14 Mart 2012 Çarşamba

Açlık Oyunları: Bugünü ve Geleceği Anlatan Bir Seri


Yaklaşık iki senedir okuma listemde olan bir seriydi Açlık Oyunları... Seri hakkında internette şöyle güzel, böyle iyi, aşk üçgeni var, bıdı bıdı şeklinde  birçok yorum okumuştum. Etrafımdaki insanlardan da sürekli duyuyordum ama bir türlü alıp okumak gelmemişti içimden. Bir seri bu kadar abartılıyorsa, altından Twilight gibi vampir kılığına büründürülmüş, salt aşk romanı olan ve sonu hayal kırıklığı ile biten bir seri çıkabilir diye geçiriyordum  

Açlık Oyunları üç kitaptan oluşan, distopik bir roman serisi... Serinin ilk kitabı seriye adını veren Açlık Oyunları, ikincisi Ateşi Yakalamak, son kitabı ise Alaycı Kuş... Dünya çapında gösterdiği satış başarısından sonra yapımcıların da dikkatini çeken seriyi çok yakında sinamalarda göreceğiz. İlk film 23 Martta Türkiye'de gösterime giriyor. Yazının ilerleyen kısımlarında film hakkındaki ilk görüşlerimi belirteceğim. Okumaya devam...

Açlık Oyunları'nda zamanı tam olarak belirsiz bir gelecekte, eskiden Kuzey Amerika olarak tanınan cografi bölgede bulunan Panem ülkesinden bahsediliyor. Bu ülke merkezde bulunan Capitol ve ona bağlı 12 mıntıkadan oluşuyor. Mıntıkalar açlık, sefalet ve hastalıklarla boğuşup, bir yandan hayatta kalma mücadelesi verirken Capitol'ü beslemek zorundalar. Mıntıkalar geçmişte Capitol'e ve onun diktatör rejimine karşı ayaklanmışlar ancak Capitol isyanı bastırmış ve hatta 13. Mıntıka'yı yok etmiş, hatta haritadan silmişler. Aynı sonun kendi mıntıkalarına olmasını istemeyen diğer insanlarda Capitol'e boyun eğmek zorunda kalmışlar. En doğru kelimeyle mıntıkalar birer sömürge... Capitol'ün tüm yükü mıntıkaların üzerine binmiş durumda... Bu nedenle Barış Muhafızı denen Capitol'ün adamları tarafından sıkı bir denetim altındalar. Capitol adına yapacakları en ufak bir hareket ima bile kafalarına bir kurşun sıkılması şeklinde son bulabliyor. Tam tersi Capitol, insanları her türlü zevk içinde yüzen, savaştan ve onun getirdiklerinden çok uzak tek bildikleri, estetik ameliyatları ile yüzlerini biraz daha gerdirme veya bir gram kilo almamak için bir kez daha kusma anlamına gelen bir sürüden ibaret... Dahası bu sürüyü eğlendirmek için -ki ilk kitabın konusu da böyle başlıyor- her sene Açlık Oyunları adı verilen, her mıntıkadan seçilen bir erkek ve kız çocuğunu yani haracı, her yeri insan eliyle yapılmış, yapay bir arenaya doldurup, birbirlerini öldürmelerini izleyen ve televizyondan canlı olarak tüm ülkeye yayınlanan ölümcül bir şov düzenliyorlar. Şovun bitmesinin tek bir şartı var. Sadece tek bir kazanan kalıncaya kadar diğer bütün haraçların ölmesi... Böylelikle Capitol hem ölenlerle birlikte mıntıkaların birbirine düşman olmalarını sağlarken, bir yandan da gücünü onlara göstermiş olarak bir taşla iki kuş vuruyor.

Kitaplar baş karakter olan Katniss Everdeen'ın bakış açısıyla bizlere sunuluyor. Katniss, babası madende bir kaza sonucu öldükten sonra, annesi ve kız kardeşine bakmak zorunda kalan ve geçimini avcılık yaparak sağlayan bir 12. mıntıka kızı... 16 yaşında olmasına rağmen, hem yaşamın ona getirdikleri zorluklarla hem de kendi özelliklerinden dolayı onu, zeki, güçlü, mücadeleci ve inatçı birisi olarak tanımlamak yanlış olmaz. Ayrıca güzel de bir kız... Bir de Gale var. Tam bir avcı ve asker... Onu Katniss'in erkek versiyonu olarak da tanımlayabiliriz. Avı gibi düşünüp öyle hareket eden iyi bir atıcı. Onun da babası aynı kazada ölmüş ve annesiyle, kardeşlerine bakmak zorunda. Katniss, av arkadaşı olan Gale ile, Capitol ve onun entrikalarından olabildiğince özgür yaşamaya çalışırken, o senenin Açlık Oyunları haracı olarak kuradan kardeşi Prim çıkınca Katniss onun yerine gönüllü oluyor ve seri de böylece başlıyor.

Katniss, 12 Mıntıka'dan erkek haraç Peeta ve daha önce aynı mıntıkadan oyunları kazanan tek galip olan Haymitch ile birlikte Capitol'e yol alırken tek düşündüğü şey, kardeşine verdiği söz: Hayatta kalmak... 

Gelelim oyunlarda 12. mıntıkanın diğer haracı olan Peeta'ya... Peeta, 12. mıntıkanın fırıncısnın oğlu... Güçlü kollara ve senelerdir pasta süslemenin getirdiği alışkanlıkla müthiş bir kamuflaj yeteneğine sahip... Oyunlarda Haymitch!in de yardımıyla Katniss'e tek taraflı aşık olduğunu itiraf ediyor ve onun şansını artırmak için elinden gelen her şeyi yapıyor. Onların eğiten Haymitch ise benim ilk kitaptaki favori karakterim... Sarhoş kimliği ve zaman zaman kötü esprileriyle kendi kimliğini saklamaya çalışsa da galiplerden biri olarak geçmişte yaşadığı acıları olduğunu kitabı okudukça fark ediyorsunuz.

İlk kitabın başlangıcındaki Gale ve Katniss'in aralarında geçen olaylardan ve hemen sonrasında oyunlar sebebiyle araya Peeta'nın girmesiyle bir aşk üçgeni karşımıza çıkıyor. Gale ve Peeta hem karakter hem de fiziksel olarak birbirlerine çok zıt karakterler... Bir yanda Katniss'in güvendiği nadir insanlardan birisi Gale, diğer yanda senelerdir konuşmadığı ancak artık aynı arenada mücadele edeceği bir Peeta...  Böyle olunca okuyucuyu heyecan sarıyor. Okuyucunun aklında; "Katniss hangisini seçecek?" sorusundan ziyade, "Hangisi hayatta kalmayı başaracak ve Katniss onu seçmeye mecbur olacak. " gibi bir soru dönüyor.

Okuyucunun Katniss karakterini bu kadar sevmesinin ve sonunda kahramandan, anti-kahramanın dönüşmemesinin nedeni; Katniss'in gösterişli ya da tam tersine acınacak birinden ziyade, olabildiğince kendi dünyasında normal bir kişi olmasından kaynaklanıyor. Başına birçok şey gelmesine rağmen, ayakta kalabiliyor ancak bunu yaparken bir yandan sevdiklerini düşünürken, diğer yandan kendisini de düşünüyor. Bencil bir karakter Katniss... Kendi çıkarlarını her zaman gösteriyor. O, "Ateşler İçindeki Kız" ama ateşin içine atılırken bunu körü körüne yapmıyor ya da gösteriş budalası olarak nitelendirdiğimiz birçok kahraman gibi kendini ölesiye insanlar uğruna feda etmiyor. Her normal insanın yapacağı türde seçenekler bunlar. Bu nedenle Katniss, bizden biri ve sevilmesinin en büyük nedeni de bu...

İkinci kitap Ateşi Yakalamak, daha çok ilk kitabın devamı niteliği taşıyordu. Özellikle aşk üçgeninin devamı için Peeta'nın bir şekilde hayatta kalmasının hayati önem taşıdığını yoksa kitabın aşk ölçüsü bakımından büyük darbe alacağını düşünüyordum. Nitekim ilk kitabın sonunda bir şekilde hem Katniss, hem de Peeta bir şekilde arena cehenneminden kurtulmayı başardılar. İkinci kitap olaylar bakımından ilk ve üçüncüye göre biraz ağır aksak ve tanıdık işlense de sonuncu kitaba bir zemin hazırlamak için iyi kurgulanmış. Bölümler uzatılmamış ve çok fazla ayrıntıya girilmemiş.

İkinci kitapta Katniss ve Peeta'nın 12 Mıntıka'ya dönmesi ve Katniss'in oyunlardan sonra geride bıraktıkları insanlarla yüzleşmesiyle başlıyor. Burada en fazla acı veren eski arkadaşı ve hayal kırıklığı Gale... Gale onu Peeta meselesi yüzünden affedecek gibi görünmüyor ve kendi açısından haklı sebepleri de var. Kızdığı tek kişi Katniss değil, aslında onları bu duruma sokan Capitol olsa da Katniss ve Peeta onun gözünde bunun somut bir kanıtı gibi... Kitabın ilk bölümleri daha çok Katniss'in Gale'in gönlünü alma çabaları ve Capitol'un an be an izlediği Peeta ile olan ilişkilerini koruma çabasını anlatıyor.   Ancak Katniss'in sorunları bununla sınırlı kalmıyor. Arenada yaptığı şovlar başına büyük bela olmuş durumda... Sürekli onu gözetleyen Capitol başkanının bir gün ziyaretiyle Katniss başının çok daha büyük bir belada olduğunu fark ediyor.

Katniss'in kendi çapında yürüttüğü isyan çabası mıntıkalarda sembol haline gelmiş. Sömürülen mıntıkalar, yavaş yavaş ayaklanmaya başlıyorlar. Dahası 13. mıntıka hakkında asılsız iddialar ortaya atılıyor. Bu sırada Açlık Oyunları'nın 75. yıl dönümü olması dolayısıyla çeyrek yıl dönümünü kutlamak için, bu yıl düzenlenecek oyunların farklı ve daha muhteşem olması gerekiyor. Katniss ve Peeta, Capitol tarafından çevrilen dolaplar nedeniyle bir kez daha kendilerini bu ölüm çemberinin içinde buluyorlar. Capitol'un amacı belli, isyanı başlatan kişileri ortadan kaldırmak ve bunu yaparken yine gücünü göstermek... Katniss bu sefer sadece arenadaki düşmanlarıyla değil, dışarıda olan bitenlerle de uğraşmak zorunda... En önemlisi de değer verdiği kişiler; ailesi, Gale ve Peeta'ya azar gelecek olması...

İlk kitapta yazar Katniss'in Peeta'ya yaklaştırmak için elinden gelenin fazlasını yapmış, hatta bana göre biraz da zorlama olmuştu. Arenadaki tüm kameralar, onları izleyen binlerce insan, iki insanın şov amaçlı kullanılması ve sonunda bu oyunun gerçeğe dönüşme olasılığı... Bir yanda ise Katniss'in hep aklının köşesinde olan en yakın arkadaşı Gale... Aslında ilk kitapta aşk üçgeni yok. Çünkü birinden diğerine koşan bir Katniss yok. Daha çok ikinci kitapta bir vicdan sızlaması var.  O hep bir şeyleri yapmaya mecbur... Dahası artık büyükler için piyon olmaktan sıkılmış durumda... Başkan Snow'un oyunları nedeniyle ondan nefret ediyor ve tek istediği onu kendi elleriyle öldürmek... 16 yaşındaki bir genci düşünün. Tek istediği ailesi ve sevdikleriyle mutlu olmaktır. Ancak onun dünyasında mutlu olmak gibi bir tabir yok. Küçük insanlara ve onların küçük dünyalarına el koyan, kendi çıkarları ve amaçları için onları hiçe sayan ve hayatlarını mahveden insanlar var. Mıntıkalar ya da Capitol, bu hiç fark etmiyor. Katniss ve onun yaşadığı dünya çok karanlık... Okurken en fazla ortaya çıkarılan, işlenen ve hatta okuyucunun gözünün i.ine sokulan nokta bu...

Üçüncü kitap Alaycı Kuş'un adı; baş karakterimiz Katniss'in üzerine yapışıp kalan alaycı kuş sembolünden geliyor. Katniss, bir şekilde ikinci kez arenadan kurtulmuş ve 13 mıntıka denen ancak herkesin bir zamanlar yok olduğuna inandığı yer altı şehrinde buluyor kendini. Peeta, ne yazık ki Capitol'un elinde tutsak... Daha da kötüsü artık 12. mıntıka diye bir yer kalmamış. Capitol bir zamanlar 13. mıntıkaya yapamadığını 12. mıntıkaya yapmış ve her yeri yakıp yok etmiş. Aralarında Gale ve çok az sayıda 12. mıntıka sakininin bulunduğu bir grup insanda 13. mıntıkaya sığınmış. Dahası diğer mıntıkalarda 13. desteği ve Katniss'in verdiği cesaretle resmen ayaklanmaya başlamışlar. Katniss bir yandan Peeta'nın esir düşmesi ve mıntıkalarda ölen insanlar, diğer yanda esaretten kurtulmak ve insanları kurtarmak istemenin verdiği cesaretle nasıl hareket edeceğini ve ne yapacağını kestirmeye çalışıyor.

Kitabın başı, itiraf etmeliyim ki biraz sıkıcı gelebilir. İlk birkaç bölüm Katniss'in kendi iç hesaplaşması, Peeta ve 12. mıntıka nedeniyle duyduğu vicdan azabı ve suçluluk duygusu anlatılıyor. Birinci ve ikinci kitabın hızlı gidişatına alışanlar biraz yadırgayabilir. Ancak hem son kitap olması hem de olayların bu kitapta açıklanacak olması nedeniyle birkaç bölümden sonra heyecan ve gerilim artıyor. Hatta bir bölümden sonra zirve yapıyor. Bir sonraki sayfayı çevirmek, bölüm sonlarını getirmek için sabırsızlanıyorsunuz. Ben, bir kitap okurken genelde bölümleri bitirir, ertesi gün kaldığım yerden devam ederim. Ancak bu kitap serisi huyumu değiştirdi. Çünkü bölüm sonları, bizim diziler gibi çok can alıcı noktalarda bitiyor. Ancak Collins bunu öyle bir şekilde yapmış ki, "Kim? Ne? Nerede? Nasıl?" gibi bir soru aklınıza takılıyor ve bir sonraki bölümü açmış ve kendinizi okuyor halde buluyorsunuz. Bu bitiş yerleri de mesela "Onu başından vurdum.", "Burada ateşler içindeki kız için yer yok.", "Mızrağı küçük bedenini delip geçti." tarzında vurgulayıcı ama diğer bölüm hakkında hiçbir ipucu içermeyen cümleler... Bir zamanlar yazdığım fanficlerde aynı tarzı kullanan biri olarak Collins'in bu anlatımı çok sevdim ama bir okuyucu olarak da zaman zaman delirmedim değil.

Üçüncü kitap ayrıca bize bir şeyi de çok iyi öğretiyor. Düşman sizin düşündüğünüz şekilde değildir ya da aynı kişi ya da kişiler de olmayabilir. Bazen en yakınınız, bazen sizi koruyup kollayan olabilir. Üçüncü kitabın en sevdiğim yanı, günümüzde olan birçok olayın-sosyal, politik, coğrafi v.s.- işlenmiş olması... İktidar için her şeyi yapanların, bunun altında ezilen halkın, direnişçileri bastırmak için her türlü yolun denenmesinin ve bunların sonuçlarının tüm insanlığı nasıl etkilediğinin eninde sonunda zararlı çıkanın tüm insanlık olduğunu yazar distopik edebiyatı altında çok güzel işlemiş.

Küçük bir spoiler verecek olursam Collins, cicili bicili, sonunda herkesin mutlu mesut yaşadığı bir dünya bırakmıyor kitabın sonunda. Ölenler, parçalanan aileler, intikam hırsıyla yananlar ve acılar... Bütün bunların yanında serinin başladığı yerde düğümlenmesi ve çözümlenmesi de ele alınacak ayrı bir konu. Seriyi bitirenler burada ne demek istediğimi çok iyi anlayacaklardır. Çünkü bana göre bu olması gereken bir şeydi. Sürekli aynı vurguyu yapıyorum. Bu seri baş karakterlerini, çocuk yaştaki gençlerin oluşturduğu bir kitap olsa da gençlerin pembe gözlükleriyle oluşturulan bir dünya değil kitapta anlatılan. Özellikle son kitapta ağlayacağınız bölümler olabilir. Okumayanlar uyarmadı demeyin.

Kitapta, aşk üçgeni varmış gibi görünse de Collins, aslında başından beri Katniss'i kiminle görmek istediğini bizim yani okuyucunun gözünün içine sokuyor resmen. Tüm cümleler, kurguladığı tüm öykü bunun üzerine sanki... Araya ayrılıklar girse de Katniss'in gönlünde yatanın aslında içten içe kim olduğunu anlayabiliyorsunuz. O nedenle ben size aşk üçgenini çok fazla düşünmemenizi ve kitabın anlattığı diğer konulara odaklanmanızı isterim. Çünkü bu kitap her şeye çok fazla dalıyor ancak sadece aşk üçgenini üstün körü geçiyor. Birçok sitede gördüğüm kadarıyla insanlar genelde Peeta'yı seviyor ve ona bağlanıyorlar. İtiraf ediyorum ben tam tersine Gale'ciyim. Güçlü yanı, askeri adımlar atması, bazen de acımasız kararlarıyla o dünyaya en fazla yakışan karakter Gale... Çünkü Gale, Katniss'in erkek versiyonu gibi... Üstelik Peeta, o dünya için çok fazla yumuşak, uysal ve fedakar bir karakter. Sonunda ölmesi gereken bir karakter üstelik... Ben, kendi açımdan sanırım daha acımasız karakterlerden hoşlanıyorum. Siz benim gibi olmayın.

Collins, gerçekten kitabın kurgusunu çok iyi yapmış, çünkü özellikle ikinci kitaptaki bazı karakterler ve sözleri üçüncü kitapla çok uyumlu. Soruların cevapları aslında çok önceden verilmiş ve siz bir yandan şüpheye düşerken, diğer yandan ben böyle olacağını tahmin etmiştim derken buluyorsunuz kendinizi. Anlatım olarak bir sorun yok ancak eleştirmek istediğim bir nokta var ki o da kitabın çevirisi; BERBAT! İlk kitapta şimdiki zamanda anlatım varken, ikinci kitapta hangi türde anlatım kullanıldığını anlayamıyorsunuz. Seri içinde çevirisi en iyi olan kitap sanırım üçüncüsü... Yayınevi ve editörlerin aklı başına çok sonradan gelmiş anlaşılan ama biraz geç olmuş sanki. Ben kendi açımdan şimdiki zamanda anlatımı pek sevmiyorum. Uzun soluklu kitaplar için çok uygun değil. Eğer çeviri de iyi değilse, yapılan hatalarla işin içinden çıkamıyorsunuz. Bu kitapta da aynen dediğim bu durum yaşanmış. Yazık olmuş...

Son olarak başlarken serinin beyaz perdeye aktarılacağını söylemiştim. Fragmanlardan ve oyuncu seçimlerinden biraz bahsetmek istiyorum. Katniss rolüne seçilen Jennifer Lawrence bana göre Katniss'i oynayabilecek son kişi bile değil. Sadece gözlerinden ve saçlarından bahsetmiyorum. Katniss, fiziksel güçlü olsa da kitapta oldukça zayıf ve ufak tefek bir kız olarak tarif ediliyordu. Dahası bir gün yemek bulsalar bile çoğu günlerini yarı aç geçirmek zorunda kalıyorlardı. Fragmanlara ve ön gösterim fotoğraflarına bakarak söyleyebilirim ki, 12. mıntıka elemanları, besili 2. mıntıkanın kariyer haraçları gibi görünüyor. Jennifer iri kıyım yapısı ile bu tanıma hiç uymuyor. En azından film öncesi biraz kilo vermesini önermeliymiş yönetmen, hiç fena olmazmış. Dahası aynı şey Gale ve Peeta içinde geçerli kitapta yakışıklı bir çocuk olarak tarif edilen Peeta özellikle hayal kırıklığı yaratmış durumda. Gale, ise yine Katniss'le aynı sebeplerden oyunculuk seçimi bakımından sınıfta kalıyor. Tabi, bunu yetenekleri açısından söylemiyorum. Belki, bu bahsettiğim tüm oyuncular, filmde sergiledikleri performansları sebebiyle gönlümüzde taht kuracaklar.  Ancak karakterlerin izleyicinin hayalinde oturtulması açısından büyük gölge düşürdükleri kesin...

Film serinin Türkiye'de ve dünya çapında tanınırlığını artıracak olsa da eminim, seriyi benim gibi çok önceden keşfedenler, film sonrası bu serininde çılgınlığa erişmesi olasılığı nedeniyle bayağı bir sıkıntı çekecekler gibi görünüyor. Çünkü seriyi sadece filmlerden ibaret sanan ve yalnızca aşk üçgenini gören zihniyetle, kitabı okuyup, gerçekten irdeleyenler ve asıl değindiği noktaları özümseyenler arasında bir tartışma ortamı çıkmaması elde değil. Haksız mıyım yoksa?

Kısacası, Açlık Oyunları kurgusu, anlatımı ve karakterleriyle okunası seriler arasında yer alıyor. Hatta bazı serileri geride bırakıyor. Tavsiye eder miyim? Kesinlikle ederim.

2 yorum:

  1. Çok fazla spoiler vermişsiniz. Neredeyse kitapları baştan aşağı anlatmak ne zamandan beri yorum oluyr? Yazınızın başına bir spoiler uyarısı eklemeniz iyi olurdu. İlk kitabı anlattığınız parafgafta bıraktım hemen çünkü bütün okuma keyfimi kaçıracak kadar detay ve spoiler vardı.

    YanıtlaSil
  2. Sanrım siz spoilerın ne demek olduğunu bilmiyorsunuz. O nedenle yapacağım bir şey yok. Okuyup okumamak da size kalmış. Ben kimseye burada zorla bir şey okutmuyorum.

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...