her ürünle birlikte sample gönderir. Ben bu özelliğini ayrı seviyorum. Buna rağmen fiyatları yüksek tutmaz, orta karardır. Kargo zaten ücretsiz...

2- Bu satıcı orjinal ürün satar.. Annem ballı ürünlere bayıldığı için Skin Food sitesinde bu ürünü görünce "Tamam!" dedim "Bu benim aradığım ürün işte." Ebay'de hiçbir satıcı da yoktu. Ben de bu satıcıya mesaj atıp bu üründen olup olmadığını sordum. Kendisi Skin Food'un bütün ürünlerini listeleyebileceğini çünkü Seul'de dört tane Skin Food mağazasının sahibi olduğunu yazmış. Ben de emin olmak için resimlerini istedim. Alttaki resimler merkez mağazasındanmış sanırım. Bunlar mağaza sahibi olduğunu göstermez diyebilirsiniz, haklı da olabilirsiniz ama fotoğraflardan biri kasadan çekilmiş sanırım. Oraya da her önüne geleni almazlar. Gerçi bir mağaza sahibi neden ebay'de satış yapar onu da anlamadım. Ben olsam uğraşmazdım sanırım. Belki hobi olarak yapmak dışında...

3- Ürünü aldıktan sonra satıcıya mesaj atıp, bu ürünü annem için aldığımı, o nedenle farklı bir adrese gönderip gönderemeyeceğini sordum. Malum benim Ebay ve Paypal adresim farklı... Cevap yine olumlu oldu. Paket 5 gün sonra bizim evin yolunu bulmuş. Annem garibim alışık olmadığı için şaşırmış tabi. Paket onun ismine geldiği halde akşam ben gelene kadar bekletmiş öylece. Ben olsam bana gelmiş bir hediyeyi sanırım o an parçalayarak açardım.

4- İsteklerinizi kırmaz. Sample olarak göndereceği ürünleri kuru ciltlere yönelik göndermesini istedim. Onu da yapmış. Hem de bir değil, iki değil. Tam sekiz adet sample ve bir de bakım kiti koymuş kutuya. Hepsinden önemlisi annem için hediye aldığımı yazdığımda hediye kutusu almış özel olarak. Hangi satıcı böyle bir şey yapar ki? Valla ben daha önce hiç görmedim.

Son olarak bana gönderdiği resimleri buraya ekliyorum. Eğer Ebay'den alışveriş yapma imkanınız varsa -akraba, arkadaş yardımıyla- bu satıcıya bir şans verin. Büyük ihtimalle memnun kalırsınız.

Sizlere aktaracaklarım şimdilik bu kadar canlar... Bu şekilde paketi geçenler var mı aranızda? Azıcık cesaretli olun ya... Kimse bir şey yazmıyor bu konu hakkında. Ben de yazmama kararı alacağım bu gidişle...  








Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...